29 Ağustos 2018 Çarşamba

BUL KARAYI AL PARAYI

Dört günlük Kurban Bayramı hükümetin isteği üzerine Dokuz günlük tatile çevrilince İstanbul boşaldı.
Yollar, sokaklar, trafik rahatladı.
Zengin olanlar tatil köylerine, Fakir olanlar köylerine gitti.
Hiç parası olmayanlar ise İstanbul’un  tadını çıkarmaya çalıştı.

Ve tatil bitti, Büyük kaos yeniden başladı.
Herkes ‘ekmek parası’ için İstanbul’a geri döndü.

Bu hareketlenme gösteriyor ki; Aslında kimse İstanbul’da yaşamak istemiyor.
Çünkü; İstanbul beton demek, gürültü demek, trafik demek, kaos demek, cehennem demek.
Ve fakat  İstanbul  aynı zaman da; Rant demek, vurgun demek, talan demek.
Garibanlar içinse; İş demek, aş demek.
Kısacası;  ‘Ekmek  parası’ demek.

İstanbul’da herkes alınteriyle para kazanmıyor elbette.
Her yol var. Her tip, her model var.
Bu akıllılardan birisi de bayramın hemen ertesi ilk iş günü Galata Köprüsü’nde işe başlamış.
Almış eline iskambil kağıtlarından birkaç parça  ‘Bul karayı, al parayı’ yapıyor.

Ne demek;  ‘Bul karayı, al parayı?’,
Adamın elinde Üç tane oyun kağıdı var.
Kağıtlardan İki’sinde  Kırmızı renk var.
Diğer kağıt ise ‘Kara – Siyah’ renkte.

Adam bu Üç kağıdı önce açıp, gösteriyor daha sonra ters çevirip karıştırıyor.
Ve bu Üç kağıdı ters olarak yere bırakıyor.
Parayı basıp bir kart seçen şayet seçtiği kart;  ‘Kara – Siyah’ ise koyduğu paranın İki mislini alıyor.
Yani;
Karayı bulup, parayı alıyor.
Yani; yattığı yerden, alınteri olmadan para kazanıyor.

‘Bul karayı, al parayı’ mantığı neyin kafası biliyor musunuz?
Çiftlik Bank kafası ya da Kaşar Bank kafası.
Ve hatta ‘Boğaziçi Köprüsü’nü satma, satın alma kafası.

Maalesef ülkenin geldiği siyasi, ahlaki kafanın sonucu bu.
Kısa yoldan, emek vermeden köşeyi dönme kafası.
Yani; Vurgunun, talanının, yandaşa peşkeş çekme kafasının minik bir örneği.

Haa;
‘Bul karayı, al parayı kafası yeni bir şey de değil,  Çok eskiden de vardı bu kafa’ derseniz, haklısınız.
Taa, 1970’li yıllarda bile vardı  ‘Bul karayı, al parayı’ oyunu.
O yıllarda özellikle lunapark ve halkın kalabalık olduğu mekanlarda oynatılırdı bu oyun.
Hatta bu olay rahmetli Kemal Sunal’ın filmlerine bile konu olmuştu.

Demek ki;
Zaman değişse de, hükümetler değişse de halkımızın bu kısa yoldan soyma ve soyulma isteği / kafası değişmiyor.
Bu yüzden dön bak bir, bu kadar tarikat, sözde yardım dernekleri, kastelli, jet fadıl, çiftlik bank sayısı azalıyor mu hiç?

‘Bul karayı, al parayı’ kafası ülkemiz insanın ‘ortalama insan kafası’dır.
Yakışmıyor sana yakışıklı memleketim.
Bu kafa sana yakışmıyor.
Bak sonunda buldun karayı aldın parayı pardon karayı.
Belki de; ‘Kara para’ da buradan çıkmıştır.




24 Ağustos 2018 Cuma

SON BABA; HAKAN TAŞIYAN…


İnan ki ağlamadım
Hüzünlüyüm sadece
Gözlerimdeki nemler çiğ gibi
Yağar böyle her gece

Güz gülleri gibiyim
Hiç bahar yaşamadım
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca
Ya sevince geç kaldım

Şimdi delicesine
Sevmek istesem bile
Sonbahar sisi çökmüş üstüme
Sevincim buruk yine…’


Bu güzel şarkı’nın Güfte ve Bestesi Selim Öztaş’a aittir.
Usulü; Sofyan ve  Makamı; Kürdi bir eserdir.

