‘Sinirlerin ya da kasların
bozukluğundan ileri gelen hareketsizlik ya da hareket azalması.
Felcin aşırı durumunda hasta, vücudunun bir yarısını ya da tamamını
oynatamadığı gibi,
tam bir bilinçsizlik de gösterir; yanı sıra duyu eksikliği de vardır. Ağır
olgularda hasta en çok kırksekiz saat yaşar.’
Psikolojik felç ya da delilik…
Beyin kendi içinde sağlıklı
olarak işleyememesi herhalde.
Doğru elektrik akımının
sağlanamaması, sinirlerin düzgün uyarılamaması, duygu, algı, ifade, dışavurum,
mantık bozukluğu…
‘Delilik; ‘Zihinsel hastalık’…
Genel olarak ; Tıbbi bir terim olmaktan ziyade, Kültürel ve hukuki
bir terim olarak kabul ediliyor.
Ve hatta;
‘Çılgınlık’ anlamında
kullanıldığı zaman ‘Entellektüel’ kavramına yakıştıranlar bile olmuş…
Dickens'ın 'Lord
Arthur'un Suçu’ adlı kitabında buna benzer betimlemeler de vardır.
Postmodern kültür ise; Yarattığı bütün değişkenleri
yadsıdığı gibi deliliği de dışlar.’
Fiziksel felç… Kişinin kısmen veya tamamen hareket yetisini
kaybetmesi.
Pek çok nedenden dolayı
oluşabilen bu sorun, ölümün diğer adı olsa gerek.
Sosyal felç…
Toplumların yaşadığı ağır
siyasal, kültürel, sosyolojik, ekonomik, doğal afetler sonucu ortaya çıkan travmatik bir hastalık.
Düşünme, algılama, tepki
gösterme, hareket etme niteliklerinin kaybedilmesi…
Sosyal felç sonucunda;
Boşvermişlik, derin korku, kaygı
bozukluğu ve umutsuzluk halinin tüm
topluma hakim olmasıdır.
Kültürel felç…
Bireysel ve toplumsal olarak ortaya
çıkabilir.
Bireysel olarak;
Herhangi bir eser meydana getirmek isteyen kişinin ‘şartlar gereği’ o üretimi,
gözlemi, geziyi, araştırmayı yapamaması…
Ürettiği eseri insanlara sunamaması / ulaştıramaması denebilir.
Toplumsal olarak ise;
Sanat, edebiyat ve düşün
faaliyetlerinden toplumun büyük bir bölümünün uzak durması…
Yaşamını en temel güdüleri
olan, Yeme, içme, üreme, savunma ve dışkılama üzerine kurgulamasıdır.
'Vicdan, İnsanın içindeki Tanrıdır' der. Victor
Hugo.
'Vicdan' ve 'Tanrı' kelimelerinin altını
çizip, bir kenara not edelim.
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
'Merhamet
edenlere Allah da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet ediniz ki göktekiler
de size merhamet etsinler.' (Ebu Davud, Edeb,66 / Tirmizi, Birr, 16)
'Merhamet' ve 'Göktekiler' kelimelerinin de
altını çizip bir kenara not edelim.
Her din ve kültürün ortak paydası; Vicdanlı
ve merhametli olunmasıdır.
Ve en üst perde de ise; 'Tanrı' ve 'Göktekiler' dir.
Yani; Allah.
Vicdanı olan, merhameti olan, inancı olan her insan dünyadaki her canlının eşit
yaşama hakkına sahip olduğunu, bir ruh, bir can, bir karekter taşıdığını bilir,
bilmelidir.
Bir şiddet karşısında kendisi nasıl acı çekiyorsa aynı şiddet karşısında her
canlının aynı acıyı çektiğini bilmek
zorundadır.
O nedenle;
Hiçbir insana, hiçbir hayvana şiddet uygulanamaz, acı çektirilemez, işkence
yapılamaz:
Tüm bu eylemler insanlık suçudur.
Modern devletler bu güvenceyi yasalarla teminat altına almıştır.
O yüzden insan öldürmenin cezası dünyanın her yerinde en ağır hükümlerden
birini gerektirir.
Peki ya aynı şiddet, acı, işkence, zulüm bir hayvana yapılırsa?
Modern devletler bu güvenceyi de yasalarla
teminat altına almıştır.
Peki Ülkemizde durum nasıldır?
Konuyla ilgili olarak ülkemizde; Çevre
Bakanlığı nezdinde 24.06.2004 tarihinde Kanun numarası 5199 olan bir yasa ile
'Hayvanları Koruma Kanunu' çalışmaları yapılmıştır.
