17 Mayıs 2021 Pazartesi

OKULLARIM ve İÇ DÖKÜNTÜLERİM…Bölüm 3 Yatılı Kabataş Erkek Lisesi

1982 Yılının yaz tatilini Almanya'nın Köln kentinde geçirdim.
Amcamın oğlu rahmetli Levent ile çok eğlendik, çok mutlu olduk.

Orada kalmak istememe rağmen babam beni Köln Havaalanı'dan uçağa bindirdi ve İstanbul'a geri yolladı.

Beni burada büyük bir sürpriz bekliyordu.
Bir Pazar günü amcam, 'Haydi seni okuluna götüreceğiz' dedi.
Oysa hiç kimse bana; 'Yatılı okumak istiyor musun, yatılı okuyabilir misin?' diye sormamıştı bile...

Arabada amcam ve ablam ile birlikte Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'ne doğru yola çıktık.

Beni okula bırakıp, dönerken ablamın çok üzüldüğünü hatırlıyorum.
Hayattaki en büyük tutunacağım dal olan ablamdan İkinci kez ayrılıyordum.

O dönemde Yatılı Kabataş Erkek Lisesi tam bir askeri kışla gibiydi.
Sadece Erkek öğrenciler vardı.
Dışarı çıkmak yasak, 
Kurallar çok sertti.
İstanbul Boğazı'nın kenarında tam bir sürgün yeri gibiydi.
O akşam sahildeki bankın üzerine oturup saatlerce denize bakarak ağlamıştım.

Yatakhane'de İki kişilik ranzalar vardı, altlı - üstlü yatıyorduk, soğuktu.
Yemekhane'de demir tabldotlar ile sıraya girerek yemek alıyor,
Büyük 
demir  bardaklarla çay içiyorduk.
Hala o bardaklardan nefret ederim.

Etrafta saçı sakalı uzamış adamlar geziniyordu. 
Kimin öğretmen, kimin öğrenci olduğu belli olmuyordu.

Bina tarihi bir binaydı, kapıları, pencereleri, salonları, odaları çok büyüktü.
O bina insanı önce psikolojik olarak küçültüyordu.

İlk gece dolapların olduğu kısımda geceliklerimi giyerken yanıma bağırarak bir adam geldi ve saçlarımı koparırcasına çekerek bağırmaya başladı;
'Bu saçların uzunluğu ne...Neden kestirmedin?...'
Hem saçlarımı yoluyor, hem bağırıyor hem de bana vuruyordu.
Ağlaya ağlaya yatağıma gittim.
Daha sonra öğrendim ki, bu kişi nöbetçi öğretmenmiş.

Gri renkli kalın kumaşlı bir takım elbisem, beyaz gömleklerim, kravatlarım ve beyaz renkli, önü oval bir ayakkabım vardı.
Sınıftaki çoğu arkadaş sınıf tekrarı yapıyor, Çok şık giyiniyorlardı.
Benim kıyafetlerim de çok kaliteli, çok pahalı ama modaya uygun değildi.

Bir sabah lavaboda elimi yüzümü yıkarken İki tane kocaman adam geldi.
Onlara bakarak; 'Günaydın öğretmenim' dedim.
'Ne öğretmeni lan, biz öğrenciyiz' dediler.
Her seneyi çift dikiş yapan öğrenciler yaş olarak da iyice büyümüştü.

Günün programı şöyleydi;
Sabah 06:00'da  kalkıyorduk, Yemekhane'ye gidip kahvaltı yapıyorduk.
Biraz dolaşıp, hazırlanıp Saat 08:00'de derse başlıyorduk.

Öğle Saat 12:00 gibi bir saat yemek molası verip, tekrar derse başlıyorduk.
Saat: 03:30'da dersler bitiyordu.

Evcil  olanlar evine gidiyor, (Evcil; Evi olanlar, eve gidebilenler) Biz yatılı olanlar,  spor yapıyor, geziyorduk.