2000 yılında piyasaya bomba gibi düştü bu şarkı.
Herkes Müslüm Gürses’in yeni bir albüm yaptığını zannetti.
Ama dikkatle dinleyenler ile ‘Müslümcüler’ bu sesin çok benzese de bir başkasına ait olduğunu hemen anladılar.
Bu kişi genç bir adamdı. Adı; Hakan Taşıyan.





Hakan Taşıyan;
9 kardeşli bir ailenin  ortanca çocuğu olarak  1973 yılında Ankara’da dünyaya geldi.
Doğu’lu bir baba ile Karadeniz’li bir annenin evladıdır.
Babası kenar mahallelerde klarnet çalarak evini geçindirmeye çalışırken kardeşleri de çeşitli müzik aletleri çalıyordu.
Hakan Taşıyan da aileden gelen bu yetenek doğrultusunda müziğe ilgi duyuyor zamanının çoğunu bu aletlerle geçiriyordu.

Bir düğün salonunda bir şarkı söyleyip beğeni aldıktan sonra bu dünya ile bağlantısını koparamayacağını daha iyi anlamıştı.
Bu bağlantı askerlik yaşamı boyunca da devam etti. Hatta askerlik yaşamı boyunca bu konudaki şöhreti daha da arttı.
Askerlik sonrası komutanlarının desteği ile kaset çıkarmaya karar verdi.

Ve günlerce Unkapanı’nda dolaştı. Ancak Müslüm Gürses’e benzeyen ses tonu nedeniyle rağbet görmedi ve kapılar tek tek yüzüne kapandı.






İSTANBUL’DAN ANKARA’YA…
İstanbul’da aradığını bulamayan Hakan Taşıyan yönünü  tekrar doğup, büyüdüğü  Ankara’ya çevirdi. Ve Ankara’da Sıla Müzik firmasına müracaat etti.
Firma yetkilileri bu sese hayran kalarak 1996 yılında ‘Hesabım Bitmedi Seninle’ isimli albümü yaptı.

1997 yılında yaptığı ‘Sensiz İki Gün’ isimli albüm ile de deyim yerindeyse patladı.
Bu albüm sonrası kısa sürede hayran kitlesini milyonlara ulaştıran Hakan Taşıyan gelen baskılar sonucu çok istemese de ‘Hesabım bitmedi’ adlı bir dizide de oynadı.



HAKAN TAŞIYAN ve ALBÜMLERİ…
1998 yılında; ‘Gözün Sevem’,
1999 yılında; ‘Kıymetini Bilemedim’,
2000 yılında çok büyük bir çıkış yakaladığı ‘Güz Gülleri’ adlı albümünü ve 2002 yılında ‘Mor Hicranlar’ adlı eserini piyasaya sürdü.
Hakan Taşıyan;
2003 yılında; ‘Hakan Taşıyan 2003’,
2004 yılında; ‘Türkülerle’,
2005 yılında; ‘ Mutluluk Yağmuru’,
2007 yılında; ‘Ya Sen Ya Hiç’,
ve 2012 yılında; ‘Gitme Gülüm’ adlı eserlerini yaptı.



MÜSLÜM GÜRSES BENZETMESİ…
Arabesk müziğin efsane ismi rahmetli Müslüm Gürses sıkı bir Neşet Ertaş hayranıydı. Müslüm Gürses Bozlak Üstadı Neşet Ertaş’ı büyük bir beğeni ile takip ediyor ve zaman zaman O’nun  türkülerini kendi albümlerinde de söylüyordu.
Ve elbette Müslüm Gürses’in de bir hayranı vardı. Bu kişi de genç şarkıcı Hakan Taşıyan’dı.

Evet Hakan Taşıyan’ın ses tonu ve şarkıları yorumlama tarzı Müslüm Gürses’e benziyordu ama O kendisinin Müslüm Gürses’i taklit etmediğini bir türlü anlatamıyordu.
Hatta;

Müslüm Gürses’in bir Hakan Taşıyan şarkısını dinledikten sonra; ‘Ben bu şarkıyı ne zaman söyledim?’ diye söylediği de rivayet edilir.
Hakan Taşıyan ‘Müslüm Gürses taklidi’ önyargısını aşmakta ömrü boyunca zorlandı.
Oysa Müslüm Gürses de ‘Yasemin’in Penceresi’ adlı programa konuk olarak katılmış ve tarzları arasında ciddi farklar olduğunu söylemiştir.