Hayvanseverler ve dünyadaki hayvan hakları yasalarına göre bu çalışma yeterli
bulunmamakta ve daha üst düzeyde bir yasa çıkarılması için toplumdan gelen
istekler artmaktadır.
Ve örnek olarak; İngiltere, İsviçre, Avusturya gibi ülkeler gösterilmektedir.
Hayvan Hakları Yasası'nın çıkması için pek
çok STK ve kişi mücadele etmektedir.
Bunlardan bir tanesi de Sanatçı Yonca
Evcimik'tir.
Yonca Evcimik son olarak geçtiğimiz
günlerde Ankara'ya gitti. Evcimik, TBMM
ziyaretinde AKP Grup Başkanvekili İlknur İnceöz ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Nurettin Taş ile de hayvanları koruma
çalışmaları ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu üzerine görüştü.
Evcimik, CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu ile de görüştü ve Kılıçdaroğlu'ndan ; 'Sonuna kadar
yanınızdayım' sözünü aldı.
Peki Hayvan Hakları Bildirgesi ne diyor?
15 Ekim 1978'de Paris UNESCO evinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel
Bildirisi şöyledir.
1. Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına
sahiptirler.
2. Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü
olan insan , öbür hayvanları yok edemez.
Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine
sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların
insanca gözetilme, bakılma, ve korunma hakları vardır.
3. Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem
yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı
çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.
4. Yabani türden olan bütün hayvanlar,
kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına
sahiptir. Eğitim amaçlı olsa bile
özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırıdır.
5. Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bir türden olan bütün
hayvanlar uyumlu bir biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde
yaşama ve üreme hakkına sahiptir.
6. İnsanların yanlarına aldıkları bütün hayvanlar doğal ömür uzunluklarına
uygun sürece yaşama hakkına sahiptir. Bir hayvanı terk etmek acımasız ve
aşağılık bir davranıştır.
7. Bütün çalışan hayvanlar iş süresi ve yoğunluğunun sınırlandırılması ve
güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.
8. Hayvanlara fiziki ya da psikolojik bir acı çektiren deneyler yapmak
hayvan haklarına aykırıdır. Tıbbi, bilimsel, ticari ve başkaca biçimlerdeki her
türlü deneyler için de durum böyledir.
9. Hayvan beslenmek için yetiştirilmişse de bakılmalı, barındırılmalı,
taşınmalı, ölümü de acı çektirmeden ve korkutmadan olmalıdır.
10. Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz,
hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan
onuruna aykırıdır.
11. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur.
12. Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir
soykırım, yani bir suçtur.
13. Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve
televizyonda yasaklanmalıdır.
14. Hayvanları koruma ve savunma kuralları, hükümet düzeyinde temsil
olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır.
Sosyal medyada; Ferhan
Şensoy'un Münir Özkul'un hastalık ve bakım dahil son
20 yıldır tüm masraflarını karşılamıştır.
Minur Özkul 15 yıl önce kirada oturuyorken 1 yıllık birikmiş kira borcunu
ödeyip Münir Özkul adına geceler düzenlemiştir.
Ferhan Şensoy ;
Minur Özkul'a Cihangir'den ev almış ve bunu hiçbir yerde anlatmamıştır. İddiası yapıldı.
Geride bıraktığımız cuma günü hayatını kaybeden oyuncu Münir Özkul hakkında ortaya atılan iddiaya, kızı Güner Özkul yanıt verdi.
Münir Özkul’un rahatsızlığı boyunca sosyal medyada çok sayıda olumsuz haber paylaşılmış ve Özkul’un öldüğüne yönelik iddialar ortaya atılmıştı. Bu defa da sosyal medyada farklı bir konu gündeme getirildi. İddialara göre Ferhan Şensoy, 5 Ocak günü hayatını kaybeden Münir Özkul’un 20 yıl boyunca masraflarını karşıladı ve ona Cihangir’den bir de ev aldı. Bu iddialara Münir Özkul’un kızı Güner yanıt verdi:
“Babam o evi 70 yaşındayken AKM'de düzenlenen jübile gecesinden elde edilen gelirle aldı. O dönem Kemal Sunal ve Müjdat Gezen babama ‘Sen bu parayı harcarsın.
Biz bunu bankaya yatırıp üzerine bloke koyduracağız. Ev bulduğunda paranı alırsın' demiş. O ev öyle alındı. Babam Ferhan Şensoy'un yanında çalışıyordu. Ferhan Abi borçlarına yardım etmiştir mutlaka. Çünkü yufka yürekli bir adam. Ama ev aldığı iddiası asılsız. Babamın tedavi gördüğü hastaneler ücret almadı. Eski eşiyle ailesi yardım etti, ben ve eşim de elimizden geleni yaptık.”
Azer Bülbül 1969 ‘da Kars Arpaçay'da dünyaya geldi.Gerçek adı Sübutay Kesgin’dir.
Daha sonra ailesi ile birlikte Almanya’ya yerleşen sanatçı kendine has performansı
ve yorumu nedeniyle bir çok kesimin izlediği ve sevdiği sanatçılar arasına girmeyi başardı.
Müzik yaşantısına 'Garip Yolcu' albümü ile başlayan Azer Bülbül, Daha sonra; Yalan olur, Ben sana vurgunum, Fırat gibi albümlerle yoluna devam etti. Azer Bülbül sanat yaşamındaki büyük patlamayı ise; 1996 yılında 'Ben Babayım albümü’nde yer alan Yaralandın mı ey can, Her an herşey olabilir ve Dokunmayın çok fenayım adlı şarkıları
ile yaptı.
Bazılarının “Tek kasetlik ünlü” yorumunu yaptığı yıllarda 'Ağıt', 'Zordayım', 'Kör Kurşun' ve 'Zoruna mı gitti' gibi efsane şarkıları yaptı.
Azer Bülbül müzikal olarak; Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Neşet Ertaş, Murat Çobanoğlu gibi üstadların izini sürdü. Azer Bülbül Şarkılarını bir anlamda ‘bozlak’ gibi söylüyor, nefesi yettiğince bağırarak adeta sisteme karşı direniyordu. Azer Bülbül Her zaman fakirin, yoksulun, gariplerin yanında yer alıp, onların şarkılarını türkülerini söyledi.
Ekonomik olarak; Kendisi kazanamadı ama Azer Bülbül’ü taklit edenler bile çok para
kazandılar onun sırtından.Hele hele etrafındaki bazı isimler ise inanılmaz paralar kazandılar…
7 Ocak 2012 yılında çok genç yaşta Antalya'da vefat eden Azer Bülbül arkasında
büyük bir hayran kitlesi ve unutulmaz eserler bıraktı.
Fiziksel olarak olmasa da;
Her insan kendini güzel, yakışıklı zanneder.
Her çocuk için annesi, her adam için aşık olduğu kadın
güzeldir.
Ve her kadın için oğlu, babası ve sevdiği adam yakışıklıdır.
Ve fakat bazı insanlar ya 'çok özel'dir ya da 'çok şanslı'.
İşte kültür tarihimize geçmiş o 'çok özel' kadınlardan
birkaç örnek…
Bu kadınların hepsi çok büyük adamların aşık olduğu çok
özel kadınlardı. Acaba hangisi daha şanslı yada şanssızdı? Böyle adamlarla aşk
yaşamak onların duygusal dünyasında nasıl izler bıraktı, kimbilir?
Piraye'ye Nazım Hikmet aşık oldu…
Dünya
şiirinin tartışmasız en önemli isimlerinden birisi olan Nazım Hikmet, 20 Kasım
1901'de Selanik'te doğdu.
Tıpkı aşk hayatı gibi sanatı ve yaşamıyla da fırtınalar estirdi.
Nazım Hikmet'in en büyük ilham kaynağı aşık olduğu kadın Piraye'dir.
Piraye,
Nazım'ın kız kardeşinin arkadaşıdır. 2 çocuk sahibi ve eşinden boşanmış bir
kadındır.
1935
yılında evlenip, kimseye haber vermeden İstanbul'a yerleşmişlerdir.
Piraye, Nazım Hikmet'in en uzun süre evli kaldığı kadındır.
Ancak
hemen ardından, Nazım'ın mahpusluk günleri başlar. Nazım içerideyken, Piraye'ye
onlarca şiir yazar. Fakat bu büyük aşk Nazım
Hikmet mahpushanedeyken sekteye
uğrar, Çünkü Nazım Hikmet aynı zamanda Münevver adında başka bir kadınla da
görüşmektedir. Piraye yıkılır, ancak kimseye belli etmez.
Piraye, Nazım Hikmet'ten uzaklaşmaya başlar bunun üzerine; 'Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana
benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ‘gel’
diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve
benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız
bırakma!' diye yazar Nazım Hikmet.
