16 Aralık 2024 Pazartesi

FAKİR ANKİSİYETİSİ...

Ankisiyete; ''Gündelik hayatta, çevresel, bilişsel ve toplumsal faktörlerin yarattığı stres ve baskının tetiklediği korku, endişe ve kaygı hissidir.''şeklinde tanımlanır.

Ankisiyetenin nedenleri ise;
''Beyin kimyasallarındaki değişimler, genetik, stres, kronik hastalıklar, (diyabet, kalp, koah gibi), kullanılan ilaçlar, uyuşturucu gibi zararlı maddeler ve çevresel faktörler vb.''' gibi gösterilebilir.
Öte yandan çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar ( anne - baba boşanması, aile içi erken ölümler, cinsel taciz vs. de önemli ankisiyteinin nedenleri arasında gösterilebilir.
Ankisiyetinin türleri ise;
Saplantı bozukluğu,
Panik atak,
Travma sonrası stres,
Kaygı bozukluğu,
Agorafobi,
Ve sosyal fobi olarak gösterilir.
Ankisiyete krizinin belirtileri;
Kötü bir şey olacakmış duygusuyla kaygı ve korku yaşama
Midede karıncalanma
Baş dönmesi
Hızlı nefes alıp-verme
Nefes darlığı
Kalp atışında düzensizlik
Terleme ve sıcak basması
Uyku bozukluğu yaşama
Bitkinlik
Göğüs ağrısı
Geceleri yatarken dişleri gıcırdatma vb. olarak gösterilebilir...
Ve gelelim sonuç bölümüne; Ankisiyete nasıl geçer?
Nefes egzersizleri,
Ayağa kalkma,
Vücudu dik tutma,
Bir işle meşgul olmak,
Şekerden uzak olmak,
Yaşadığınız ana konsantre olmak gibi göstrerilebilir.
Yukarıdaki tanım ve analizler herkes için geçerlidir.
Bir de sadece fakirlerin yaşadığı ankisiyetesi vardır.
Fakir ankisiyetisi;
Kirayı ödeyememe ankisiyetisi,
Faturaları ödeyememe ankisiyetisi,
Her gün zam gelecek ankisiyetisi,
Elektrik kesilecek ankisiyetisi,
Doğalgaz kesilecek ankisiyetisi,
Su faturası ödenemeyecek ankisiyetisi,
Sınav ankisiyetisi,
Karım beni bırakacak ankisiyetisi,
Ben güzel değilim ankisiyetisi,
Sosyal medya hesaplarım çalınacak ankisiyetisi,
Gösteriş yapamıyorum ankisiyetisi,
Emekli maaşıyla geçinemiyorum ankisiyetisi gibi gösterilebilir.

24 Kasım 2024 Pazar

ÖĞRETMENLER GÜNÜ...

Eğitim hayatım boyunca,
Karagöl İlkokulu, Yeşilova İlkokulu, Sefaköy Yeşilova Ortaokulu, Kabataş Erkek Lisesi, Sefaköy Lisesi, Akdeniz Üniversitesi olmak üzere, Altı okulda okudum.
Sivas, İstanbul ve Antalya olmak üzere; Üç şehirdeki okullarda okudum.

İlk öğretmenim Selver Hanımdı.
Köydeki okula gelmesine rağmen kasabada otururdu.
Yaşadığı özel bir yas nedeniyle sürekli siyah giyindiği söylenirdi.
İlkokul 3. sınıfın yaz tatilinde İstanbul'a geldim.

İlkokul 4. sınıftan itibaren İstanbul Sefaköy Yeşilova İlkokulunda Nurcihan Hanım Öğretmenim oldu.

Sanırım insan bütün öğretmenlerine saygı duyuyor ama en çok ilkokul öğretmenini seviyor.

Ve insan doğası gereği;
Elbette; Bazı öğretmenlerini diğerlerinden biraz daha çok seviyor olabiliyor, Ama zaten tüm öğretmenlerimiz de hepimizi aynı derece sevmiyor değil mi, Bu çok normal bir durum...