HAKAN TAŞIYAN VE ALKOL…
Çok genç yaşta büyük bir şöhrete kavuşan Hakan Taşıyan yaptığı iş ve girdiği ortamlar gereği maalesef alkolün tuzağına düşmüş şanssız sanatçılardan birisidir. 

Sevenleri tarafından; ‘Şayet alkol tuzağına düşmese çok daha iyi yerlerde olabilirdi’ diye değerlendirilen Hakan Taşıyan zaman zaman alkol nedeniyle hem tv ve konser programlarında hem de günlük yaşamında kendisine yakışmayacak durumlara düşmüştür.

Hakan  Taşıyan sessiz kaldığı son Beş yıllık süreç içerisinde bu sorundan kurtulduğunu sevenlerine müjdelemiştir.



ŞEBNEM  KISAPARMAK TEZGAH KURDU…
Kanal 7’de haber spikeri olarak karşımıza çıkan Şebnem Kısaparmak asıl ününü türkücü Fatih Kısaparmak’ın eşi olmasına borçlu.


Fatih Kısaparmak ise Ahmet Kaya’nın memleketi  salladığı yıllarda piyasadan para toplamak veya ‘voleyi vurmak’ için öne sürülmüş sözde ‘solcu’, sözde ‘demokrat’, sözde ‘devrimci’ bir türkücüdür…

Hatırlayanlar bilecektir şöyle bir şarkı vardı;


‘Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur
Kilimin dilinden ancak anlayan okur
Sırlarımı verdim sana sevgimi verdim
Şu gönlümü kilim yaptım yoluna serdim

Ayıptır günahtır diye kilit vurdular dilime
Aşkı dokudum kilime anlıyor musun…’

‘Kilim’ isimli bu şarkı 1987 yılında çıktı. Ve hem  bu şarkının hem de Fatih Kısaparmak’ın geniş kitlelerce tanınması ise 1989 yılında oldu.


Sözde ‘Devrimci’ Fatih Kısaparmak ve bu şarkısını kim mi meşhur etti?
İnanmayacaksınız ama; Polis Radyosu!

Evet Polis Radyosu  ısrarla ‘Devrimci ‘ Fatih Kısaparmak’ın şarkısını çaldı, durdu.
O dönemde bazı sanatçılar içerdeyken, bazı sanatçıların adını anmak bile suçken Fatih Kısaparmak’ın böylesine desteklenmesi ne kadar ilginç değil mi?

Dedik ya;
Öte yandan İstanbul, Eyüp’te kurulan ve İslami çevrenin yayın organı olan Kanal 7’nin haberlerini ise Şebnem Kısaparmak sunuyordu!

İnsanın aklına garip sorular geliyor;
Örneğin;
Kanal 7 hiç mi eleman bulamamış da bir solcu, devrimciyi işe almış, haber sunumu yaptırıyordu?


Şayet Şebnem Kısaparmak solcu / devrimci değilse, solcu / devrimci Fatih Kısaparmak ile hangi eylemde tanışmış, aşık olmuş ve evlenmişti?...

Zamanla Şebnem Kısaparmak Kanal 7’den haftalık 50 Bin lira istediği için kovuldu ve farklı kanallarda farklı formatlarda programlar yaptı.


Hatta; bazen şair oldu, bazen şarkı – türkü söyledi, bazen kliplerde oynadı, bazen sosyal içerikli programlar yaptı.

Tıpkı kocası gibi sağlam bir çizgisi olmadı.
Her zaman sistemin, güçlünün, popüler olmanın ve para kazanmanın yanında oldu.
Bunun en bariz örneği; Bu karı – kocanın 2015 yılında TRT’de aynı anda ‘Kilimin Dili’ adında program yapıp dünyalar kadar para almış olmalarıdır.

Söyledik ya; Fatih Kısaparmak Ahmet Kaya’ya alternatif olarak sunulmuştu, Ama, Ahmet Kaya’nın tırnağı bile olamadı.
Samimi, halkçı, solcu, sanatçı değildi.
Para kazanmak için şarkı – türkü söyleyen 'sıradan bir türkücü' kimliğinin üstüne çıkamadı.

Şebnem Kısaparmak ise reyting uğruna, para uğruna, daha çok izlenmek ve gündemde kalabilmek uğruna hiç gözünün yaşına bakmadan Hakan Taşıyan’ı bir programında harcadı, gitti.