Nazım
Hikmet açlık grevine başladığı dönemde rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır.
Piraye
tüm yaşananlara rağmen hastaneye giderek, çıkınca eve gelebileceğini söyler.
Ancak
bu görüşme sırasında kapıdan Nazım'ın kız kardeşi ve Münevver girer.
1930'da
başlayan aşk 1950'de noktalanır.
Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç
yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir.
Boşandıktan
sonra da 1995 yılında ölene kadar hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve
kimseyle de bir daha evlenmemiştir.
Leyli'ye Ahmed Arif aşık oldu…
Tek şiir kitabı 'Hasretinden Prangalar
Eskittim' ile edebiyatımızın ölümsüzler listesine giren Ahmed Arif, 23 Nisan
1927 tarihinde Diyarbakır'da doğdu. Bebekken annesi Sâre'yi kaybetti, bu
yüzden hayatı babasının yeni eşleriyle devam etti. Babası memurdu ve Sekiz
kardeştiler.
Ahmed Arif, 'Hasretinden Prangalar Eskittim' adlı kitabının ilk aşamasında
kitabın adını 'Dört Yanım Puşt Zulası' koymak ister ancak bir dostunun
uyarısından sonra vazgeçerek kitabın adını 'Hasretinden Prangalar
Eskittim' olarak belirler.
Ay Karanlık
Dört yanım puşt
zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cigaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık.
Ahmed
Arif şiirlerinde sık sık 'Leylim' der.
Açıkça söylemese de Ustanın 'Leylim' dediği kişi aslında 'Leyla'dır.
Yani; Leyla Erbil.
Usta'nın 'Yokluğun, Cehennemin öbür
adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini...' dediği Leyla Erbil de ünlü bir
yazardır ve Ahmed Arif kendisine; 60’ın üzerinde mektup göndermiştir.
Leyla'ya Neşet
Ertaş aşık oldu…
Neşet Ertaş 1938 yılında Kırşehir'in Kırtıllar Köyü'nde
doğmuştur.
Babası ünlü Bozlak üstadı Muharrem Ertaş, Annesi Döne Hanımdır. 7
kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin İkinci çocuğudur.
Sanatını babasının yanında düğünlere giderek öğrenmeye başlayan Neşet Ertaş
yerelden, evrensele ulaşmış nadir halk ozanlarımızdan birisidir. Ve bozlak'ın
en değerli temsilcilerindendir.
'Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla'm
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla'm
Yarden ayrı kalmak ölüm
Söyle ne olacak halım
Böyle kader böyle zulum
Gelir garip başa Leyla'm' dediği çocuklarının annesi ve eşi olan Leyla Hanımla babasını bile karşısına alarak evlenmiş ve 10
yıl evli kaldıktan sonra ayrılmıştır.
Ayrıldıktan sonra büyük sıkıntılar yaşayan Neşet Ertaş eşi Leyla Hanım için
birbirinden değerli türküler yakmış ve bu eserler kuşaktan kuşağa aktarılmaya
başlamıştır.
25 Eylül 2012 tarihinde vefat eden Neşet Ertaş vasiyeti üzerine babası Muharrem Ertaş'ın yanına defnedilmiş
ve Leyla Hanım da Usta'yı mezarında
ziyaret etmiştir.
Leyla Hanım adına türküler yazılmış ender kadınlardan birisi olmasına rağmen
hiçbir zaman hiçbir gazete, tv yada dergide yer almamış, evliliği hakkında tek
kelime konuşmamıştır.
Mine'ye Çetin Altan aşık oldu…
Duayen
Gazeteci ve Yazar Çetin Altan; 22 Haziran 1927'de İstanbul'da doğdu.
Dedesinin babası Kırım'dan göç eden arabacı Ahmet Kıpçakski, dedesi Tatar Hasan
Paşa idi.
Babası hukukçu Halit Bey, annesi Nurhayat Hanım'dır. Galatasaray Lisesi ve
Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
1946 yılında Ulus gazetesende muhabir olarak mesleğe başlamış ve uzun yıllar
çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır.
Çetin Altan'ın: Büyük Gözaltı (1972) - 1973 Orhan Kemal Roman
Armağanı
Bir Avuç Gökyüzü (1974)
Viski (1975)
Küçük Bahçe (1978)
Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri (1985)
Aşk, Sanat ve Servet (1998) gibi pek çok kitapları da vardır.
