31 Ocak 2013 Perşembe

ŞİİR ÜSTÜNE

Nasıl ki, şiir’in özel ve kesin bir tanımı yapılamıyor ise, şiir’in nasıl yazılacağı konusunda da özel ve kesin bir tanım yoktur.
Fakat, “edebi” anlamda bazı tanımlar, bazı ipuçları ve bir takım ögeler vardır.
Bunlar; imge, üslup, dil, düşünce, duygu, öz, ölçü, ritm, ses, yetenek akım olarak karşımıza çıkar.
Buna karşın her topluluğun ve hatta her kişinin kendine has bir şiir görüşü vardır.
Tıpkı her akım ve şair gibi…
Bu görüşe saygı duymak; insan’a saygı duymak, fikir’e saygı duymak, sanat’a saygı duymak, sanatçıya saygı duymak anlamında kabul görür.
Şiir hangi şartlarda ve hangi süreçten sonra ortaya çıkar?
Bu sorunun üzerinde de önemle durulması gerektiğine inanıyorum.
Ayrıca bu soru üzerinde düşünmeye başlarken, ne bir usta tavrı ne de bir otorite tavrı takınarak ukalalık etmek istemiyorum. Hatalarım, acemiliklerim olursa affedin.
Öncelikle, “şiir’in yaratım süreci” vardır. Bu süreçte çeşitli duyumlar, duyumsamalar, tavırlar, tepkiler, heyecanlar, etkilenmeler, görüntüler, sesler, çelişkiler yaşarsınız.
Bunlar zamanla yüreğinizde ve beyninizde bir tortu oluşturup, sizi rahatsız etmeye başlar, sancılanırsınız…
Bu sancılanma esnasında sizde oluşan gel-git’ler dayanılmaz hale gelince “yaratım süreci” sona erer.
Ve şiiriniz, ses’e ve yazı’ya dönüşür.
Bu dönüşüm sizin yoğunluğunuza, bilgi birikiminize, felsefi görüşünüze, ait olduğunuz sınıfa, benimsediğiniz şiir akımına, etkilendiğiniz ustalara, kişiliğinize ve bilincinize göre şekil ve anlam kazanır.
O oranda güçlüdür, gerçekçidir, kalıcıdır.
Ya da değildir.
Şiiriniz ortaya çıktığı andan itibaren ise, sizden bir parça olmasına rağmen, artık sizin değildir.
Yine de karşınıza alır ve sorgularsınız.
Ne kadar doğrudur, ne kadar amacına yöneliktir, ne kadar yeterlidir, ne kadar sağlıklıdır gibi…
Başta söylendiği gibi; doğal olarak her şair farklı bakacak, farklı söyleyecektir.

İstanbul / Eylül 1992




2 Ocak 2013 Çarşamba

FİLMİN ADI 'SİLİVRİ' OLMALI


Sinemaya  ilk kez gittiğimde sanırım altı veya  yedi yaşındaydım.
Sivas - Şarkışla’da küçük bir sinemaydı.
Küçük sinemanın büyük perdesinde Cüneyt Arkın at koşturuyor,
düşmaları tek tek öldürüyordu.
Tıpkı bir rüya gibi…

Tüm kötüler ölüyor, iyiler eninde sonunda kazanıyordu.

Zamanla;
1980 ihtilali yapıldı.
Ortaokul’un sonlarındaki bizler için sinema  da değişti.
Cüneyt Arkın’ın yerini Aydemir Akbaş,
Türkan Şoray’ın yerini Zerrin Egeliler aldı.

1980 Darbesi bizim ilk gençlik yıllarımızı  bu filmlerle harcadı.

90’lara doğru ise sistem Rambo ile hayatımızı şekillendirmeye başladı.
Hollywood  filmleri  aklımızı başımızdan alıyor,
Sivas’lı,  Kars’lı, Edirne’li, Antalya’lı, Van’lı olan bizler kendimizi New Jersey’li, New York’lu zannediyorduk.
Amerika ve onun ülkemizdeki işbirlikçileri sürekli bizi oyalıyor, kafamızı karıştırıyor, kim olduğumuzu düşünmemize izin vermeden sürekli bizleri şekillendiriyordu.

Sistem bizim gençlik yıllarımızı da bu filmlerle harcadı.

Şüphesiz sinema en etkili ve en güzel sanat dallarından bir tanesi.
Şüphesiz sinema insanoğlunun en büyük buluşlarından bir tanesi.
Ve şüphesiz sinema emekçileri çok değerli insanlar.

Artık ülkemizin film ve dizileri de tüm dünyada çok büyük ilgi görüyor.
Uluslararası alanda çok beğenilen oyuncu ve yönetmenlerimiz var.
Neredeyse tüm Ortadoğu, Balkanlar ve Avrupa’nın gözü – kulağı bizim sinema / dizi sektörümüzde.

Bakalım;
Sinemamız ne zaman  son on yıldır ülkemizde yaşananları film olarak çekmeye başlayacak?

Çünkü;
Ortada akıl almaz bir senaryo var ,
Çünkü;
Ortada akıl almaz  bir entrika var,
Çünkü;
Ortada çok büyük vurgun, talan, cinayet, üç kağıt, ihanet var…

Senaryoyu yazdılar,
Oyuncular oynuyor.
Reyting hazır…

Filmin adını da Silivri koyarlarsa izlenme rekoru kıracak olan bu film için,
Sadece çekecek adam lazım.

Var mı tanıdığınız birisi?



NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...