Hakan Taşıyan’ın meşhur ‘ O kilitler açılsın, Kardeş kardeşe kıymasın. Biz ne yapıyoruz ki?’ dediği programı yayınladı.


Hakan Taşıyan o programda haddinden fazla alkollüydü. Değil şarkı söylemek, ayakta bile durmakta zorlanıyordu.



Ve Şebnem Kısaparmak bu durumu bildiği halde, sonucun Hakan Taşıyan için bir felaket olacağını bildiği halde programı yayınlamayı sürdürdü.
Ve Hakan Taşıyan’ın ipini çekti.

Dileyen kişiler you tube’a ‘Şebnem Kısaparmak, Hakan Taşıyan’ yazarak  bu program bulup, izleyebilir.

Hakan Taşıyan bu programdan sonra 5 yıl hiçbir albüm çalışması yapmadı. Hatta aynı zamanda akrabası olan eşi ve eşinin ailesinin yanına Avustralya’ya gitti.
Ve anladığımız kadarıyla orada hem alkol sorunundan hem de fazla kilolarından kurtularak geri döndü.


SESSİZ SEDASIZ DÖNÜŞ…
18 Ocak 2018 tarihinde tam Altı yıl sonra Hakan Taşıyan yeni bir albüm ile sevenleriyle buluştu.
‘Sessiz Sedasız  Dönüş’ adını taşıyan bu albüm adeta Hakan Taşıyan’ın da sessiz, sedasız bir  şekilde geri dönme çabası olarak da değerlendirilebilir.
Albümde Dokuz şarkı yer almaktadır.

Kıng Music etiketiyle piyasaya çıkan albümde Ali Öç, Taner Solak, Ali Tekintüre, Mustafa Yaşamış, Vural Şahin, Tarık Ağansoy, Fethi Demir,Yusuf Bulut ve Ahmet Demir gibi müzisyenlerin eserleri bulunmaktadır.

İstanbul Belgrad Ormanları’nda çekilmiş mütevazi bir klip ile tanıtımı yapılan albüm için Hakan Taşıyan; ‘Güzel şarkılar bulmayı bekledim, nasip bugünlereymiş. Sevenlerimi özledim. Onlar için güzel şarkılar seçtim. Albümde uzun hava, türkü, arabesk kısaca her şey var. Gönüllerdeki yerimi tazelemek istiyorum’ demiştir.




İNSAN OLARAK HAKAN TAŞIYAN…
Hakan Taşıyan insan olarak  son derece iyi niyetli, yetenekli, mütevazi, efendi, gelenek ve göreneklerine bağlı  değerli bir sanatçıdır.

Hakan Taşıyan’ın kişiliğini anlamak için şu olayı bilmek yeterlidir.
Hakan Taşıyan oynadığı bir dizide rol gereği Yeşilçam’ın eski figüranlarından birisine vurmak zorundadır, fakat vuramaz.


Tv yapımcısı Mesut Yar bunun nedenini sorduğun da;’ Olur mu öyle şey. O kişi bizim büyüğümüzdür nasıl vurayım?’ demiştir.

Arabesk’in efsane isimlerinden bazılarının rahmetli olması, bazılarının sağlık sorunu yaşaması ve bazılarının sahne yapmaması nedeniyle kendisi bu akımın son efsane ismi olarak değerlendirilebilir.

Bize göre de; Hakan Taşıyan arabesk müziğin ‘Son Baba’sıdır.




14 Ağustos 2018 Salı

İNTERNET FENOMENLERİ İLE CANLI YAYIN / HAZRETİ YASUO

Bizim zamanımızda ‘mektup’ vardı.
Varsa bir hasretin, vereceğin bir haberin, bir derdin mektup yazar, tanıdıkların hepsine selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper, kağıdı zarfa koyar yollardın.


Mektubun kaç günde gideceği, gidip -  gitmeyeceği, alıcısına ulaşıp – ulaşmayacağı, cevabın gelip – gelmeyeceği şansa kalmıştı.

Daha sonra Seksen’li yıllarda evlere ufaktan telefonlar bağlanmaya başladı.
Öyle her isteyene telefon verilmez, sıra beklenirdi.
Normal vatandaşlar birkaç yıl telefon beklerken ‘torpil’i olanlar bir yıl içinde telefon alınca kendilerini özel hissederlerdi.

