1980’li yılların başları…
Beni İstanbul’a özel bir arabayla babam getirdi.
Arabada
kim olduğunu hatırlamadığım birkaç kişi daha vardı.
Bir
yıl sonra ablama tekrar kavuştum,
Her canlının kendine has coğrafyası olur.
Örneğin;
Kangal köpeği doğası gereği dağlarda bayırlarda yaşarken daha mutlu, daha
sağlıklıdır.
Antalya'da öğrenciyken bir kangal köpeğinin turistlerin dikkatini çekmesi için bir halıcı
dükkanında yaşatıldığını görmüştüm.
Halı satanlar bu gösteriden müşteri kazanıyor, Ama kangal köpeği buradaki sıcaklar nedeniyle yaşamakta zorlanıp acı çekiyordu.
Daha
serin hava şartlarına uygun olarak yaratılan bu hayvancağız Antalya’nın sıcak
ve nemli havasına uyum sağlayamıyor, ama yaşamak zorunda bırakılıyordu.
Kimse,
kimsenin hangi şartlarda yaşayabileceğini düşünmüyor, herkes kendi çıkarına
bakıyordu.
İlkokul
4. Sınıfa Yeşilova İlkokulu’nda başladım.
Hayatımda
ilk kez kente gelmiş tüm çevresini ve sevdiklerini arkada bırakmış bir insan olarak uyum
sağlamakta oldukça zorlanıyordum.
Öğretmenimiz
Nurcihan Gülsoy Hanımdı.
Sınıfımızda
dikkat çeken İki çok başarılı öğrenci vardı.
Biri
okul müdürümüzün oğlu Ömer Erdoğan.
Diğeri
Bahri Duman adındaki başka bir arkadaşımızdı.
İkisi
de hem sınıf birinciliği hem de sınıf başkanı olmak için yarışıyordu.
Ve
kendilerine bir rakip daha gelmişti işte.
Bir gün Öğretmenimiz 'Sınıf Birincisi'ni belirlemek için tüm
dersleri en iyi olan Üç öğrenci arasında ‘Okuma Yarışması’ düzenledi.
Yarışmayı
ben kazandım.
Hem
sınıf başkanı hem de sınıf birincisi oldum.
Mahalle ve okuldaki çocuklar, kendileri gibi giyinmeyen kendileri gibi
konuşmayan, kendileri gibi olmayan birisini aralarına almak istemiyordu.
Ama kimi zaman şiddetle kimi zaman da yavaş yavaş severek sonunda beni
de aralarına aldılar.
İlkokul
bitti, Aynı okul binasının içinde yer alan Ortaokul Bölümüne başladım.
Artık
okula takım elbise, gömlek giyip, kravat takarak elimizde James Bond tipi tahta kasalı çantalar ile
gidiyorduk.
Çantaların
anahtarları numaralardan oluşan şifreler ile kilitlenebiliyordu.
Ortaokul
numaram; 352’ydi, şifrem de…
Bir
sabah okula gitmek için sokağa çıktığımda köşe başındaki askerleri gördüm.
Askerler
: "Evine geri dön. Okullar tatil oldu." dedi.
Okulların
neden tatil olduğunu anlamadım ama sevinerek eve geri geldim.
Oysa
1980 Askeri Darbesi olmuştu.
Zamanla
mahalledeki bazı abilerimizin ortadan kaybolduğunu fark etmeye başladım.
1980 Askeri Darbesi'nin bizlere neler kaybettirdiğini henüz anlayacak yaş ve
bilinçte değildin, mutluydum.
Tek kanallı TRT'nin siyah beyaz yayınlarını izleyerek, sokakta oyunlar oynayarak, hafta sonları ise tüm mahalle Florya Atatürk Ormanı’na piknik yapmaya gidiyorduk.
Semtimiz
E-5 Karayolu’nun hemen kenarındadır.
Bakırköy, Yeşilköy, Yeşilyurt, Ataköy, Florya, Basınköy gibi
semtler sahil tarafında kalır.
Yaşar
Kemal, Çetin Altan, Ahmet Mekin gibi isimler de sahil tarafında olmalarına
rağmen hemen hemen bizimle aynı semtte yaşıyor gibiydiler.
Şirinevler,
Bahçelievler, Yenibosna, K.Çekmece, Esenyurt gibi semtler ise bu tarafta.
Aramızda
sadece 500 Metre E5 Karayolu olmasına karşın arada ciddi anlamda sınıf farkı
vardır.
Zenginler
sahil tarafında oturur, fakirler, işçiler ise bizim tarafta…
E5
Karayolu üzerinde karşıdan karşıya geçmek için ne bir üst geçit ne bir alt geçit ne de
trafik ışıkları vardı.
Pek
çok insan bu karayolunda ezilerek ölüyordu.
Sonraki
gazetecilik yıllarımda ısrarla haberler yaparak, köşe yazıları yazarak bu yol üzerine ilk Bağlar Üst Geçiti'nin yapılmasında ciddi katkılarım oldu.
Bazen E-5 Karayolu'nun sahil tarafına geçer, hem ormanda gezer hem de spor yapardık.
Bu taraftaki evlerin, arabaların daha güzel
insanların daha iyi giyindiklerini fark etmeye başladım.
Aramızda
500 metre fark olmasına rağmen bu insanlar farklıydı.
"Neden
farklılar acaba?" diye düşünmeye başladım.
Aslında
bu sınıf bilincimin gelişmesinin ilk adımlarıydı.
Evdekiler, 'Git saçlarını kestir' dediğin de koşa koşa mahalle berberine giderdik.
Berberimiz bizlere hiç sormadan saçlarımızı 3 numaraya vururdu.
Kıyafetlerimizi de zaten evdekiler alıyordu.
Kimse bize; 'Ne giyeceksin, ne yiyeceksin,?' diye sormazdı.
Elde avuçta ne varsa, onunla idare edilirdi.
1982
Yılının yaz tatilinde hayatımda ilk kez uçağa bindim ve Almanya'ya babamın
yanına gittim.
Köyden
İstanbul'a, İstanbul’dan Almanya'ya gitmek gerçek anlamda kültürel bir şoktu.
Artık
hayatımın büyük şokları başlamak üzereydi.
Belki
de bu yüzden yaşadığım evleri, gittiğim mekanları, dostlarımı değiştirmeyi hiç sevmem.
Her
şey aynı kalsın isterim.
Hala görüştüğüm dostlarım, komşularım, öğretmenlerim var.
Oysa
hayat; hiçbir şeyi aynı yerde, aynı şekilde bırakmaz.
Değişmek ve dönüşmek insanın ve eşyanın doğasında var, Ancak her değişim de her zaman
iyi olmuyor.
‘Kalktı
göç eyledi Avşar elleri’,
Bu sefer İstikamet
Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'ydi...
İKİNCİ
BÖLÜMÜN SONU.
https://mustafacatikkas.blogspot.com/2021_05_18_archive.html
5. Bölüm oku: