31 Aralık 2017 Pazar

De Facto Asiye Nasıl Kurtulur ?




'Adı ‘Firuze’ ya da ‘Asiye’ olmasa da;
Resmi Nikahlı olduğu halde kocasını sevmeyen kadınlar, zorla evlendirilmiş kadınlar, akraba evliliği yapmak zorunda kalmış kadınlar…'

O Kadınlar / Piraye



O KADINLAR…

Fiziksel olarak olmasa da;
Her insan kendini güzel, yakışıklı zanneder.
Her çocuk için annesi, her adam için aşık olduğu kadın güzeldir.
Ve her kadın için oğlu, babası ve sevdiği adam yakışıklıdır.

Ve fakat bazı insanlar ya 'çok özel'dir ya da 'çok şanslı'.
İşte kültür tarihimize geçmiş o 'çok özel' kadınlardan birkaç örnek…

Bu kadınların hepsi çok büyük adamların aşık olduğu çok özel kadınlardı. Acaba hangisi daha şanslı yada şanssızdı? Böyle adamlarla aşk yaşamak onların duygusal dünyasında nasıl izler bıraktı, kimbilir?

Piraye'ye Nazım Hikmet aşık oldu…
Dünya şiirinin tartışmasız en önemli isimlerinden birisi olan Nazım Hikmet, 20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu.
Tıpkı aşk hayatı gibi sanatı ve yaşamıyla da fırtınalar estirdi.

Nazım Hikmet'in en büyük ilham kaynağı aşık olduğu kadın Piraye'dir.
Piraye, Nazım'ın kız kardeşinin arkadaşıdır. 2 çocuk sahibi ve eşinden boşanmış bir kadındır.
1935 yılında evlenip, kimseye haber vermeden İstanbul'a yerleşmişlerdir.
Piraye, Nazım Hikmet'in en uzun süre evli kaldığı kadındır.

Ancak hemen ardından, Nazım'ın mahpusluk günleri başlar. Nazım içerideyken, Piraye'ye onlarca şiir yazar. Fakat bu büyük aşk Nazım  Hikmet mahpushanedeyken  sekteye uğrar, Çünkü Nazım Hikmet aynı zamanda Münevver adında başka bir kadınla da görüşmektedir. Piraye yıkılır, ancak kimseye belli etmez.

Piraye, Nazım Hikmet'ten uzaklaşmaya başlar bunun üzerine;
'Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ‘gel’ diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!' diye yazar Nazım Hikmet.

Nazım Hikmet açlık grevine başladığı dönemde rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır.
Piraye tüm yaşananlara rağmen hastaneye giderek, çıkınca eve gelebileceğini söyler.
Ancak bu görüşme sırasında kapıdan Nazım'ın kız kardeşi ve Münevver girer.
1930'da başlayan aşk 1950'de noktalanır.
Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir.
Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle de bir daha evlenmemiştir.

Leyli'ye Ahmed Arif aşık oldu…
Tek şiir kitabı 'Hasretinden Prangalar Eskittim' ile edebiyatımızın ölümsüzler listesine giren Ahmed Arif, 23 Nisan 1927 tarihinde Diyarbakır'da doğdu. Bebekken annesi Sâre'yi kaybetti, bu yüzden hayatı babasının yeni eşleriyle devam etti. Babası memurdu ve Sekiz kardeştiler.

Ahmed Arif, 'Hasretinden Prangalar Eskittim' adlı kitabının ilk aşamasında kitabın adını 'Dört Yanım Puşt Zulası' koymak ister ancak bir dostunun uyarısından sonra vazgeçerek kitabın adını 'Hasretinden Prangalar Eskittim' olarak belirler.

Ay Karanlık
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cigaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim  gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık.

Ahmed Arif şiirlerinde sık sık 'Leylim' der.
Açıkça söylemese de Ustanın 'Leylim' dediği kişi aslında 'Leyla'dır.
Yani; Leyla Erbil.

Usta'nın 'Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini...' dediği Leyla Erbil de ünlü bir yazardır ve Ahmed Arif kendisine; 60’ın üzerinde mektup göndermiştir.


Leyla'ya Neşet Ertaş aşık oldu…
Neşet Ertaş 1938 yılında Kırşehir'in Kırtıllar Köyü'nde doğmuştur.
Babası ünlü Bozlak üstadı Muharrem Ertaş, Annesi Döne Hanımdır.
7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin İkinci çocuğudur.
Sanatını babasının yanında düğünlere giderek öğrenmeye başlayan Neşet Ertaş yerelden, evrensele ulaşmış nadir halk ozanlarımızdan birisidir. Ve bozlak'ın en değerli temsilcilerindendir.

'Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla'm
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla'm

Yarden ayrı kalmak ölüm
Söyle ne olacak halım
Böyle kader böyle zulum
Gelir garip başa Leyla'm'
dediği çocuklarının annesi ve eşi olan Leyla Hanımla  babasını bile karşısına alarak evlenmiş ve 10 yıl evli kaldıktan sonra ayrılmıştır.

Ayrıldıktan sonra büyük sıkıntılar yaşayan Neşet Ertaş eşi Leyla Hanım için birbirinden değerli türküler yakmış ve bu eserler kuşaktan kuşağa aktarılmaya başlamıştır.

25 Eylül 2012 tarihinde vefat eden Neşet Ertaş vasiyeti  üzerine babası Muharrem Ertaş'ın yanına defnedilmiş ve Leyla Hanım  da Usta'yı mezarında ziyaret etmiştir.
Leyla Hanım adına türküler yazılmış ender kadınlardan birisi olmasına rağmen hiçbir zaman hiçbir gazete, tv yada dergide yer almamış, evliliği hakkında tek kelime konuşmamıştır.
 
Mine'ye Çetin Altan aşık oldu…
Duayen Gazeteci ve Yazar Çetin Altan;  22 Haziran 1927'de İstanbul'da doğdu. Dedesinin babası Kırım'dan göç eden arabacı Ahmet Kıpçakski, dedesi Tatar Hasan Paşa idi.
Babası hukukçu Halit Bey, annesi Nurhayat Hanım'dır. Galatasaray Lisesi ve Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
1946 yılında Ulus gazetesende muhabir olarak mesleğe başlamış ve uzun yıllar çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır.
Çetin Altan'ın:
Büyük Gözaltı (1972) - 1973 Orhan Kemal Roman Armağanı
Bir Avuç Gökyüzü (1974)
Viski (1975)
Küçük Bahçe (1978)
Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri (1985)
Aşk, Sanat ve Servet (1998) gibi pek çok kitapları da vardır.

Elli yıllık yazı yaşamında yazılarından ötürü pek çok kez mahkemeye verilen Çetin Altan hakkında 300'den fazla dava açılmıştır.

Çetin Altan'ın bu hızlı yaşamının en değerli aşkı ise yine Ünlü bir Gazeteci  ve Yazar olan Mine Kırıkkanattır.
Mine Kırıkanat kendisini seven Çetin Altan'la 3.5 yıl birlikte olmuştur.

Çetin Altan, Mine Kırıkanat'a 'İstakoz' derken,Kırıkanat da Altan'ı; 'Çetin Altan, yaşamına giren kadınları ödül ve ceza olarak algıladı. Aslında kadınları sevmezdi, ama onların sevgisine muhtaçtı' diye anlattı.

Bu fırtınalı aşk da Kırıkkanat'ın bir başkasıyla evlenmek için ayrılmasıyla sona erdi.

Son söz;
'Seninle birlikte olunmaz
Sana maruz kalınır' der Emrah Serbes.

Bu güzel kadınlar, bu deli adamlara maruz kaldılar.
Bu güzel kadınların hepimizde hakları var, affetsinler.
Onların çektikleri çileler olmasa bizler bu kadar güzel eserler bulabilir miydik?

Bence;
Bulamazdık.

Sizce?


29 Aralık 2017 Cuma

O KADINLAR...

Fiziksel olarak olmasa da;
Her insan kendini güzel, yakışıklı zanneder.
Her çocuk için annesi, her adam için aşık olduğu kadın güzeldir.
Ve her kadın için oğlu, babası ve sevdiği adam yakışıklıdır.

Ve fakat bazı insanlar ya 'çok özel'dir ya da 'çok şanslı'.
İşte kültür tarihimize geçmiş o 'çok özel' kadınlardan birkaç örnek…

Bu kadınların hepsi çok büyük adamların aşık olduğu çok özel kadınlardı. Acaba hangisi daha şanslı yada şanssızdı? Böyle adamlarla aşk yaşamak onların duygusal dünyasında nasıl izler bıraktı, kimbilir?

Başlıyoruz:
Piraye'ye Nazım Hikmet aşık oldu…
Dünya şiirinin tartışmasız en önemli isimlerinden birisi olan Nazım Hikmet, 20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu.
Tıpkı aşk hayatı gibi sanatı ve yaşamıyla da fırtınalar estirdi.

Nazım Hikmet'in en büyük ilham kaynağı aşık olduğu kadın Piraye'dir.
Piraye, Nazım'ın kız kardeşinin arkadaşıdır. 2 çocuk sahibi ve eşinden boşanmış bir kadındır.
1935 yılında evlenip, kimseye haber vermeden İstanbul'a yerleşmişlerdir.
Piraye, Nazım Hikmet'in en uzun süre evli kaldığı kadındır ayrıca...

Ancak hemen ardından, Nazım'ın mahpusluk günleri başlar. Nazım Hikmet içerideyken, Piraye'ye onlarca şiir yazar. Fakat bu büyük aşk Nazım  Hikmet mahpushanedeyken  sekteye uğrar, Çünkü Nazım Hikmet aynı zamanda Münevver adında başka bir kadınla da görüşmektedir. Piraye yıkılır, ancak kimseye belli etmez.

Piraye, Nazım Hikmet'ten uzaklaşmaya başlar bunun üzerine;
'Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ‘gel’ diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!' diye yazar Nazım Hikmet.

Nazım Hikmet açlık grevine başladığı dönemde rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır.
Piraye tüm yaşananlara rağmen hastaneye giderek, çıkınca eve gelebileceğini söyler.
Ancak bu görüşme sırasında kapıdan Nazım'ın kız kardeşi ve Münevver girer.
1930'da başlayan aşk 1950'de noktalanır.
Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir.
Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle de bir daha evlenmemiştir.

Leyli'ye Ahmed Arif aşık oldu…
Tek şiir kitabı 'Hasretinden Prangalar Eskittim' ile edebiyatımızın ölümsüzler listesine giren Ahmed Arif, 23 Nisan 1927 tarihinde Diyarbakır'da doğdu. Bebekken annesi Sâre Hanımı kaybetti, bu yüzden hayatı babasının yeni eşleriyle devam etti. Babası memurdu ve Sekiz kardeştiler.

Ahmed Arif, 'Hasretinden Prangalar Eskittim' adlı kitabının ilk aşamasında kitabın adını 'Dört Yanım Puşt Zulası' koymak ister ancak bir dostunun uyarısından sonra vazgeçerek kitabın adını 'Hasretinden Prangalar Eskittim' olarak belirler.

Ay Karanlık
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cigaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim  gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık.

Ahmed Arif şiirlerinde sık sık 'Leylim' der.
Açıkça söylemese de Ustanın 'Leylim' dediği kişi aslında 'Leyla'dır.
Yani; Leyla Erbil.

Usta'nın 'Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini...' dediği Leyla Erbil de ünlü bir yazardır ve Ahmed Arif kendisine 60’ın üzerinde mektup göndermiştir.


Leyla'ya Neşet Ertaş aşık oldu…
Neşet Ertaş 1938 yılında Kırşehir'in Kırtıllar Köyü'nde doğmuştur.
Babası ünlü Bozlak üstadı Muharrem Ertaş, Annesi Döne Hanımdır.
7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin İkinci çocuğudur.
Sanatını babasının yanında düğünlere giderek öğrenmeye başlayan Neşet Ertaş yerelden, evrensele ulaşmış nadir halk ozanlarımızdan birisidir. Ve bozlak'ın en değerli temsilcilerindendir.

'Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla'm
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla'm

Yarden ayrı kalmak ölüm
Söyle ne olacak halım
Böyle kader böyle zulum
Gelir garip başa Leyla'm'
dediği çocuklarının annesi ve eşi olan Leyla Hanımla  babasını bile karşısına alarak evlenmiş ve 10 yıl evli kaldıktan sonra ayrılmıştır.

Ayrıldıktan sonra büyük sıkıntılar yaşayan Neşet Ertaş eşi Leyla Hanım için birbirinden değerli türküler yakmış ve bu eserler kuşaktan kuşağa aktarılmaya başlamıştır.

25 Eylül 2012 tarihinde vefat eden Neşet Ertaş vasiyeti  üzerine babası Muharrem Ertaş'ın yanına defnedilmiş ve Leyla Hanım  da Usta'yı mezarında ziyaret etmiştir.
Leyla Hanım adına türküler yazılmış ender kadınlardan birisi olmasına rağmen hiçbir zaman hiçbir gazete, tv yada dergide yer almamış, evliliği hakkında tek kelime konuşmamıştır.
 
Mine'ye Çetin Altan aşık oldu…
Duayen Gazeteci ve Yazar Çetin Altan;  22 Haziran 1927'de İstanbul'da doğdu. Dedesinin babası Kırım'dan göç eden arabacı Ahmet Kıpçakski, dedesi Tatar Hasan Paşa idi.
Babası hukukçu Halit Bey, annesi Nurhayat Hanım'dır. Galatasaray Lisesi ve Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
1946 yılında Ulus Gazetesi'nde muhabir olarak mesleğe başlamış ve uzun yıllar çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır.
Çetin Altan'ın:
Büyük Gözaltı (1972) - 1973 Orhan Kemal Roman Armağanı
Bir Avuç Gökyüzü (1974)
Viski (1975)
Küçük Bahçe (1978)
Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri (1985)
Aşk, Sanat ve Servet (1998) gibi pek çok kitapları da vardır.

Elli yıllık yazı yaşamında yazılarından ötürü pek çok kez mahkemeye verilen Çetin Altan hakkında 300'den fazla dava açılmıştır.

Çetin Altan'ın bu hızlı yaşamının en değerli aşkı ise yine Ünlü bir Gazeteci  ve Yazar olan Mine Kırıkkanat'tır.
Mine Kırıkkanat kendisini seven Çetin Altan'la 3.5 yıl birlikte olmuştur.


Çetin Altan, Mine Kırıkanat'a 'İstakoz' derken,Kırıkanat da Altan'ı; 'Çetin Altan, yaşamına giren kadınları ödül ve ceza olarak algıladı. Aslında kadınları sevmezdi, ama onların sevgisine muhtaçtı' diye anlattı.

Bu fırtınalı aşk da Kırıkkanat'ın bir başkasıyla evlenmek için ayrılmasıyla sona erdi.

Son söz;
'Seninle birlikte olunmaz
Sana maruz kalınır' der Emrah Serbes.

Bu güzel kadınlar, bu deli adamlara maruz kaldılar.
Bu güzel kadınların hepimizde hakları var, affetsinler.
Onların çektikleri çileler olmasa bizler bu kadar güzel eserler bulabilir miydik?

Bence;
Bulamazdık.
Sizce?



24 Aralık 2017 Pazar

TARİHÇİ ALİ BIYIK, KİTAPLARI VE SİVAS, GEMEREK...

Tarihçi Ali Bıyık kimdir?
09 Eylül 1983 yılında Sivas’ta doğdu.
İlk, orta ve lise eğitimini Sivas’ta, Lisans öğrenimini Kayseri’de, Yüksek Lisans eğitimini ise Karabük’te tamamladı.
Şu an Karabük Üniversitesinde doktora eğitimine devam etmektedir.