Hepsi birbirinden saygın onlarca öğretmenim oldu.
Kimisi dövdü, kimisi sevdi, kimisi bağırdı, kimisi çağırdı. Ama kesinlikle hemen hemen hepsi bizler için ellerinden gelenin fazlasını yaptı, yapmaya çalıştı.
Başta öğrencisi olduğum tüm öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum.
Allah hepsinden razı olsun.
Aramızdan ayrılanların mekanı cennet olsun, yaşayanlara sağlık, mutluluk ve huzurlar diliyorum.

Ve yine elbette;
Arkadaşım olan öğretmenlerimin,
Dostum olan öğretmenlerimin,
Yaşamlarını takip ettiğim çok değerli öğretmenlerimin 'Öğretmenler Günü'nü tebrik ediyorum.

Tekrardan benden büyük öğretmenlerimin ellerinden,
Benden küçük öğretmenlerimin gözlerinden öperim.
Öğretmenler gününüz kutlu olsun.

Sevgili Öğretmenimiz Adem Varol'u unutmamız mümkün değil.
Nurlar içinde yatsın.






22 Kasım 2024 Cuma

YOK ÖYLE...

- Sen neden top oynamıyorsun?
 - Beni oynatmıyorlar.
- O yüzden mi çok üzgünsün?
- Evet.

- Neden oynatmıyorlar?
- Çünkü Bera oynatmıyor.
- Bera neden oynatmıyor?
- Anneannesi istemiyormuş.

- Neden?
- Çünkü benim babam yok. Annemle babam ayrıldı. Annem çalışıyor. Annemle babam ayrıldığı için istemiyor.

- Bera'nın anneannesi nerede, tanıyor musun?
- Tanımıyorum.
- Bera hangisi?
- Şu kısa boylu olan çocuk.
- Top O'nun mu, Çağır bakalım Bera'yı?

Bera anneannesini çağırdı. Konuyu hoş bir dille kendisine anlattım. Bera ve anneannesini ve diğer çocukları uyardım.

Anladım ki;
Asıl sorun Bera ve Beranın anneannesinde, Çünkü bu gariban çocuk Bera'dan daha iyi bir oyuncu ama arkası yok... Babası yok, annesi yok.

Maçı sonuna kadar izledim.
Beranın anneannesi de kenardan izledi.

'Bundan sonra bu çocuk bir daha aşağılanırsa, horlanırsa, hırpalanırsa önce anneanne diye seni bulur s....rim' dedim.
Yaparım da, yapacağım da...

Yetim ve öksüzler her zaman bizim için önceliklidir.
Yok öyle, hayatın vurduklarına bir yumruk daha vurmak...


Mustafa Çatıkkaş
22.11.2024




15 Kasım 2024 Cuma

KORKU, DAYAK ve SİYASET...

Dünyanın en güçlü legal örgütü askeriyelerdir.
Bu legal örgütün; Hemen hemen her eğitim seviyesinden, her mesleki branştan, kadın - erkek binlerce hatta milyonlarca elemanı vardır.

En küçüğünden en üst düzey komutanına kadar hepsi belli bir mantık, disiplin, hiyerarşi, kural ve kanunlar çerçevesinde yaşar, görevlerini yapar ve gerektiği zaman canlarını verme pahasına hareket ederler.

Ve yine insanlık tarihi boyunca tüm askeri birlikler çok güçlü bir emir - komuta zinciri içerisinde hareket eder.
Ve yine dünyanın tüm askeri birliklerinde komutanların emirleri sorgulanamaz, reddedilemez.
Komutanların emirlerine koşulsuz itaat edilmek zorundadır. 

Askeriyedeki bir asker, Bir komutanın emrine;
''Bana ne, yapmıyorum'' diyemez,
''Komutan benden daha mı akıllı ki bana emir veriyor kardeşim, emrini tanımıyorum'' diyemez.