Hatta önemli bir iş olunca mahallede telefonu olan evin numarası verilir, orasının aranması söylenirdi.
2000’li yıllarda teknoloji iyice gelişti.
Ve ‘bilgisayar – internet çocukları’ meydana geldi.
Eminim ki;
Bu çocukların çoğu yukarıda anlattıklarımı gülerek okumuşlardır.
Ülkenin nerelerden geçtiğini pek bilmezler.

Kısa zaman içinde bu internet çocukları kendi kültürlerini de yarattılar.
Kendilerine has bir dil, yaşam biçimi ve insan ilişkileri oluşturdular.
Örneğin;
‘Selamın Aleyküm’ yerine ‘Sa’ yazdılar,
‘Aleyküm Selam’ yerine ‘As’ yazdılar,
‘Merhaba’ yerine ‘Mrb’,
‘İyiyim’ yerine ‘İiiii’ yazdılar…
Oysa bu dil bizlere baştan çok komik, çok yabancı, çok ilkel gelmişti.
Zamanla bu dile bizleri de alıştırdılar.

Saatlerce bilgisayar veya cep telefonu başından ayrılmayan bu çocuklar sosyalleşmeyi de kendi ilgi alanlarına yönelik kurdukları gruplarda buldular.
Yüz yüze görüşemeseler de tüm dünya ile bağlantı kurabiliyorlar, kendi eğilim ve zevkleri doğrultusunda iletişim kurabiliyorlardı.


Ve hemen hepsinin hemen hemen tüm sosyal medya platformlarında hesapları oluyor, kendilerini  diledikleri alanda rahatça ifade edebiliyorlardı.

Bu platformlardan bir tanesi de ‘internet yayıncılığı’…
Bu alanda kendi içinde farklı birkaç bölüme ayrılıyor.
You Tube, Twitch, Facebook, Twitter, İnstagram vs. gibi.
Ve elbette bu paltformlarında bazı ‘etkili adam’ları var, ‘önemli adam’ları  var, ‘popüler adam’ları  var.
Bu adamlara da ‘internet fenomeni’ diyorlar.
Yani ünlü bir sinema yıldızı gibi ya da ünlü bir şarkıcı gibi.

Mustafa Yavuz da internet fenomenlerinden biri.
Peki günlük hayatta çok kullanıyoruz ama ‘Fenomen’ ne demek?


Fenomen; Fransızca kökenli bir kelime.
‘Olgu, olay’ demek.
‘Hayranlık uyandıracak kadar dikkat çekici olan şey veya kişi’ anlamında da kullanılıyor.


Şayet bir kişiye ‘internet fenomeni’ deniyorsa o kişi; hayranlık uyandıran, herkes tarafından takip edilen, meşhur birisi demektir.

Dedik ya; Mustafa Yavuz da bir internet fenomeni.
22 yaşındaki Mustafa Yavuz İstanbul doğumlu.
Gelişim Üniversitesi’nde öğrenci.
4 yıldır twitch, 2 yıldır da you tube yayıncısı.


Ve 402 bin takipçisi var.
Yani sıradan bir tv kanalından daha çok izleniyor, daha çok takip ediliyor.
Kendine has sponsorları da var.

Takipçilerinin çoğu onu Mustafa Yavuz olarak tanımasalar da internetteki adıyla ‘Hazreti Yasuo’ olarak tanıyorlar.
‘Hazreti Yasuo’nun da kendine has bir dili var.
Bizim yaşımızdakilere göre oldukça kaba bir dili olmasına karşın hayran kitlesi o dile bayılıyor.


Bu arada bilmeyenler için söyleyelim;
‘Hazreti’ kelimesi ‘saygı duyulan kişi’ anlamında kullanıldığı gibi ‘sayın’ anlamında da kullanılıyor.

‘Hazreti Yasuo’ geçenlerde canlı yayınına babasını aldı.
Babasıyla yaptığı yayın sonrası sağolsun beni de canlı yayına aldı.
‘oradan – buradan’ konuştuk işte.
Canlı yayın sırasında yine canlı olarak izleyenler de yorum yazabiliyorlardı.
Gelen yorumları okurken kimi zaman kahkaha krizine girdim; Akla, hayale gelmeyecek  yorumlar yaptılar, hem de kendi jargon ve ifade tarzıyla.
Her adamın katlanacağı yorumlar değildi ama dedik ya; bu kuşak böyle işte…

Mustafa Yavuz son derece efendi, güzel bir adam.
Ve fakat ‘Hazreti Yasuo’ durdurulamaz bir çılgın.