Kitapları;

- Kasaba ve Köyleri Gemerek (Tarihi ve tarihi yerleri), Berikan Yayınevi, Ankara 2009.
- İşte Bundandır Kavgam, Mustafa Çatıkkaş hakkında araştırma, Ozan Ajans, İstanbul 2011.
- Ruhlar: Sivaslı Ali Kemal Efendi ve Gemerekli Şehitlerimiz, Ozan Ajans, 2013.
(Gemerek; Sivas'ın bir İlçesidir)

Tarihçi  Ali Bıyık'ın ilk kitabı  'Kasaba ve Köyleri Gemerek -Tarihi ve tarihi yerleri'  2009 yılında Berikan Yayınevi tarafından çıkarılmıştır.
Bu kitap akademik bir dille hazırlanmış  ve Sivas'ın Gemerek ilçesi hakkında doyurucu bir araştırma niteliği taşımasının yanısıra ilerki kuşaklara kaynak oluşturabilecek bir eser özelliği de taşımaktadır.

Tarihçi Ali Bıyık 2.Kitabı 'İşte Bundandır Kavgam' adlı kitabında yine Sivas - Gemerek doğumlu, Şair, Yazar Mustafa Çatıkkaş hakkında derin araştırmalar yapmış, Mustafa Çatıkkaş hakkında genel ve özel bilgilerin yanısıra yazarın çalışmalarıyla ilgili olarak da örnekler sunmuştur.

Tarihçi  Ali Bıyık'ın; 3. Çalışması ise; 'Türkiye Cumhuriyeti'nin asil ruhları - Sivas'lı Ali Kemali ve Gemerek şehitlerimiz' dir.
Bu çalışmada Cumhuriyet şehitlerinden Ali Kemali Efendi başta olmak üzere Gemerek'li şehitlerimiz ele alınmıştır.

Ali Kemalî Efendi kimdir?

Kitabın önsözünde;
'Milli mücadele şehidi. 1853 yılında Sivas Gemerek’te doğan Ali Kemalî Efendi her türlü olumsuzluğa rağmen kendini geliştirmiştir.

Çeşitli çalışmaları ile din ve devlet için her türlü fedakârlıktan kaçınmayan bu büyük insanın Sivas’ta tanınmadığını düşündüğümüz için bu eser tarafımızca hazırlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mihenk taşlarından biri olan Ali Kemalî Efendi’nin kendisi hakkında özetle bilgi verilmiştir.

Yaptığım birkaç çalışmadan biri olan Gemerek ve Şarkışla Meşhurları adlı çalışmam için çeşitli kaynaklardan faydalandım. Kaynaklardan toparladığım isimler bizim değerlerimizdir.

Sivaslı Ali Kemalî Efendi’nin yanı sıra Bahar Yiğiter, Bülent Ceylan, E. Semih Yalçın, Gülten İlhan, Hakan Sağırkaya, Meral Bıyık, Mustafa Çatıkkaş, Özden Özbay, Şennur Şenel ve diğerleri hakkında birçok bilgi edindim..'
denmektedir.


Tarihçi Ali Bıyık yakın zamanda ülkenin gündemine gelecek ender genç, donanımlı kişilerden birisi.
Yaptığı çalışmalar şimdilik yerel olmasına karşın birikimi ve vizyonu  ile ülke ve dünya tarihine yeni yorumlar katacak düzeydedir.

'Şekpir aslında müslümandır.' Diyenlerin tarihçi olduğunu sanmayın.
Tarihçi Mustafa Solak gibi Ali Bıyık da bu kulvarda ülkenin gelecek ve aydınlık yüzlerinden bir tanesidir. 





15 Aralık 2017 Cuma

KADINLAR NASIL GOL ATAR ?



Fark var…
Erkekler ve kadınlar arasında ciddi anlamda farklar var. 
Örneğin; Erkekler daha yüzeyselken kadınlar daha detaycıdır.
Erkekler çabuk unuturken kadınlar asla unutmaz.
Ve fakat sorsan; 
Dünyayı erkekler yönetmektedir, 
Aslına bakarsan; 
Herkesi ve her şeyi kadınlar yönetmektedir.

Kısaca; Erkekler röntgen çekerken kadınlar  mr çeker…
Ki her detayı daha net görebilisin, çekip çevirebilsin diye.
Bu nedenle; 
Hiçbir kadınla aşık atılamaz, dans edilemez, kafa bulunamaz, oyun oynanamaz.

Peki kadınlar erkekleri nasıl tavlar?

Kural 1:
Sanki erkekle karar veriyormuş  gibi gözükse de ve dahi erkekler  tarafından  böyle anlatılsa bile ilişkinin olup, olmayacağına kadınlar karar verir.
Kadın istemiyorsa ilişki başlamaz.

Kural 2:
Kadınlar  tavlamak istediği erkeği çok iyi analiz eder. Erkek başlarda sadece görsel konularla ilgilenirken, Kadınlar elde etmek istediği erkeğin çoktan hobi ve ilgi alanlarını  hatta sevdiği film ve dizileri  dahi öğrenmiş kendisi beğenmese bile o konulara ilgi duyuyormuş gibi yapmaya başlamıştır. O yüzden erkekler çoğu zaman birlikte olduğu kadının gerçekte hangi takımı tuttuğunu bile öğrenemez.

Kural 3:
Erkekler ilişkinin en fazla ilk haftasında yaşadığı tüm aşkları anlatırken, Kadınlar asla eski sevgilisi ya da sevgilileri hakkında konuşmaz. Gizemli olmayı seçer ve bu gizemli kalmanın erkeği daha çok kendisine bağladığını bilirler.  O yüzden pek çok erkek kendini birlikte olduğu kadının ilk sevgilisi zanneder ve yanılır.

Kural 4:
Kadınlar zor da olsa özellikle erkeklerin istediği şeyleri yapmamaya çalışır. Çünkü;  İzin verdikçe daha fazlasının isteneceğini bilir,  Çizgiyi çeker, ısrar edilmesini beklerler. Erkekler de ısrar ettikçe yavaş yavaş taviz vermeye, kaybetmeye başlarlar.

Kural 5:
Kadınlar kendilerine önem verilmesini isterler. Çok istese de zırt pırt mesaj atmaz gelen mesajlara hemen cevap vermez. Çalan telefonu hemen cevaplamaz. Elinde telefon saatlerce erkekten haber gelmesini bekler ama genelde kendisi aramaz. Hatta erkek arayınca çok meşgulmüş, çok yoğunmuş gibi yaparak erkekleri çileden çıkarırlar.

Kural 6:
Kadınlar birlikte olduğu erkeğin kendisini güzel bulduğunu bilir ama önemsemiyormuş gibi davranır. Erkek bu beklentiye cevap verecek söz ve ya davranışlarda bulunmazsa sıkıntı başlar. Ve kadınlar bu sıkıntının en az 10 katını erkeğe ödetir.
Erkek ne olduğunu bile anlamadan derin bir çaresizlik içinde hem bu sıkıntının geçmesini bekler hem de yaşar.

Kural 7:
Kadınlar erkeklerin başkalarına nasıl davrandığını sürekli inceler. Buradan erkeğin kendisine davranış biçiminde ne kadar samimi olup, olmadığını öğrendiği gibi aynı zamanda ilerde erkeğin aleyhine kullanmak üzere bilgiler de toplar.

Kural 8:
Kadınlar ‘Evde yemek yiyip şarap içelim film de izleriz’ in aslında ‘sevişmek istiyorum’ olduğunu bilir. Bu sözü erken söyleyen pek çok erkek 'Erken kaybenler' listesine girmiştir bile. Ne demiştik; Her şeye kadın karar verir salak salak konuşmanın, abuk subuk şeyler teklif etmenin hiçbir yararı olmaz.