Akşam Saat 18:00 gibi akşam yemeğini yiyor, biraz mola verip akşam etütüne giriyorduk.
Akşam etütü, Sınıflarda üst sınıflardan bir abinin eşliğinde ders çalışılması demektir.

Ve Saat 21:00'de yatıyorduk.

Unutmuyorum;
Bir matematik öğretmenimiz vardı. Sarıya çalan saçları, her zaman çok kaliteli kıyafetleri ve yakışıklılığı ile dikkat çekiyordu.
Bir öğretmenden ziyade sanki bir Holywood yıldızıydı.

Çarşamba günleri Saat: 03:30'dan akşama kadar dışarı çıkmak serbestti. Bu saatlerde dışarda geziniyorduk.

Cuma akşamları Saat: 17:00'den sonra ise İstanbul'da evi olanlar, Pazartesi sabah Saat: 08:00'e kadar evlerine gidebiliyorlardı.

Ben de Cuma akşamları çıkıyor, Elektrikli Troleybüsler ile Taksim'e gidiyor, Taksim'de sinemaya gidip, film izliyor sonra Avcılar - Taksim Belediye otobüsü ile eve geliyordum.

Pazartesi sabahları ise erkenden kalkıp, Avcılar - Eminönü halk otobüsü ile Eminönü'ne oradan, Eminönü - Kabataş otobüsü ile okula dönüyordum.

Yatılı okumak bana göre değildi.
Sürekli ev değiştirmek bana göre değildi.
Benim daha çok ev sıcaklığına ihtiyacım vardı.
Benim daha çok aile sıcaklığına  ihtiyacım vardı.
Okuldan kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştım.

Adnan adında, iyi basketbol oynayan bir arkadaşım vardı. O'nun da anne - babası Almanya'da yaşıyor, kendisi dede ve ninesiyle Kadıköy'de yaşıyordu.

Adnan'la birlikte okuldan kaçmaya, derslere girmemeye başladık. Okulumuzun yan tarafında Beş metre yüksekliğinde bir duvar ve duvarın arkasında Galatasaray Kız Lisesi vardı.
O okuldan kız arkadaşlar edinip, onlarla gezmeye, eğlenme başladık.
Her hafta bana o dönemin en yüksek basılı parası olan 1.000 TL harçlık veriyorlardı, bu miktar o zamanlarda çok yüksek bir paraydı...

Okulun Atletizm Takımına seçildim. Antrenmanlarımızı Beşiktaş İnönü Stadyumu'nda Kuleli Askeri Lisesi Komutanları yaptırıyordu.
Çok hızlı koştuğum için 100 Metre'ci seçildim.
Hayatımın ileriki dönemlerinde bu süratim çok işime yaradı.

Okuldan kurtulmak, tekrar evime ve mahalleme, mahalledeki arkadaşlarıma kavuşmak için, derslerimi ihmal ettim, okuldan kaçtım, ders çalışmadım.
Ve sene sonunda Dokuz zayıf ve 57 gün devamsızlık ile okuldan atıldım.
Sonunda kurtulmuştum.

PEKİ AİLELER NEDEN ÇOCUKLARINI YATILI OKULA GÖNDERİR?

Yatılı okula genelde fakir ailelerin çocukları gider.
Çünkü ailelerinin çocuklarını okutacak parası yoktur.
Ya da annesi - babası olmayan veya başarılı ama ailesi fakir olan çocukları devlet yatılı olarak okutur.

Bir de fazla göz önünde olması istenmeyen çocuklar yatılı okullara verilir.

Hayatım boyunca bir insanın çocuğunu durumu iyiyken yatılı okula vermesini bir türlü anlayamadım.
Ve kendi çocuğumu tüm hayatı boyunca gözümün önünden ayırmadım, ayırmam...

1983 yılının okul bitim tarihinde Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'nden atılarak eve geri geldim.

Ve tekrar;
‘Kalktı göç eyledi Avşar elleri’,

Bu sefer İstikamet Sefaköy Lisesi'ydi...

ÜÇÜNCÜ  BÖLÜMÜN SONU.





NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...