Elli yıllık yazı yaşamında yazılarından ötürü pek çok kez
mahkemeye verilen Çetin Altan hakkında 300'den fazla dava açılmıştır.
Çetin Altan'ın bu hızlı yaşamının en değerli aşkı ise yine Ünlü bir Gazeteci ve Yazar olan Mine Kırıkkanattır.
Mine Kırıkanat kendisini seven Çetin Altan'la 3.5 yıl birlikte olmuştur.
Çetin Altan, Mine Kırıkanat'a 'İstakoz' derken,Kırıkanat da Altan'ı;
'Çetin Altan, yaşamına
giren kadınları ödül ve ceza olarak algıladı. Aslında kadınları sevmezdi, ama
onların sevgisine muhtaçtı' diye anlattı.
Bu fırtınalı aşk da Kırıkkanat'ın bir başkasıyla evlenmek için ayrılmasıyla
sona erdi.
Son söz;
'Seninle birlikte olunmaz
Sana maruz kalınır'
der Emrah Serbes.
Bu güzel kadınlar, bu deli adamlara maruz kaldılar.
Bu güzel kadınların hepimizde hakları var, affetsinler.
Onların çektikleri çileler olmasa bizler bu kadar güzel eserler bulabilir
miydik?
Fiziksel olarak olmasa da;
Her insan kendini güzel, yakışıklı zanneder.
Her çocuk için annesi, her adam için aşık olduğu kadın
güzeldir.
Ve her kadın için oğlu, babası ve sevdiği adam yakışıklıdır.
Ve fakat bazı insanlar ya 'çok özel'dir ya da 'çok şanslı'.
İşte kültür tarihimize geçmiş o 'çok özel' kadınlardan
birkaç örnek…
Bu kadınların hepsi çok büyük adamların aşık olduğu çok
özel kadınlardı. Acaba hangisi daha şanslı yada şanssızdı? Böyle adamlarla aşk
yaşamak onların duygusal dünyasında nasıl izler bıraktı, kimbilir?
Piraye'ye Nazım Hikmet aşık oldu…
Dünya
şiirinin tartışmasız en önemli isimlerinden birisi olan Nazım Hikmet, 20 Kasım
1901'de Selanik'te doğdu.
Tıpkı aşk hayatı gibi sanatı ve yaşamıyla da fırtınalar estirdi.
Nazım Hikmet'in en büyük ilham kaynağı aşık olduğu kadın Piraye'dir.
Piraye,
Nazım'ın kız kardeşinin arkadaşıdır. 2 çocuk sahibi ve eşinden boşanmış bir
kadındır.
1935
yılında evlenip, kimseye haber vermeden İstanbul'a yerleşmişlerdir.
Piraye, Nazım Hikmet'in en uzun süre evli kaldığı kadındır.
Ancak
hemen ardından, Nazım'ın mahpusluk günleri başlar. Nazım içerideyken, Piraye'ye
onlarca şiir yazar. Fakat bu büyük aşk Nazım
Hikmet mahpushanedeyken sekteye
uğrar, Çünkü Nazım Hikmet aynı zamanda Münevver adında başka bir kadınla da
görüşmektedir. Piraye yıkılır, ancak kimseye belli etmez.
Piraye, Nazım Hikmet'ten uzaklaşmaya başlar bunun üzerine; 'Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana
benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ‘gel’
diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve
benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız
bırakma!' diye yazar Nazım Hikmet.
Nazım
Hikmet açlık grevine başladığı dönemde rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır.
Piraye
tüm yaşananlara rağmen hastaneye giderek, çıkınca eve gelebileceğini söyler.
Ancak
bu görüşme sırasında kapıdan Nazım'ın kız kardeşi ve Münevver girer.
1930'da
başlayan aşk 1950'de noktalanır.
Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç
yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir.
Boşandıktan
sonra da 1995 yılında ölene kadar hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve
kimseyle de bir daha evlenmemiştir.
Leyli'ye Ahmed Arif aşık oldu…
Tek şiir kitabı 'Hasretinden Prangalar
Eskittim' ile edebiyatımızın ölümsüzler listesine giren Ahmed Arif, 23 Nisan
1927 tarihinde Diyarbakır'da doğdu. Bebekken annesi Sâre'yi kaybetti, bu
yüzden hayatı babasının yeni eşleriyle devam etti. Babası memurdu ve Sekiz
kardeştiler.
Ahmed Arif, 'Hasretinden Prangalar Eskittim' adlı kitabının ilk aşamasında
kitabın adını 'Dört Yanım Puşt Zulası' koymak ister ancak bir dostunun
uyarısından sonra vazgeçerek kitabın adını 'Hasretinden Prangalar
Eskittim' olarak belirler.