Kural 9:
Kadınlar evlilik hakkında pek konuşmaz. Bu konunun erkekleri rahatsız edeceğini veya kaçırabileceğini bilir. Zamanı geldiğinde de istemiyormuş gibi yapar ama bağırarak 'Evettt' der.
Erkek  istediği kadınla evlendiğini zannederken. Aslında erkek değil kadın istediği kişiyle evlenmiştir. Belki de bu yüzden kadın ömür boyu eşine sadık kalabilirken erkek evliliğinin ilk haftasında başka bir manita için sahneye çıkar…

Kural 10:
Kadınlar önce güvenir sonra sever. Erkekler önce sever sonra güvenir.


Ve kadınlar nasıl yol verir?
- Aklın yok mu senin?
- Var, neden olmasın ki?
- Peki neden oraya ben hiç gelmiyorum ?
- Aslında geldin bir ara...Sonra unuttum, İşler, güçler işte. Çok koşturuyorum, çok yoğunum bu aralar. Biliyorsun hayat mücadelesi... Faturalar,  çoluk çocuğun dertleri bitmiyor bir türlü...
Sessizlik

- Aklın yok mu senin?
- Var dedim ya.
Neden bir daha sordun?
- Aklın yok senin.
- Nasıl?
- İsteklerin var.
Sessizlik

- Peki senin aklın var mı?
- Vardı bir ara, senden önce vardı, şimdi yok.
Sessizlik

Radyo'da Hümeyra çalar.
'Bir çok giden memmun ki yerinden
Çok seneler geçti, dönen yok seferinden...'
- Kızdın mı bana?
- Yok kızmadım.
- Ben senin aklına geldim mi?
- Ne zaman?
- Bugün
- Bugün gelmedin. Dün unutmamıştım ki seni...
Sessizlik

Radyo'da Hümeyra çalmaya devam eder.'
Bir çok giden memmun ki yerinden
Çok seneler geçti, dönen yok seferinden...' 
Şarkı loop'dadır.
Bir türlü bitmez

Şarkı bitmez ama; Erkek artık Zeki Demirkubuz'un un 'Kader' ve 'Masumiyet'  isimli filmlerindeki 'Bekir'dir artık.

Bekir kim mi?
Bekir sevdiği kadın uğruna her şeyini ve dahi üstüne 'gurur' ve 'kibir'ini de kaybeden erkek bir kahramandır.

İşin kötü tarafı Bekir'in sevdiği kadın da başka bir erkeği sevmektedir. Kadının sevdiği adam hapishanededir ve kadın şehir şehir bir mahpus'un peşinden gitmektedir. Filmin finalinde Bekir sevdiği kadını Kars'ta bulur; 'Yanında kalmama izin ver. Benim de bir gururum var' der. 'Gördük' der kadın.

Ve Bekir meşhur sözlerini söyler;
'Buraya senin kapına gelince durdum düşündüm. Oğlum Bekir; Bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü…Bu sefer de geçersen bir daha geri dönemezsin. İyi düşün dedim. Düşündüm, düşündüm ama olmadı, dönemedim. Sonra bak oğlum dedim kendi kendime; Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Sonu belli, eğ başını usul usul yürü şimdi…'

Son söz;
Bazı kadınlar adeta birer sırat köprüsüdür.
Bazıları cennet,
Bazıları ise cehennem.

Kadınlar erkeklerin en büyük sınavlarından birisidir.



 


11 Aralık 2017 Pazartesi

Selvi Boylum Al Yazmalım - Kırmızı Eşarp

Film;
'Sevgi nedir' diye sorar.
Ve yine filme göre;
'Sevgi emektir, Sevgi bir yürek çarpıntısıdır.'
İşte film de bu 'Emek' ve 'Yürek çarpıntısı' üzerine kurgulanmıştır.

Film;
1977 yılında Atıf Yılmaz tarafından Osmaniye'de çekilmiştir.
Yapımcı; Arif Keskiner, Senarist ve Yardımcı Yönetmen ; Ali Özgentürk,
Görüntü Yönetmeni; Çetin Tunca, Işık Şefi; Erol Batıbeki, Özgün Müzik; Cahit Berkay, Orijinal hikaye Kırgız Yazar Cengiz Aymatov'un 'Kırmızı Eşarp' adlı romanıdır.

Cengiz Aymatov ünlü şair Nazım Hikmet'in yakın dostu ve dünya edebiyatının 'Toplumcu - Gerçekçi' ekolünün önemli yazarlarından bir tanesidir.

Cengiz Aymatov'un 'Kırmızı Eşarp' adlı romanı Rusya'da da 2 kez film olarak çekilmiş fakat yazarı tarafından 'Selvi Boylum, Al Yazmalım' kadar beğenilmemiştir.

Bilindiği üzere;
Asya rolünü; Türkan Şoray,
İlyas rolünü; Kadir İnanır,
Cemşit rolünü ise Ahmet Mekin oynamıştır.

Film;
'Asya kendisine emek veren Cemşit'i mi yoksa sevdiği adam İlyas'ı mı tercih edecektir?'
Soru ve çelişkisi üzerinden aşkı, sevdayı, ihaneti, yokluğu, yoksulluğu, toplumun kadın üzerindeki baskı ve sömürüsünü, egemen erkek toplum yapısının kadını nasıl çaresiz bıraktığını şiirsel bir dille anlatmaktadır.

Asya (Türkan Şoray); Aklıyla, kalbi arasında sıkışıp kalmış ve tercihini kendisi, çocuğu ve sevgisine emek harcayan Cemşit'ten yana kullanmıştır.

Çekim aşamasına gelince;
Türkan Şoray'a 'Yeşilçam Film'den bir film teklifi gelir.
Fakat Türkan Şoray gelen senaryoyu beğenmez ve 'Kırmızı Eşarp' isimli romanı tavsiye eder.

Bunun üzerine yapımcı ve yönetmen bu romanı beğenir ve 'Selvi Boylum, Al Yazmalım' adıyla çekmeye karar verir.

Pek bilinmese de;
Aslında bu filmin çekilmesinde bir anlamda Türkan Şoray'ın ciddi etkisi vardır.

Öte yandan; Film senaryosu tam olarak bitirilmeden çekilmeye başlar.
Çünkü henüz filmin finali yazılmamış ve final hakkında da fikir ayrılıkları vardır.

Filmin finali için Türkan Şoray; 'Seyircinin alışık olduğu gibi; Filmde mutlu son olsun, Asya ile İlyas kavuşsunlar' derken, Senarist Ali Özgentürk; 'Finalde Asya ile İlyas beraber olmamalı, Asya kendisine emek veren Cemşit'I tercih etmeli' demiş ve çeşitli tartışmalar çıkmıştır.

Bunun üzerine Ali Özgentürk finali yazmayacağını söyleyip ekipten ayrılmak üzereyken Türkan Şoray finali bu şekliyle kabul ederek oynamış ve bu fikri için yıllar sonra; 'O zamanlar gençtim, fikrim yanlıştı. Yönetmen Atıf Yılmaz ve Ali Özgentürk haklıydı.' demiştir.

Film;
Pek çok özelliğinin yanısıra Türk sinemasına bir yönetmen daha kazandırmıştır.
Bu yönetmen; Ali Özgentürk'tür.

Senarist - Yönetmen Ali Özgentürk 1945 yılında Adana'da doğmuştur.
Sinemaya 1971 yılında Kamera Asistanı olarak başlamış ve ilk uzun metraj filmi 'Hazal'ı 1979 yılında çekmiş ve adını duyurmayı başarmıştır.

Ali Özgentürk daha sonra; 'At', 'Bekçi', 'Su da yanar', 'Çıplak' ve 'Mektup' adlı filmleri çekmiş ve çeşitli Ulusal ve Uluslararası yarışmalarda ödüller kazanmıştır.
Ali Özgentürk, Ayrıca tanınan Gazeteci Nebil Özgentürk'ün ağabeyidir.