Hangi adını kullanırsa kullansın ben o adamı çok sevdim. Kendi işinde son derece başarılı birisi. Yolu açık olsun.

‘O yaşta sen o adamı nereden tanıyorsun?’ diye soran olursa söyleyelim.
Oğlum Ozan’ın arkadaşı.
Ozan da aynı yolda yürümeye çalışıyor.
İnternete ‘Hazreti Yasuo’ yazın ve kanalına abone olun.
Çocuklarımızın önü açılsın.
Gelecek bilişim’de , konuyla ilgilenenlere destek olmak lazım.





7 Ağustos 2018 Salı

ERKEKLER NEDEN KENDİLERİNİ SEVEN KADINLARI TERKEDERLER?

Başlık uzun, konu zorlu.
Bildiğimden ya da beni seven kadınları terkettiğimden değil, gözlemlerimi aktarmak için bir şeyler yazacağım.
Yoksa; genelde terkedilen taraf oldum ben.
Sağolsunlar, terkedenler çok şey öğretti bana!

Uzatmayalım, başlayalım.
Biz konuya erkek açısından bakacağız.

Bir erkekle bir kadının ilişkisini anlayabilmek için öncelikle erkeğin, annesiyle olan ilişkisine bakmak lazım.
- Anne oğlunu yeterince sevmiş mi?
- Anne oğluyla yeterince ilgilenmiş mi?
- Anne, baba ayrılmış mı?
- Anne oğlunu terketmiş mi?

Bu soruların cevabını tam olarak bilmeden bir erkekle evlenmek tam anlamıyla bir bombayı kucaklamaya benzer.
Bu bombanın Sizi öldürme ihtimali çok yüksektir.

Dileyen senede kaç kadın eşi tarafından şiddete uğruyor, kaç kadın eşi tarafından öldürülüyor araştırıp, bulabilir.
Aldatmaları, ensest ilişkileri, abuk-sabuk cinsel ilişki, kavga, dövüş, zoraki evlilik ve hastalıkları saymıyorum bile.

Sanma ki bu kötücül ilişkiler cahil ve fakirler arasında yaşanıyor.
Dünyanın en yakışıklı erkeklerinden birisi olan Brad Pıtt dünyanın en güzel kadınlarından birisi olan karısı Angelina Julıe’yi bile aldatmadı mı?
Demek ki; Konunun sosyal konum, zenginlik ve kadının güzelliği ile ilgisi yok.

O halde neden erkekler kendilerini seven kadınları ya aldatıyor ya da terkediyor?
Dedik ya;
Öncelikle erkeğin annesiyle olan ilişki ve yaşantısına bakmak lazım.
‘Annesiyle sorunlu’ erkekler büyük oranda birlikte oldukları kadınlarla da sorun yaşıyor.
Her şey yolunda gitse bile erkek farkında olmadan yavaş yavaş ilişkiyi yıpratıp, bozmaya başlıyor.
Sonuçta kadın bu ilişkiden yorulup erkeği terketmek istediğin de ise;
Erkek kadına ya şiddet uyguluyor ya da öldürüyor.
Çünkü erkek birlikte olduğu kadın tarafından terkedildiğin de ‘annesi tarafından terkedilmiş gibi’ hissediyor kendini… Çaresiz, masum, zavallı, yardım ve ilgiye muhtaç biri oluveriyor.
Bir erkek annesi tarafından terkedilince dayanılması zor bir acı çekmeye başlıyor.  Bu acı birlikte olduğu kadın tarafından terkedilince de aynı seyri izliyor.
Ve erkekler bu acıya dayanamıyor.
- Benim sözümü dinlemezsen seni sevmem diyen,
- Akıllı olmazsan ben giderim diyen,
- Susmazsan seni çingenelere veririm diyen anneler ilerde bir kadının katilini yetiştiriyorlar sadece…

Kadınlar birbirinin rakibi, düşmanı ve hatta katilidir aslında,
Erkeklerse bu oyunda  bir piyondur, o kadar.
O nedenle;
Bir kadının çektiği acıdan başka bir kadın sorumludur.
Konuyu daha detaylı öğrenmek isteyenler, erkeğin bebeklik dönemi anal / oral gelişimi ve bu gelişimin kişilik üzerindeki etkilerini araştırabilirler.

