Sebahattin Ali'nin yazdığı muhteşem bir şiir vardır,
Adı: ''Ben yine sana vurgunum''...
Şöyledir;
''Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum
Gönlüm seninkine yardı
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı
Ben gene sana vurgunum
İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum''
Kimini annesi terkeder, kimini babası, Kiminin
annesi ölür, kiminin babası, Ve hayat küçük bir sokak kedisi gibi getirip bir
üvey annenin ya da üvey bir babanın kucağına bırakır onları...
Ve o camdan kalp bir daha hiç düzelmeyecek şekilde
kırılır, yaralanır, kanamaya başlar.
Akşam hava kararınca, çocukları anneleri eve
çağırmaya başlar, ama onu kimse eve çağırmaz, yapayalnız kalır sokak ortasında.
Ayakları geri geri gitse de mecburen eve döner,
Yemekler çoktan yenmiş, ortalık neşe içindeyken o
içeri girince buz gibi bir sessizlik kaplar evi.
Sanki herkes 'Neden geldin?' der gibi bakar
gözlerinin içine.
Çoğu zaman yedikleri güzel yemekleri saklayanlar,
bir tabak yemeği sert bir şekilde masaya bırakırlar.
Üvey çocuklar bu nedenle; çok hızlı yemek yerler,
çoğu zaman da yarı aç yarı tok kalkarlar masadan.
''Karnın aç mı ?'' sorusuna her zaman ''Tokum'
derler, o bakışlarla karnı çoktan doymuştur zaten...
Kendi çocuklarını koynuna alıp uyuyanlar yan odada
kendi anne - babasının hayaliyle uyumaya çalışan gözü yaşlı çocukları
hatırlamazlar bile...Uykusunda annesine sarılan her üvey çocuk gözyaşlarını
deniz zannederek babasıyla yüzmeye gider... Annesine sarılır, koklar, babasıyla
top oynar, ders çalışır...
Sabah olsun istemez, uyanmak istemez. Ama hayat bu
uyanmak zorundadır, kalkmak zorundadır ve işkence tekrar başlar.
Herkes okula ailesiyle giderken, o yalnız gider,
Herkes güzel beslenme çantalarını açıp yemek
yerken, ona ekmek arasına konmuş iki dilim peynir düşer.
Haftada bir kez banyo yapar, kendi kokusunda bile
annesinin kokusunu arar ama bulamaz, Elbiseleri özensizce yıkanmış ve
giydirilmiştir. Çorabının yırtık olduğunu söylemeye bile utanır, utanarak
yırtık çorapları giyer...
Gözlerinin içine bakanlar sevgiyle değil,
suçlayarak bakarlar. Zamanla kendisi de inanır suçlu olduğuna...
Kendi çocuklarını geçmesin diye, hem okulda, hem
iş hayatında hem de yaşamda başarısız olsun diye binlerce tuzak kurarlar, yalan
söylerler, soyup soğana çeviriler onu yakın bildikleri...
Şiddet, alkol ve uyuşturucu batağına saplanmadan
büyüyebilenlerden iyi sanatçılar, aydınlar, şairler, yazarlar, devrimciler
çıkar.
Yaşar Kemal üveydir,
Cemal Süreyya üveydir,
Mehmet Fuat üveydir...
Uzar gider bu liste...
Hemşire iğne yaparken her çocuk ''Anne ağrıyor''
diye bağırırken üvey çocuklar hiç bağırmaz.
Çünkü hiç bir iğne içindeki acıdan daha büyük
olamaz...
En çok kalp krizinden ölür üvey çocuklar, bunca
yükü yıllarca taşımak önce kalplerini yorar çünkü...
Hiçbir üvey anne ya da baba kendi çocuğu kadar,
kendi çocuğu gibi sevmez üvey çocuğunu, söylenen sevgi sözcükleri yalandır,
inanıp bu yalanın bir parçası olmayın...
Hiçbir üvey çocuk kendisini terkeden anne babasını
affetmez ama dudaklarında şiirin şu mısraları sürekli saklı kalır;
''Senden uzak kalsam da
Başkalarına gülsem de
Sevmediğini bilsem de
ben yine sana vurgunum'...
Yazıyı şahsıma ait, bir gün mutlaka çocuk esirgeme
kurumu kapılarına asılacak olan şu sözle tamamlayalım;
''Üvey bir çocuğa sürekli üvey olduğunu
hatırlatmak,
İnsanlık suçudur''...