Filmin erkek başrol oyuncusu Kadir İnanır; 'Bu film dünya aşk filmleri listesine girecek düzeydedir. Çünkü insan ruhunun derinliğine hitap etmektedir' diyerek filme verdiği öneme dikkat çekerken, Filmin müzikleri de adeta efsane olmuştur.

Film müziklerini usta sanatçı Cahit Berkay yapmış ve bu müzikler filme büyük katkı sağlamasının yanısıra sayısız radio ve tv programlarında kullanılmıştır.

'Selvi Boylum, Al Yazmalım' Türk sinemasında bir mihenk taşı olmasının yanısıra 2010 yılında yeniden işlenmiş ve hd kalitesinde tekrar seyirciyle buluşmuştur.

Ve 'Selvi Boylum, Al Yazmalım' aldığı diğer ödüllerin yanısıra Türk Sinemasının 100. Yılında yapılan Halk Oylaması'nda '100 Yılın En iyi Film'i seçilmiştir.









2 Aralık 2017 Cumartesi

Ramak Kaldı…

Asıl adı; Samim İğde.
1973 yılında doğmuş.
Ama tanıyanlar 'Ramak Kaldı' olarak biliyor.

Peki ama neden 'Ramak Kaldı' ?
Bir sanat etkinliğinde sahnede şiir okurken yanına yaşlı bir kadın gelmiş.
Yaşlı kadının elini öptükten sonra sormuş;
- Neden geldin, buyur anne demiş.
Yaşlı Kadın gözyaşları içinde;
- Sen adeta benim kaybettiğim oğlumun kopyasısın. O'nu kaybettikten sonra  dilime  bir cümle yapıştı kaldı.  Ben de 'Sana kavuşmama  Ramak kaldı'  dedim her gün, her gece… Şimdi senden bir isteğim var. Bundan sonra ne yazarsan yaz, Ama sonuna isminden önce 'Ramak kaldı'  yaz olur mu? Bu senin mahlas'ın olsun.

Samim İğde bu konuşmanın ardından mahlas olarak 'Ramak Kaldı'yı kullanmaya başlamış ve hala öyle devam ediyor.

Samim İğde'ye dışardan  baksan  açık teni ve mavi gözleri nedeniyle; 'Göçmen' veya 'Trakya'lı  dersin  ama değil aslen Sivas'lı.
Kırk'lı yaşlarda, İstanbul'da yaşıyor.

İlk kitabı 'Ramak Kaldı'  Tunç Yayınları'ndan Ağustos 2017 yılında yayınlandı.
144 sayfalık kitapta şiirlerin arasına sıkıştırılmış kısa öyküler de var.

Şiirlerinde;
Aşk, ayrılık, hüzün, acı, keder, hasret, umut gibi insana ait değerlerin yanı sıra sistemi eleştiren çalışmalar da var.

'Ellerim çaresiz'  isimli  şiirinde  birey'lerin  yaşadığı sosyo - ekonomik  çaresizliklere  dikkat çekerek şu güzel sözleri sıralamış;

'Gördüğüm bütün gözler
Bir dilenci gibi bakıyorlar gözerimin içine
İçimi burkuyor bileği bükülmez bildiğim yüreklerin
Bu tarifi  imkansız çaresizliği…'

Samim İğde'nin şiirleri bazı platformlarda yayınlanıyor.
Kendisi de çeşitli etkinliklere katılıp, şiirlerini okumanın yanı sıra, Ülkenin en uzak köylerinde yaşayan çocuklara dokunabilmek için bazı okullara ücretsiz olarak yüzlerce  kitaplarını da yolluyor.

Mudanya'yı çok seven İğde;
'Birkaç işim kaldı İstanbul'da. Onları  hallettiğim de Mudanya'ya yerleşeceğim. İstanbul artık yaşanamaz hale geldi' diyor.
Hatta;
Mudanya'da tanıştığı 'Bir garip adam'ın balık tuttuktan sonra balığın ağzından zokayı çıkarırken 'Besmele' çektiğini  anlattığı bölüm ise; Hayata tekrardan nasıl bakmamız gerektiğini öğretir gibiydi...

Yeni kitabı bir roman…

Ve şu sıralar yeni bir kitap çalışması yapıyor.
Bu  sefer  bir roman  yazıyor.

Geçen oturduk bir kaç bardak çay içtik.
Ordan, buradan ve yazdığı romandan konuştuk.

Roman'ının  konusunu anlatırken  gözleri ıslandı.
Ben de bir ara nefessiz kaldım sanki.
Belli ki;
Çok etkileyici bir esere kavuşacak okurları.

Samim İğde;  İğneyle kuyu kazarak, derinden, sessizce ama çok güçlü bir şekilde  geliyor.

İğde;
'Kimsenin olamayacağı kadar dürüstüm üstelik
Kendime,
Hakk'a
Hakikate dürüstüm,
Melekler şahit…'


Diyor ya bir şiirinde, bence de öyle.







27 Kasım 2017 Pazartesi

Yağmur Tanyıldız / Bircan'la gelecek vadediyor...

Yağmur Tanyıldız;
Genç bir şair, yazar, gazeteci.
Yeni Çağrı ve Önce Vatan Gazetelerinde hem yazıyor hem haber yapıyor, hem de röportaj...

Tanyıldız'ın Semerci yayınlarından çıkmış 2 tane kitabı var.
2015 yılında yayınlanan; 'Kalbini Eksik etme'
 ve 'Bircan'...

'Bircan' tutkulu bir aşk öyküsü...
Yağmur Tanyıldız, 2016 yılında yayınlanan 'Bircan' isimli kitabında Deniz adında genç bir kızın tutkulu aşk hikayesini anlatıyor.
Deniz, Yüksek öğrenimini  tamamlamış fakat ekonomik özgürlüğünü henüz elde edemediği için ailesiyle birlikte yaşayan, entellektüel, içe kapanık, kendi iç dünyasında çeşitli sorunlar yaşayan genç bir kızdır.

Deniz'in hayatı bir arkadaşının doğum günü kutlaması sonrasında ciddi anlamda değişecek ve artık  hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır..

Gelen davet üzerine arkadaşının doğum gününü kutlamaya bir lokantaya giden Deniz'in yaşamı yan masada kendilerinden bağımsız bir grubun kendi aralarında bir arkadaşlarından şiir okumasını istemeleriyle değişmeye başlar.

Arkadaşlarını kıramayıp mikrofonu eline alan Serkan etkileyici bir şiir okur.
Ve Deniz hem bu şiirden hem de  Serkan'ın duruş ve tavırlarından  oldukça etkilenerek Serkan'ın peşine düşer.

Fakat Deniz'i bir sürpriz beklemektedir.
Serkan bir mahkumdur ve izinli olarak dışarı çıkıp lokantaya gelmiş,
Ertesi günse tekrar cezaevine dönmüştür.

Deniz  önce Serkan'ın arkadaşlarına ulaşır ve onların vasıtasıyla adresini alıp mektuplar yazmaya başlar.
Bir dönem sonra Serkan da bu ilgiye cevap vermeye başlar.
Artık karşılıklı bir aşk başlamış,
Deniz beklediği aşkı ve mutluluğu bulmuştur.

Deniz aşkı için ne zaman çıkacağını bile bilmediği bir adamın peşinden derin bir tutkuyla gitmeye devam eder.
Hatta bu aşk için hem ailesini, hem çevresini hem de yaşadığı kenti bile terketmeyi göze almıştır.

Mutlu aşk yoktur...
Yaşanan aşksa zaten sonu acı, gözyaşı ve hüsrandır ya;
Deniz için de bu aşkın sonu ciddi anlamda hüsran ve acıdır.
Ve söylendiği üzere;
'Mutlu aşk yoktur'...

Deniz bir şiirle tanıdığı adama;
'Bir şiirle tanıdığım adama
Bin şiir yazdım' diye bir de şiir  yazar...