Erkeğin kendisini seven bir kadını aldatma veya terketme nedenlerinden birisi de kadın ile erkek arasındaki  ‘eşlilik’ farkıdır.
Doğası gereği kadın; Monogami’dir. Yani tek eşli.
Erkek ise; Poligami’dir. Yani çokeşli.
Bakınız hayvanlar aleminde bile durum genelde böyledir.
Hayvanlar arasında yaşanan çok eşlilik oranı yüzde 98’dir.
Kadınlar arasında yaşanan çok eşlilik oranı; Yüzde 42,
Erkekler arasında yaşanan çok eşlilik oranı ise; 70.

Bu cinsel davranış şekli binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir.
- Modern yaşamda bu tavır değişti mi? diye sormayınız.
Değişmedi, şekil değiştirdi, o kadar.
Beceriksizleri ayrı tutmak kaydıyla;
- Ben seni aldatmıyorum diyen genç erkek büyük olasılıkla yalan söylüyordur.

Konu iyice dağılmadan toparlayalım;
Erkeklerin kendilerini seven kadınları neden aldattığı veya neden terkettiği üzerine cevaplar arıyoruz ya,
Başka birkaç neden ise; Macera isteği, skor beklentisi, kişisel zaaf, kendini akıllı sanma ve açıkça salaklık olarak sayılabilir.

Ve tabii son söz kadınlara;
Enseyi karartmayın.
İlişkinin nereye kadar, nasıl gideceğine kadınlar karar verir.
Unutmayın;


- Tilki’nin dönüp, dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.
Baktınız fazla zıplıyor, hafif dirsek gösterip ‘Seni terkederim’ duygusunu birazcık hissettirin, dakkada adam edersiniz karşınızdaki leylek kafalıyı.

Unutmayın;
Erkek sizi annesi gibi görüyor, Sizden vazgeçemez. Gerekirse terliği indirin kafasına, korkmayın!
Rahmetli babamın bir sözü vardı, derdi ki;
- Akıl insanın kafasının üstündeki bir çivi gibidir, vurdukça içeri girer.

Akıllandırın, zaten çoktan güzelliğinizle olmayan aklını almışsınızdır.





3 Ağustos 2018 Cuma

FACEBOOK'TAN MANİTA YAPTIM, 'YETERSİZ BAKİYE'DEN DARBE YEDİM


Uzun zamandır facebook'da arkadaş olduğum bir kızın fotoğrafı dikkatimi çekiyordu.
Messenger üzerinden 'El salladım'...
Cevap vermedi, Zaten reddedilmeye alışkın olduğum için de üzülmedim.
Bir kaç gün sonra tam da O'nu unutmuşken;
O da bana 'El salladı'.
Bu el sallamadan aldığım cesaretle hemen;
'Sa' yazdım, Yani ; Selamın aleyküm.
O da bana; 'Mrb' yazdı,  Yani; Merhaba dedi.
Sonra;
- Nbr?
- İiii..Sen?
- İiiii
diye devam eden yazışmalarımız bir kaç hafta sürdü.
Sonunda yine cesaretimi toplayıp;
- Bir kahve içelim mi, hem birbirimizi de görmüş oluruz diye yazdım.
- Ok. Ne zmn? diye cevap yazdı.
Sonunda; Hafta sonu saat 14:00'de metrobüs istasyonunda buluşmaya karar verdik.
Buluşmaya giderken bir arkadaştan aldığım mavimsi bir t-shırt giyip, traş oldum.
Bir de 10 liraya 3 gün etkisi geçmeyen parfümden alıp her yerime sıktım.
Yarım saat önce gittiğim metrobüs istasyonunda yaklaşık 1 saat sanki gelen araçlar doluymuş da boş bir araç bekliyormuş gibi yapıp, bekledim.
Saat; 14 : 30 gibi geldi kız.
- Merhaba, Ayy kusura bakma biraz geç kaldım dedi.
- Merhaba, Önemli değil, Ben de yeni geldim zaten dedim.
Sonra metrobüse binmek için kartın basıldığı turnikelere geldik.
- Sen dur, bende kart var. Ben basayım geçersin dedim.
- Tamam dedi.
Kızı önden buyur edip, kartımı bastım.
Ama yeşil ışık yanıp, geç işareti çıkmadı.
Bir de üstüne aynı makine 'Yetersiz Bakiye' diye bağırmaya başladı.
Hay senin de, yetersiz bakiyenin de...... diye söylendim içimden.
Kız bu olaya çok bozuldu.
- Bende de kart var, buradan basalım dedi.
- Olmaz dedim.
- Uzatma lan dedi. Hem Yetersiz Bakiye'sin hem de hava atıyorsun.
Tam ben lafı eveleyip, gevelerken kızcağız kendi kartını basıp geçiverdi öbür tarafa.
Ben içeri geçemedim. O telaşla tekrar kart bastım.
Ama yine o ses yükseldi ; 'Yetersiz Bakiye' !
Kız arkasına bakmadan yürüdü gitti ve ilk gelen metrobüse binerek uzaklaştı.
Koşarak para yükleme makinesine gittim. Hızla cebimde kalan son 50 lirayı çıkarıp makineye koydum.
10 lira yükleyip kalan 40 lira ile kıza bir şeyler ısmarlamak istiyordum.
Fakat makine; ‘Kartınıza 50 lira yüklendi’ dedi.
İyice şaşırıp, panikledim. Cebimde hiç para kalmamıştı. Kartı tekrar makineye koyup 40 lira almak istedim ama makine geri vermedi.