Askere ilk kez başlayan acemiler kışlaya girdiğinde ilk günler çeşitli uyum sorunu yaşarlar.
Hepsi birbirinden farklı kültürel, sosyal ve psikolojik yapıdan gelen bireyler yine ilk günlerde verilen emirlere itaat etmekte zorlanırlar.

Kimisi;
''Ben spor yapmıyorum'' der,
Kimi;
'Ben nöbet tutmuyorum'' der,
Kimi;
'Ben yatmıyorum,
Kimi,
''Ben kalkmıyorum'' der...

Belli bir zaman sonra ise yavaş yavaş, asker gibi olmaya ve kısa bir zaman sonra da asker olmaya başlarlar.
Bu değişim ve motivasyonun en önemli iki etkeni ise  'Korku' ve 'Dayak'tır.
Çünkü;
İnsanoğlu en çok korku ve dayak ile yola getirilir.
Ve askeriye binlerce yıldır korku ve dayak ile milyonlarca kişiyi adam etmiş ve bu sistemi muazzam hale getirmiştir.

Sistem bellidir;
Milyonlarca asker önce korkutulur, sonra düzelene kadar dövülür.
Böylelikle acemiler hem görevlerini daha iyi yapar, hem kurallara daha kurallara daha iyi uyar ve daha iyi asker olurlar.

Oysa bu korku ve dayak olmasa;
Bu kadar ruh hastası, bu kadar cahil, bu kadar kendini birşey zanneden soytarıyı adam edilebilir mi?

Dediğimiz gibi;
Askeri sistemler dünyanın en iyi eğitim sistemlerini uygularlar.
Bu eğitim sistemin temeli iki etkene bağlıdır.
Bu etkenler korku ve dayaktır.


Aslında siyasi yöneticiler de tıpkı askeri komutanlar gibi;
Toplumu korku ve dayakla adam ederler.

Siyasiler de bireyleri aç bırakmakla, işsiz bırakmakla, hapse atmakla, zamla, iktidarın avantajlarından mahrum bırakmakla  korkutarak adam ederler.

İnsanoğlu korkar;
Korktukça kendisine söylenenlere daha çok itaat eder,
Daha çok itaat ettikçe;
Daha çok kendisi olmaktan uzaklaşır, asker olmaya başlar...

Belki de;
İnsanoğlu asker gibi oldukça daha iyi, daha verimli insan oluyordur.
Belki de;
İnsanoğlu için bir parça ve korku dayak iyi geliyordur.





9 Eylül 2024 Pazartesi

AZ ŞEY Mİ?

Koskoca sekiz yıl yaşadın Az şey mi?

Sekiz kere yaz
Sekiz kere kış
Sekiz kere sonbahar
Sekiz kere ilkbahar yaşadın
Az şey mi?
Sekiz yıl
İki bin dokuz yüz yirmi gün
Yetmiş bin seksen saat
Dört milyon iki yüz dört bin sekiz yüz dakika
İki yüz eli iki milyon iki yüz seksen sekiz bin saniye yaşadın
Az şey mi?
Belki dondurma yedin
Belki denize girdin
Belki aşık oldun
Belki bir oğlanın elinden tuttun
Belki öğretmen
Belki anne oldun
Kimbilir neler gördün rüyalarında
Az şey mi?
Yirmi tahta
On altı tuğla
On iki çiçek
Yüz kürek toprak attılar mezarına
Az şey mi?
Koskoca sekiz yıl yaşadın
Az şey mi?

Şiir: Mustafa Çatıkkaş
Şiir izinsiz kullanılması hukuki sonuçlar doğurur.