'Bircan'...
Aşkın en tutkulu döneminde Serkan bir istek de bulunur.
'Beni ve yaşadıklarımı yaz...Herkes bilsin...Kitabının adını da  'Bircan' koy der.
- Neden diye sorar Deniz,
- Annemin adı, Kızım olursa adını 'Bircan' koyacağım demiştim...

Deniz sözünü tutar.

Yağmur Tanyıldız;
Tanyıldız; 'Bircan'ı yazarken oya gibi işlemiş.
Çok sakin , derinden giden öykü kitabın 58. sayfasından sonra adeta bir kasırgaya dönüşüyor:
Bazı soruları eksik bıraksa da finale doğru ciddi anlamda hem sarsıyor okuyanı hem şaşırtıyor.

Yağmur'un yaşı henüz çok genç,
Belli ki;
Edebiyatımız iyi bir kaleme kavuşmak üzere.
'Bircan' ise iyi bir filmin senaryosu olmaya aday...




KALBİNİ EKSİK ETME...

Yağmur  Tanyıldız'ın ilk kitabı.
Semerci Yayınları'ndan  2015 yılında çıkmış.
45 sayfalık minik bir öykü kitabı.

Halide genç bir kız .Evli ve  2 kız çocuğu olan Muzaffer Uğur adında bir yazara aşık oluyor.
Halide yazarı severken, Erdal da Halide'ye aşık oluyor.

Muzaffer Uğur bu aşka karşılık verip O'na aşk şiirleri yazıyor.
Halide ve Muzaffer Uğur  'Yasadışı bir aşk' yaşarken  Halide  'Haydi herşeyi bırakıp gidelim' diyor fakat Muzaffer Uğur bu teklife cevap veremiyor.

Halide büyük bir hayal kırıklığı içerisinde  Muzaffer Uğur'dan uzaklaşmaya çalışarak sevmediği halde Erdal'ın evlilik teklifini kabul ediyor ve doğan çocuğuna 'Muzaffer Uğur' adını veriyor.

Şimdi;
Mutsuz iki evlilik ve aslında ihanete uğrayan 2 ayrı insan vardır.
Bunlardan birisi Halide'nin kocası, Diğeri Muzaffer Uğur'un Hanımı....

Bir şiir dinletisinde Muzaffer Uğur yazdığı bir şiiri  hanımına okurken Halide olayı görür ve;
'İki kadını aynı şiirle sevemezsin' der.

Evet ne güzel ne doğru bir söz;
'İki kadını aynı şiirle sevemezsin' !
Çünkü;
Her şiir sadece bir kadına yazılır.





















4 Kasım 2017 Cumartesi

Kendi çocuklarını yiyen topraklar

Emrah Serbes'e 

Emrah Serbes denince akla ünlü dizi 'Behsat Ç' gelir.
Ardından  'Gezi Parkı' ve 'Muhalif' duruşu.

Emrah Serbes denince belki de akla en son olarak yazdığı kitaplar gelir.
Çünkü;
Maalesef  insanımız  hemen hemen hiç okumaz.
Ve de hatta;
TÜİK verilerine göre insanlarımızın çoğu okuduğunu anlamaz bile…

Ve yine maalesef;
İnsanımız bilgi sahibi olmadığı hemen her konuda da bir fikir sahibidir.
Ve çoğunlukla bu fikri de yanlıştır.

Bilindiği üzere Emrah Serbes bir trafik kazası yaptı.
Lütfen dikkat ediniz  bir 'Kaza' yaptı.
Adı üzerinde; 'Kaza'…
Hemen hepimizin başına her an gelme ihtimali olan bir durum yani.

Kaza sonucunda ölümler oldu.
Kazayı önce arabada bulunan arkadaşı üzerine aldı, daha sonra Serbes kazayı kendisinin yaptığını söyleyerek kazadan Altı gün sonra kendi isteği ile teslim oldu ve şu an hapiste Adaletin vereceği kararı bekliyor.

Kimse 'Emrah kendisi teslim oldu, serbest kalsın' demiyor.
Suçu neyse bedelini  ödeyecektir, ödüyor, ödemesi gerekir zaten.

Peki;
Emrah Serbes'in üstüne neden bu kadar gidiliyor?
'Hapiste ama yetmez' diyenler daha fazla ne bekliyor olabilirler?
Asılmasını mı, İşkence ile öldürülmesini mi?
Amaç ne?
Amaç;  Muhalif duruşu nedeniyle bir muhalifi daha tarihin derinliklerine gömmek.
Bunu da en çok  piyasada 'Aktroller' olarak adlandırılan kişiler yapıyor.

Şimdi biz;
- Sinan Çetin'in oğlu tavuk mu öldürdü, o neden dışarda?
- 250 adam öldürüp yurtdışına kaçanları yakaladınız mı?
- Erdoğan'ın oğlu trafik kazasında birini öldürdü mü, sonuç ne oldu?
- Emrah'ı adeta asmak isteyenlerin yüzde kaçı hırsız ya da ensest ilişki yaşıyor, araştırıldı mı, çok mu ahlaklı ya da temizler?

Diye sorsak haksız mı olacağız, ya da muhalif?


Dünyanın en güzel coğrafyası olan bu toprakların başka bir özelliği daha vardır.
Bu topraklar kendi çocuklarını yiyerek beslenir.

Bu nedenle asılmıştır Deniz Gezmiş,
Bu nedenle vurulmuştur Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Musa Anter vd,
Bu nedenle yakılmıştır Muhlis Akarsu vd,
Ve bu nedenle Paris'te yatmaktadır Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya…

Emrah Serbes'in linç edilmesine  yazılarıyla katkı sağlamaya çalışan  başta Nedim Şener olmak üzere  sözde aydın, gazeteci ya da yazarların  tavırları ise utanç vericidir.
' Erdoğan'ın oğlu trafik kazasında birini öldürdü mü, sonuç ne oldu?' sorusunu yazamadıkları /  soramadıkları sürece yazdıkları  sadece birer utanç  vesikası  olarak kalacaktır.

Son söz;
Hayatını kaybedenler için sadece 'Allah rahmet eylesin' diyerek geçemeyiz.
Büyük kayıp, büyük acı ve büyük şanssızlıktır.
Adalet eninde sonunda tecelli edecektir, Hepimiz adalete güveniyoruz.

Öte yandan;
Emrah Serbes'I de rahat bırakın artık.
Yaptığı hatanın bedelini ödesin.

Siz de zahmet olmazsa;
Bir tane Emrah Serbes kitabı alın da okumaya çalışın.
Belki bir faydası olur.



Nedim Şener'in yazısı;
http://www.posta.com.tr/emrah-serbes-yalniz-degildir-ne-yazik-ki-nedim-sener-yazisi-1337912





26 Ağustos 2017 Cumartesi

Terkedilmek insanın bir tecihi değildir.

Peçorin;  Annesi   tarafından terk edildiğinde henüz altı yaşındaydı.
O  nedenle hayattaki en derin  korku ve acısının 'terkedilmek' olduğunu bilmiyordu.

Bir gün bu korkusunun farkına vardığında;
'İnsan  bir kez terkedilmenin acısını tattığı zaman  bir daha unutamıyor demek ki' diye söylendi kendi kendine…
Terkedilmek  insanın bir tecihi değil, ona yapılan en büyük haksızlıktır.
Çünkü;
Terkedilen bir insan ertesi gün büyümüştür.
Çünkü;
Terkedilen bir insan ertesi gün değersizliğin, korkunun, kaybetmişliğin, kimsesizliğin ve yalnızlığın derin kuyularnda  yaşamaya başlamıştır artık…
Çünkü;
Terkedilen bir insan ertesi gün ölmüştür.
Bakmayın mezarlıklarda herkesin tek başına yattığına, Asıl yalnızlar bu dünyada yaşayan ve terk edilmiş  insanlardır.