Ay Karanlık
Dört yanım puşt
zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cigaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık.
Ahmed
Arif şiirlerinde sık sık 'Leylim' der.
Açıkça söylemese de Ustanın 'Leylim' dediği kişi aslında 'Leyla'dır.
Yani; Leyla Erbil.
Usta'nın 'Yokluğun, Cehennemin öbür
adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini...' dediği Leyla Erbil de ünlü bir
yazardır ve Ahmed Arif kendisine; 60’ın üzerinde mektup göndermiştir.
Leyla'ya Neşet
Ertaş aşık oldu…
Neşet Ertaş 1938 yılında Kırşehir'in Kırtıllar Köyü'nde
doğmuştur.
Babası ünlü Bozlak üstadı Muharrem Ertaş, Annesi Döne Hanımdır. 7
kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin İkinci çocuğudur.
Sanatını babasının yanında düğünlere giderek öğrenmeye başlayan Neşet Ertaş
yerelden, evrensele ulaşmış nadir halk ozanlarımızdan birisidir. Ve bozlak'ın
en değerli temsilcilerindendir.
'Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla'm
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla'm
Yarden ayrı kalmak ölüm
Söyle ne olacak halım
Böyle kader böyle zulum
Gelir garip başa Leyla'm' dediği çocuklarının annesi ve eşi olan Leyla Hanımla babasını bile karşısına alarak evlenmiş ve 10
yıl evli kaldıktan sonra ayrılmıştır.
Ayrıldıktan sonra büyük sıkıntılar yaşayan Neşet Ertaş eşi Leyla Hanım için
birbirinden değerli türküler yakmış ve bu eserler kuşaktan kuşağa aktarılmaya
başlamıştır.
25 Eylül 2012 tarihinde vefat eden Neşet Ertaş vasiyeti üzerine babası Muharrem Ertaş'ın yanına defnedilmiş
ve Leyla Hanım da Usta'yı mezarında
ziyaret etmiştir.
Leyla Hanım adına türküler yazılmış ender kadınlardan birisi olmasına rağmen
hiçbir zaman hiçbir gazete, tv yada dergide yer almamış, evliliği hakkında tek
kelime konuşmamıştır.
Mine'ye Çetin Altan aşık oldu…
Duayen
Gazeteci ve Yazar Çetin Altan; 22 Haziran 1927'de İstanbul'da doğdu.
Dedesinin babası Kırım'dan göç eden arabacı Ahmet Kıpçakski, dedesi Tatar Hasan
Paşa idi.
Babası hukukçu Halit Bey, annesi Nurhayat Hanım'dır. Galatasaray Lisesi ve
Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
1946 yılında Ulus gazetesende muhabir olarak mesleğe başlamış ve uzun yıllar
çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır.
Çetin Altan'ın: Büyük Gözaltı (1972) - 1973 Orhan Kemal Roman
Armağanı
Bir Avuç Gökyüzü (1974)
Viski (1975)
Küçük Bahçe (1978)
Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri (1985)
Aşk, Sanat ve Servet (1998) gibi pek çok kitapları da vardır.
Elli yıllık yazı yaşamında yazılarından ötürü pek çok kez
mahkemeye verilen Çetin Altan hakkında 300'den fazla dava açılmıştır.
Çetin Altan'ın bu hızlı yaşamının en değerli aşkı ise yine Ünlü bir Gazeteci ve Yazar olan Mine Kırıkkanattır.
Mine Kırıkanat kendisini seven Çetin Altan'la 3.5 yıl birlikte olmuştur.
Çetin Altan, Mine Kırıkanat'a 'İstakoz' derken,Kırıkanat da Altan'ı;
'Çetin Altan, yaşamına
giren kadınları ödül ve ceza olarak algıladı. Aslında kadınları sevmezdi, ama
onların sevgisine muhtaçtı' diye anlattı.
Bu fırtınalı aşk da Kırıkkanat'ın bir başkasıyla evlenmek için ayrılmasıyla
sona erdi.
Son söz;
'Seninle birlikte olunmaz
Sana maruz kalınır'
der Emrah Serbes.
Bu güzel kadınlar, bu deli adamlara maruz kaldılar.
Bu güzel kadınların hepimizde hakları var, affetsinler.
Onların çektikleri çileler olmasa bizler bu kadar güzel eserler bulabilir
miydik?