Tüm
kedilerin,
Afrika vahşi kedisi ile, Avrupa vahşi kedisi’nden türediği tespit edilmiştir.
Kedi sözcüğü muhtemelen Afro-Asyatik kökenlidir.
Kedi adı neredeyse evrenseldir ve pek çok dilde aynı sözcüğün
varyasyonları şeklindedir: İngilizce cat, Bulgarca kotka, Polonyaca kot,
Romence pisica, Arapça qitt vb,
Ve hatta; catta, katta, feles gibi…
Pisi ve puss gibi sözcükler ise muhtemelen kedilerin tehdit
edildiklerinde çıkardığı his sesine benzetilerek oluşturulmuştur.
Kedi gözü…
‘Kedi Gözü’
deyimlere geçecek ve çeşitli adlandırmalara girecek kadar hayranlık uyandırır.
Kediler gözleri ve görme yetenekleri ile ayırt edilirler. Bir kedinin gözü
doğumdan 7 ila 10 gün sonra açılır.
İki ay içinde de gerçek rengini alır. Bir kedinin gözleri, saldırıda yara
almaması için göz kapağının içerisindedir ve avı gözleyebilmek için geniş ve
büyüktür.
Gözlerinin uzaklık duyarlılığı yüksek ve keskindir. Karanlıkta insanlardan 6
kat daha iyi görür, insanlardan 3 kat daha iyi duyarlar.
Kediler kendilerine olan ilgiyi, sevgileri ve bağlılıklarıyla ödüllendirirler.
Ortalama ömürleri ise 15 yıldır.
Antik Mısır’da Kedi…
Mısır antik
Dünya’nın tahıl yetiştiren en büyük alanı oldu. Hasat edilen ürünleri
saklamak üzere devasa tahıl ambarları inşa edildi.
Bu durum fareleri, sıçanları ve vahşi kedileri kendine çekti.
İnsanlar, kedilerin, farelerle baş etmeleri maksadıyla kediyi teşvik etmeye
başladılar.
Belli bir süreç sonunda vahşi kediler, yaklaşılabilir, nazlı ve nihayetinde
bakılabilir hayvanlar oldular. Kediler kendilerine olan ilgiyi, sevgileri ve
bağlılıklarıyla ödüllendirdiler.
Zaman
içerisinde Mısırlılar kediye tapmaya başladılar. Rahipler, bir kediyi
kasten veya kazara öldürmenin cezasının ölüm olacağını beyan ettiler.
Kediler ölümlerinden sonra mumyalandı ve kutsal yeraltı mezarlarında
saklandı.
Kedileri
besleme ve bakma geleneği zamanla Mısır’dan tüm dünyaya sıçradı. Hindistan,
İran, Çin, Japonya, Yunanistan, İtalya…
Orta çağ, Dinci Bağnazlar ve Siyah
ölüm…
Maalesef Orta
Çağ boyunca kediler, istenmeyen gruplarla özdeşleştirildi. Orta Doğu’da çeşitli
dinlerde tanrılaştırılan ve sevilen kedi ailesi, diğerlerinin
gözünde şeytan haline geldi. Dini bağnazlar kediyi
şeytani bir varlığa dönüştürdüler.
Kedilerin, zehirleyici dişleri ve enfeksiyonlu nefesi olan ürkütücü güçlere
sahip hayvanlar olduğu dedikoduları yayıldı.
İskandinav
kökenli tanrı Freya’ya tapınılması kediye yönelik dinsel
ayinleri içeriyordu. Hristiyanlık ona tapınmayı da yasakladı
ve Freya bir şeytan, kedi ise şeytanın görünüşü haline getirildi.
Bu yüzden de kedilere işkence ve zulüm edilmeye başlandı. Bu periyotta,
yüzlerce, hatta binlerce kediye eziyet edildi, kediler kazıklara bağlanarak
yakıldı, asıldı veya görüldüğü yerde öldürüldü. Kedi popülasyonu %90
azaldı.
Sonradan
siyah ölüm diye isimlendirilen periyotta kedilere zulüm etme bitti.