Sizi en son  terk eden kişi,  Aslında siz kendi kendinizi terk etmeden önce gördüğünüz  en son kişidir.

Terketmek;  İnsani bir davranış değildir.
Terkedilmek; İnsani  bir davranış değildir.

Daha önce terk edilmiş hiçbir insan sizi mutlu edemez.




11 Ağustos 2017 Cuma

SAĞLIK OCAĞI'NDA SAĞLIK SORUNLARI

Sürekli  kızgınmış gibi  ve hatta her an birine bağıracakmış gibi bakan Altmışlı yaşlardaki adam  direk doktorun  odasına doğru  yürüdü.
Tam kapının önüne gelmişken sıra bekleyen şişko kadınlardan birisi;
- İçerde hasta var dedi.
- Ben de hastayım dedi  adam.

- Hepimiz hastayız. O yüzden burada sıra bekliyoruz. Adın yazıyor mu yukarda deyip, doktor odasının üstündeki  15 inçlik monitörü gösterdi.
Monitörde  hastaların adları ve sıra numaraları yazıyordu.

Kime sorduğu belli olmadan,
- Benim adım niye yok diye sordu  gergin ve sinirliymiş gibi bakan adam.
Soruya kimse cevap vermedi.

Yaklaşık  On, Onbeş saniye sessizlikten sonra;
- Yukardan  adını yazdırdın mı diye sordu Kürt olduğu belli olan başka bir kadın.
- Hangi yukardan dedi adam.
- Girişteki yukardan dedi Kürt kadın.
- Hastayım dedi adam. Yazdırmadan olmuyor mu?
- Hepimiz hastayız dedi güneş gözlüğünü  saçlarına takmış, sürekli öksüren kadın.
Adam üst kata çıkmak için basamaklara doğru giderken  Sağlık Ocağı'nın 'Çocuk Doğum ve Aile Planlaması Bölümü'nden 3 çocuklu başka bir kadın çıktı yanında hemşireyle.

Hemşire üç çocuklu kadını başka bir odaya alıp çocukların hem kilosunu  hem de boylarını ölçerken;
- Bu çocuklar  çok zayıf. Düzenli ve iyi beslenmeleri  gerekiyor , hepsi  zayıf bunların dedi.
-  Allah büyüktür, Allah bakar onlara dedi  Üç çocuklu kadın.
- Biz de biliyoruz Allah'ın büyük olduğunu ama bu çocukların sağlık ve beslenme sorunu var dedi hemşire biraz dik bir sesle…

Sürekli öksüren kadın yine öksürdü.
Yan tarafta sıra bekleyen  yaşlı  teyze daha da şiddetli öksürdü.
Öksürüklerden sonra  yine bir sessizlik oldu.
Kime soru sorduğu belli olmayan öksüren kadınlardan biri;
- Burada çok mu doktor değişiyor diye  bir sordu  ortalığa,
Sanki kendine sorulmuş gibi  cevapladı kadınlardan biri;
- Çok değişmiyor dedi.
Kadınlardan bir başkası;
- Çok değişiyor dedi.
Başka bir kadın;
- İyi doktorlar gitti hep kötü doktorlar kaldı dedi.

- Orhan Bey iyi doktordu ama gitti  dedi Kürt kadın
- Çok ilaç yazıyordu, Orhan Bey iyi doktordu dedi  yaşlı kadın.
Köşede sıra bekleyen numaralı gözlükleri olan kadın çok ilaç yazan doktora iyi doktor dedikleri için aşağılayarak baktı diğer kadınlara…

Sürekli  gergin ve sinirliymiş gibi bakan adam tekrar aşağı gelip doktorun  odasına girmeye çalışırken;
- Sıranı bekle amca, bak yukarda adın yazınca gireceksin içeri. Biz de sıra bekliyoruz dedi kadınlardan biri…
- Ben hastayım dedi adam.
- Hepimiz hastayız dedi  öksüren kadın. Lafını bitirir bitirmez adeta hasta olduğunu göstermek için birkaç kez üst üste öksürdü.
Genç  adam 'Labaortuvar' yazan odadan başını uzatıp içerdeki görevliye sordu;
- Burası laboratuar mı?
-Evet
- Tahlil mi yapıyorsunuz  burada?
- Yok, kan alıyoruz. Başka yere yolluyoruz.
-  Burada tahlil yapmıyorsanız, Neden 'Labartuvar' yazdınız ki?
- Ne bilim ben…Biz burada kan alıp, başka yere yolluyoz dedi içerdeki görevli kadın.
- Türkçe'yi yanlış kullanıyorsunuz dedi genç adam.

Cevap vermeden kendine kahve almaya gitti görevli kadın.

Sürekli öksüren kadın;
- Mustafa Bey siz misiniz?
-Evet.
- Sizden sonra  sıra benim. Orada adım yazıyor deyip monitörü gösterdi.
- Aynen dedi Mustafa, Ne mutlu size…





31 Temmuz 2017 Pazartesi

BİR CENAZE İŞİ VARDI...

- Yoktun uzun zamandır, nerelerdeydin?
- Bir cenaze vardı, o işlerle uğraştım.

- Başınız sağolsun, çok mu yakınınızdı?
- Hayır değildi...
- Uzaktan tanıdık mıydı?
- Hayır değil...

- Anlamadım?
- Kendimi gömdüm.






24 Temmuz 2017 Pazartesi

DİK DURAN ANTENLERDEN RAHATSIZ OLAN ÇOCUK



- Neden bu çocuğun tek başına karşıdan karşıya geçmesine izin veriyorsunuz, belli ki salağın teki bu...geçemez tek başına...Arabalara kaza yaptıracak...
- Bağırma be ...Ne bağırıyon el kadar çocuğa?



- El kadar ama tüm arabaların radyo antenlerini düzeltiyor dik duruyorlar diye...Kaç tane antenı kırdı...
- Olsun ...rahatsız oluyor o dik duran antenlerden..
- Salak bu çocuk salak...tedavi ettir onu...


- Götürdük herhalde doktora...'O'nun kendisi öyle düzelmez' dedi doktor...Babasına çekmiş...


- Hay babasının da, anasının da...




20 Temmuz 2017 Perşembe

MİLLİ İRADE VE BERBER CEMİL...

Seninki;
- Dolarlarınızı bozdurun ekonomi düzelsin dedi.
Bazı kekolar gibi Berber Cemil de ne varsa bozdurdu ve dükkanın camına 'Dolarını bozdurana traş bedava' yazdı.

10 Dolar'a kadar bozduran sıraya girdi.

İşler arttı, gelir düştü.

O ay Berber Cemil kirayı ödeyemedi, dükkan sahibine;
- Yaşasın Milli irade önümüzdeki ay ikisini birlikte öderim dedi.

Önümüzdeki ay yine ödeyemedi kiraları.
Dükkan sahibi tekrar geldi;
- Kirayı versen iyiydi be Cemil'cim dedi.

Berber Cemil;
- Yaşasın milli irade, önümüzdeki ay üçünü beraber öderim dedi.
- Lan yedirme milli iradeni, parayı ver ibne dedi dükkan sahibi.

Aralarında hır çıktı ve dükkanı boşaltmak zorunda kaldı Berber Cemil.
Şu an işsiz.

Sonuç; Ne dolar düştü, ne ekonomi düzeldi..
Ancak; Berber Cemil'in bozdurduğu dolarlar evin dekorasyonuna gitti.
Yengem Berber Cemil'e kızdı.
- Git kendine bi iş bul, ne yiyecek bu çocuklar? dedi.

'Milli irade' demeye çalışırken Berber Cemil.
'Sakın ha' dedi yengem, Sıçarım ağzına'...