Yine büyük bir aceleyle giriş turnikesine gelip tekrar kart bastım.
Bu sefer yeşil ışık yandı, kapı açıldı, rahatlıkla geçtim. Hemen kızı cep telefonundan arayıp, uzun uzun çaldırdım ama açmadı.
‘Telefonu sessizdedir yoksa mutlaka açardı’ diye düşünerek whatsapp’tan mesaj yazdım
- Nerdesin?
- metrobüsteyim
- konum at
- konum atamam, metrobüs hareket ediyor,  konum sürekli değişiyor
- hangi durağa yakınsan, in orda beni bekle
- napcan?
- ben sana aşık oldum, onu söyleyecektim
- gerizekalı, ne aşkı, benim sevgilim var
- o zaman benimle niye buluştun, motor musun sen, ayrıca gerizekalı da sensin!
- motor anandır, beni  bir daha arama, aç köpek!diye yazdı.

‘sen de beni arama’ diye yazdım fakat ‘mesajınız yollanamadı internete bağlanmak için lütfen yükleme yapınız’ yazısı geldi.
Bunun üzerine ben de tekrar telefonla aradım. Ama hat sürekli meşgule düşmeye başladı, demek ki beni engellemişti.
Dedim ya; Zaten reddedilmeye alışkın olduğum için üzülmedim ama biraz canım sıkıldı.

Yavaş yavaş eve gelip bilgisayarımı açtım.  Birkaç şarkı dinledikten sonra facebook’u açıp onun sayfasına bakmak istedim ama sayfasını bulamadım.
Demek ki, buradan da beni engellemişti.
Dedim ya; Zaten reddedilmeye alışkın olduğum için üzülmedim ama biraz canım sıkıldı biraz da moralim bozuldu.

O sırada aklıma dikkatimi çeken başka bir kız daha vardı, O geldi.
Hemen O’na da messengerden el sallayıp, ‘selam’ yazdım.
Uzun süre bekledim. Mesaj kutusunda  ‘görüldü’ yazmasına rağmen cevap yazmadı.
Dedim ya; Zaten reddedilmeye alışkın olduğum için üzülmedim ama biraz canım sıkıldı biraz  moralim bozuldu biraz da kırıldım.

Bu arada ‘İstanbul’da bana uygun kaç tane kız yaşıyordur?’ diye hesaplamaya çalıştım.
Tahminime göre yaklaşık olarak bana uygun 5 Milyon kız vardı. Bu 5 Milyon kızdan bir tanesi bile benden hoşlanamaz mı, bunun yüzde olarak olasılığı nedir, bu kız şu an nerededir diye düşünürken arkadaşım Kadir aradı.
- Alo kanki naber, napıyon?
- İyi be kanki evdeyim.
- Cafeye gelsene kanki.
- Yok be kanki biraz dinleneceğim. Bugün faceden yaptığım manitayla takıldık, bayağı gezdik, eğlendik filan yorgunum…
- Okey kanki sonra görüşürüz o zaman.
- Tamam kanki deyip kapattım telefonu.
 Son olarak face’de geçen sene Ayhan abi’nin düğününde çektirdiğim fotoyu paylaşıp altına;
‘O kadar insan sana yanar, Sen de gider bir oduna kül olursun’ Oğuz Akay yazdım.

Üç dakika sonra bir arkadaşım;
‘Oğlum o söz o adama ait değil. Ayrıca adamın adı Oğuz Akay değil, Oğuz Atay’ yazdı.


NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...