Kedi popülasyonu arttı ve onlar veba taşıyan fareleri öldürmeye
başladılar. Fare öldüren kedi sayısındaki ani artışla kediler üzerindeki
olumsuz imaj zinciri kırıldı ve ayrıca vebanın bittiğine inanıldı.
Ancak günümüzde halen ‘siyah kedi’ inanışı az da olsa devam etmektedir.
Onların kıymetini anlayınca, insanoğlu kedigillere zulüm etmeye son
verdi.
Zaman geçtikçe kediler geliştiler ve evrim geçirerek bugün bildiğimiz pek çok
tür ve renk çeşitliliğine sahip oldular.
Hz. Muhammed Mustafa (SAV), Müezza ve
Kedi…
Anlatılanlara göre
peygamber efendimizin kedisinin ismi Müezza ‘ dır..
Hz. Muhammed kedisi Müezzayı o kadar çok severmiş ki, Müezza bir gün sedirde
oturan Hz.
Muhammedin giysisinin ucunda uyuyakalınca kediye kıyamayan Hz.
Muhammed, giysisini keserek sedirden kalkmayı tercih etmiş.
Ebu Hureyre
(Anlamı: Kedi Babası) Hz. Muhammed (S.A.V) ‘in kedilerin ticari alım
satımını yasaklattığını söyler.
Yine onun vasıtasıyla aktarılan bazı hadislerde ‘ kedisine eziyet eden bir
kadının cehennemde çektiklerinden’ bahsedilir.
Mesaj oldukça açıktır; Kedilere iyi muamele şarttır.
Kedinin sırtı neden yere gelmez?
Bir yılan Hz.
Muhammed’e gelmiş ve kendisinden yardım istemiş. Hz. Muhammed de yılana yardım
etmiş.
Fakat yılan Hz. Muhammed’i sokmaya kalkışmış. O sırada bir adam yetişip
kedisini yılanın üzerine salmış. Yılanın zehirli ısırığından kedi sayesinde
kurtulan Hz. Muhammed kedinin sırtını okşamış.
O gün bugündür kediler sırt üstü yere düşmezlermiş.
‘Kedi nankördür’ sözü yalan…
Türk toplumu
arasında kedilerle meşhur olan bir söz vardır.
Derler ki;
‘Kedi nankör’dür!
Neden?
Dediğiniz de; pekte akla yatkın cevap veremez, lafı eveleyip, gevelerler.
Peki ama neden böyle bir söz çıkarılmış olabilir?
Peki ama neden böyle bir söz
çıkarılmış olabilir?
Zannımızca uzun
yıllar kul / köle, tebaa yapılmış, kutsal devlet karşısında hiçleştirilmiş bir
toplumun elbette kedinin ‘bağımsız karekter’ özelliğinden hoşlanması
beklenemezdi.
Ve elbette;
Köpekleşmeye alıştırılmış bir toplumun kedinin ‘özgürlükçü’, ‘bireysel’,
‘bildiğini okuma’, ‘kimseye eyvallahı’nın olmaması tavrını beğenmesi
beklenemezdi.
Ve yine
elbette;
Kedinin bağımsız kişilik özelliği, karşısında köpekleşmiş sürüler bekleyen
efendileri ve bu efendilerin köpekleşmiş sürülerini rahatsız etmiş olabilir.
Ve belki de
bu yüzden;
‘Kedi nankördür’ denilerek, toplumun özgürleşmesinin, bireyselleşmesinin önü
kesilmiş, daha kolay yönetilebilmesi ve sömürülebilmesi için bu zırvalık genel
kabul görür hale getirilmiş olabilir.
Oysa kedi özgürlüktür…
Kedi sen ona iki gram mama verdin diye kulun kölen olmaz,
Ne yaparsan yap, eninde sonunda bildiğini okur,
Yer, içer, güzelce kendini sevdirir ve sonunda canı istiyorsa bir de tırmalar
ve canını acıtır.
İlişkinin nasıl, nereye kadar, ne şekilde olacağına o karar verir.
Ve hatta köpek gibi önüne konulan her şeyi de yemez, beğendiğini yer.
Siz
hangisini seversiniz?