8 Eylül 2024 Pazar

NARİN'İ ÖLDÜRDÜLER, ANADOLU İRFANI

 Gazeteler yazdı;

''Narin'in cesedi dere kenarında torba içinde bulundu.''
''Anadolu İrfanı'' diye bir deyim var.
Bu deyim;
Aklı, bilimi, bilgiyi, vicdanı, merhameti, sevgiyi, saygıyı anlatır.
Anadolu'nun neyi kaldı ki, irfanı kalsın?
Artık Anadolu'da kör bir tutuculuk,
Kara bir dincilik,
Tuhaf bir ahlak anlayışı,
Hayvana, kadına, çoluk çocuğa tecavüz eden,
Akrabasının, komşusunun malını mülkünü çalan birbirinden garip embesiller çıktı...
Ne ''Anadolu İrfanı''
Ne anadolu kaldı,
Ne irfan...
Bildiğin maymunlar cehennemi var ortada.
Yazık.
Hem bu çocuğa yazık,
Hem anadoluya...
Mustafa Çatıkkaş
08 Eylül 2024





27 Temmuz 2024 Cumartesi

SOKAK HAYVANLARI YASASI ÜSTÜNE...

Birisi;
"Bu it taparların ve it savarların aklıyla hiçbir şey yapılamaz”
 dedi!

 Dünyanın karmaşık düzeninde, insanoğlu kendini doğanın efendisi olarak görmeye meyilli olmuştur.

Bu anlayış, diğer canlıları sömürme ve onlara zulmetme eğilimlerini de beraberinde getirmiştir. "Yeryüzündeki her şey insana emanet edilmiştir" düşüncesi, ne yazık ki çoğu zaman yanlış yorumlanarak, insanın diğer varlıkları hor görmesine neden olmuştur.

Oysa Kuran-ı Kerim'de Allah şöyle buyurur: "Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa hepsini sizin hizmetinize verdik." (Casiye Suresi, 13).

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, bize emanet edilen bu canlılara adil davranmak ve onları korumak bizim asli görevimizdir.

Hayvanlara karşı uygulanan şiddet ve istismar, modern dünyanın en büyük ahlaki problemlerinden biridir.

Kedilere, köpeklere, kuşlara ve daha nice masum canlının maruz kaldığı kötü muamele, vicdan sahibi her insanın yüreğini sızlatmaktadır.

Filozof Immanuel Kant'ın şu sözlerini hatırlayalım: "Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara olan davranışıyla ölçülür."

Bu söz, insanoğlunun diğer canlılara karşı olan sorumluluğunu ve bu sorumluluğun yerine getirilmesinin toplumsal gelişmişlikle doğru orantılı olduğunu vurgular.

 Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurur: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz." Hayvanlara merhamet göstermek, aynı zamanda insanın kendine ve çevresine olan merhametinin bir yansımasıdır.

Her bir canlının yaşam hakkına saygı göstermek, insan olmanın gerekliliklerinden biridir. Ancak ne yazık ki, sokaklarda aç ve susuz bırakılan, barınaklarda kötü koşullarda yaşayan hayvanlar, bu merhametin çoğu zaman göz ardı edildiğinin bir kanıtıdır.

Bunun yanı sıra, ticari kaygılarla hayvanları kötü şartlarda yetiştiren ve onları sadece birer mal olarak gören zihniyet, ahlaki değerlerin yitimine yol açmaktadır.

Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların endüstriyel tarımda yaşadığı acılar, deney hayvanlarının laboratuvarlarda çektiği eziyetler, insanlığın vicdan muhasebesinde sorgulaması gereken ciddi meselelerdir.

Hayvanseverlerin bu duruma karşı verdiği mücadele, bir nevi insanlığın kendi vicdanıyla olan hesaplaşmasıdır.

Albert Schweitzer'in dediği gibi: "Hayvanlara olan merhametimiz, insanlık değerimizin bir göstergesidir."

 Sonuç olarak, hayvanlara yapılan haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, insanın kendi değerlerine ihanet etmesi demektir. "İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir" atasözü, yapılan her iyiliğin, her merhametin, eninde sonunda karşılığını bulacağını anlatır.

İnsanlığın, hayvanlarla olan ilişkisini yeniden gözden geçirip, onlara hak ettikleri saygı ve sevgiyi göstermesi gerekmektedir.

Çünkü her canlının yaşam hakkı kutsaldır ve bu hakka saygı göstermek, insan olmanın en temel gerekliliklerinden biridir.