25 Mayıs 2017 Perşembe

HALK OTOBÜSÜNDE İKİ TRAVMA

Bakırköy, Yakuplu Halk Otobüsü'ndeyiz.
Beklenen ve olması gerekenin aksine yanlışlıkla otobüs sakin, ayakta kimse yok.
Kıyıda, köşede iki kişilik bir koltuk var ve genç bir kız tek başına oturuyor.
Üstelik koltuğun birine de çantasını koymuş.
O kadar rahat yani...


Ben de;
Akbil bastığım için, T.C Vatandaşı olduğum için ve her sıradan insan gibi şayet boş yer varsa, ayakta duran yaşlı, hasta, ölmek üzere olan birileri yoksa 'oturma hakkımı' kullanmak için o koltuğa doğru gidip;



- Müsaade eder misiniz? dedim.

Kızcağız sanki koltuk tek kişilikmiş de ben de O'nun kucağına oturmak istiyormuşum gibi bir bakışla ve istemeyerek çantasını kucağına aldı.



Sakince oturdum.
Çantamdaki gazeteyi çıkarıp, okumaya başladım.
Kızacağız ise bir sağa bir sola dönerek ne kadar rahatsız olduğunu anlatmaya çalıştı ama gıcıklığına kalkmadım.


Ve fakat bir sonraki durakta bir, iki yolcu inince, hemen şoförün arkasındaki, en kral koltuk boşa çıktı.
Ben de  'Şuraya geçeyim de Kızcağız da bundan sonra yatarak yoluna devam etsin' diye kalkmaya çalışırken



O da aynı koltuğa oturmak için hamle yaptı.
Ama koltuk bana daha yakın olduğu için en güzel koltuğu ben kaptım.

'Öfff' diye bir sesle tekrar yerine oturdu garibim.


Bir sonraki durakta sanki yirmi kişi bu hattı bekliyormuş gibi aynı anda otobüse saldırdı ve bir anda her yer doldu.
Ve binenler arasındaki en Hanzo'su da o kızın yanına gidip;
Sert bir şekilde;
- Çekil kenara dedi.



Ve daha kızcağız toparlanmaya vakit bulamadan oturdu koltuğa.

Hanzo nasıl taciz edip, nasıl rahatsız ettiyse kızcağızı inecekmiş gibi kalktı koltuktan
O kalkar kalkmaz da bir başkası oturdu onun yerine.

Daha sonraki durakta otobüs daha da kalabalıklaştı.
İnmedi de kızcağız.


Otobüs hattı gereği çok sayıda erkek birazcık da (!) kaba erkek dolunca iyice erkeklerin ortasında kaldı ve ciddi anlamda rahatsız olmaya başladı.

Olaylar hemen yanıbaşımda olduğu için neler yaşadığını iyice anlayabiliyordum.
- Siz gelin oturun dedim, Ben ineceğim.
Hem de Bağlar'a en az 5,6 durak varken...



Bir şey demeden oturdu koltuğa.
Ben de yanıbaşında, ayakta yolculuğa devam ettim.

Bir sonraki durakta şoför tüm kapıları açtı, Orta ve arka kapıdan inenler, indi.
Fakat ön kapı açık olmasına rağmen kimse binmedi.

O esnada aniden adamın biri kafasını uzatıp;
- Nereye gidiyorsun? diye sordu Şoföre,
- Yakuplu dedi şoför.
- Borusan'a gider mi?
- Yok gitmez.
- Hangisi gider?
- 70 B gider...




- Geç gelir mi?
- Yarım saati bulur.
- Yarım saat geç olur.
- Trafik var.
- Nerde?
- Şirinevler tarafında.
- N'olmuş ki?
- Minibüslere özel durak yapıyorlar ya, yol kapalı...


Biraz sessizlik...


- Sen o taraftan geçmiyor musun?
- Yok. Ben Yakuplu'ya gidiyorum.
- Yakuplu ne tarafta?
- Yakuplu tarafında.

- Borusan o tarafta değil mi?
- Yok değil. Borusan Halkalı'ya giderken...
- Sen Halkalı tarafına gitmiyor musun?
- Yok biz Yakuplu'ya gidiyoruz.
- O tarafa hangisi gider?
- 70 B gidiyor...
- Ne zaman gelir?
- Yarım saate gelir...

- Ben Borusan tarafına gidecektim acil olarak...

- Yok biz Yakuplu'ya gidiyoruz.

- Yakuplu Borusan'a uzak mı?
- Yok.. Borusan Yakuplu'ya uzak...Ters kalıyor.
- Yakuplu mu ters kalıyor?
- Yok Borusan ters kalıyor.


- Anladım. Gitmiyosun o tarafa yani?
- Yok, aynen.





24 Mayıs 2017 Çarşamba

SEFAKÖY LİSESİ'NDE PİLAVIN TADI YOK

Binlerce  mezun vermiş, Küçükçekmece'nin en köklü  liselerinden birisidir Sefaköy Lisesi.
Vaktiyle  İlk, Orta ve Lise bölümleri aynı binayken  orada okumuş  bizler içinse daha da farklı bir anlamı vardır.
Ve  geçtiğimiz yıllarda okulun binası yıkılıp, yenisi yapılmış ve adı da değiştirilerek; 'Dr. İsmet Birgül  Lisesi' olmuştu.
Bu  kararın altında imzası olanlardan birisi de  dönemin İstanbul  Valisi  Muammer  Güler'di.

Daha sonra;
Sefaköy  Lisesi'nden mezun olan öğrencilerin  girişimi ile okulun adı tekrar geri alındı ve adı; 'Sefaköy Anadolu Lisesi' yapıldı.
Dr. İsmet  Birgül'ün adı ise; Cennet  Mahallesi'nde yapılan yeni  bir okula verildi.
Bu çabaların ardından mezunlar  'Pilav Günü' yapmaya karar verdiler.
Ve  aşağı yukarı yaklaşık dört  yıldır düzenli  olarak yapılıyor.

Okulun adının geri alınması  için hemen herkesin elinden geleni yaptığı  gibi, bu yazıyı yazan kişinin de neler yaptığını bilenler bilir.

Ancak;
Bu  'Pilav Günleri'ne hiç katılmadım.
Onca  çabadan  sonra  merak  edenlere  açıklamak isterim;
Neden mi  katılmıyorum?
Öncelikle  okulun adının alınması gayretlerinin  dışında bu  konuyla ilgilenen  kişilerin samimiyetine inanmıyorum.
Çok fazla Küçükçekmece Belediyesi'ni  ve  dolayısıyla  belli  bir partiyi  bu organizasyona  ortak ve belki  de sponsor yaparak  'siyasi' davrandıklarını düşünüyorum.
Bu fikrim başından beri böyleydi ve bugün de böyle.

Zaten son 'Pilav Günü'ndeki  görüntüler  hepten bu işin tabir-i caizse zıvanadan çıktığını, tamamen  siyasi bir reklama  dönüştüğünü göstermekte.

Bu  eleştiriyi ilk ifade eden kişilerden birisi  olduğum halde bugün gelinen noktada  çok sayıdaki mezunun aynı  fikirde olduğunu biliyorum.

Ve önümüzdeki yıllarda bu  zihniyet değişmezse  katılım daha da azalacak ve mezunlar arasındaki duygusal bağ  daha da zayıflayacaktır.

Sonuç olarak;
Sefaköy Lisesi'nde pilavın tadı yok.
Çünkü;
Sefaköy Lisesi mezunları  arasındaki  duygusal  bağ  zedelenmiş, Mezunlar  kendi  aralarında  bölünmüştür.

Çünkü;
 'Pilav Günleri'nin içine katılan siyasi fikirler,  buradan  siyasi rant sağlamaya çalışan  politikacılar, bu politikacılardan bir şey bekleyenler ve aklı sıra  o kadar mezunu belli bir siyasi görüşe angaje edeceğini zannedenler  ciddi  kırılmalara neden olmuşlardır.

Bu iş  siyaset yaparak olmaz.
Biraz daha bu işin içine  siyaset katılırsa belki de senede 2 kere 'Pilav  Günü' yapılacaktır.

NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...