 

 


30 Haziran 2024 Pazar

FOTOĞRAFA AŞIK OLMAK...

Zeki Demirkubuz'un 'Kader' adlı filmde Bekir, Kendi halinde, sıradan, yirmili yaşlarda, küçük burjuva birisidir.
Bekir'in aşık olduğu kadının adı; Uğur'dur.
Uğur'un;
Babası felçli,
Annnesi hafif, ahlaksız, bencil bir kadın,
Erkek kardeşi tacizlere uğrayan birisidir.
Aşık olduğu adam ise katildir.
Bekir'in sıradan hayatına, renkli bir şekilde giriş yapan Uğur aslında tam bir faciadır.
Bekir için hayat Uğur'la tanıştıktan sonra asla bir daha eskisi gibi olmayacaktır.
Bekir aslında Uğur'un içinde bulunduğu cehennemin içine düşer.
Ve Bekir aslında aşık olduğu Uğur'un gerçekliğine değil, Uğur'da varolduğunu zannettiği 'şey'e aşıktır.
Ve aslında Bekir bir fotoğrafa aşıktır,
Ve bunun bedeli çok ağır olacaktır.
'Kader', Zeki Demirkubuz'un 'Masumiyet' adlı filminin devamı gibi de kabul edilebilir.
Metin Erksan'ın 'Sevmek zamanı' adlı film de mutlaka izlenmelidir.

23 Haziran 2024 Pazar

HA ŞEVVAL SAM HA SEDA SAYAN...

SEDA SAYAN
Seda Sayan AKP'nin gayri resmi yüzüdür. Sadece kendi çıkar ve konforu için yaşayan, kültürel bilgi, birikimi olmayan, sınıf bilincinden bihaber, sistemin kasıtlı olarak sürekli sahneye koyduğu tipik bir halk düşmanıdır.

ŞEVVAL SAM...
Ne yeteneği olduğu belli olmayan ama her yerde dolaşan bir tip.
İyi bir oyuncu değil ama dizi ve filmlerde yer alıyor, izlenmiyor,
Güzel bir sesi yok, iyi şarkı söyleyemiyor ama programlara çıkıyor. dinlenmiyor.
Şevval Sam solcu ayağında malı götürüyor. Solcu görünümlü halk düşmanı...

''BODRUM'DA HERKES EŞİT ...''
Bir tv programında, ' Bodrum'da herkes eşit, Çünkü herkesin iki katlı ve bahçeli evi var' diyerek inanılmaz bir sınıfsal tahlil yapan Şevval Sam da hem bilgi birikimini ortaya koymuş oldu, hem de halkına ne kadar yakın olduğunu gösterdi.....





6 Haziran 2024 Perşembe

Yazdığım tüm şiirlerin bedelini ödedim

 • Sizi tanıyabilir miyiz, Kelimeler ile yakın ilişkiniz nasıl başladı?

1966 yılında Sivas’ta doğdum. İstanbul Sefaköy Lise’sini tamamladıktan sonra Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümünden mezun oldum.
Edebiyata olan ilgim lise yıllarında başladı. Özellikle Türkçe ders kitaplarında yer alan yazar ve şairlerin fotoğraflarına dakikalarca bakar, hayatlarını ve eserlerini incelerdim. 

Bizim zamanımızda ‘Kompozisyon Yazılısı’ vardı.  Bir konu hakkında bir sayfa yazı yazmamız istenirdi, verilen en yüksek not ise On’du. Ben bu sınavlardan hep Dokuz aldım. Hiç On alamadım, Ama hiç Sekiz de almadım. Edebiyat öğretmenlerim her sınavdan sonra benim yazılarımı diğer sınıflara da okuturlardı.

 Çok değerli öğretmenlerimin bu ilgisi nedeniyle daha çok okumak daha çok yazmaya başladım. Yaklaşık Kırk yıldır yazıyorum. Bazen bir gazetede, bazen bir dergide, bazen bir blogda, bazen de bir not defterine sürekli yazdım, yazıyorum. 

Askerliğimi yaparken de  ‘Yazıcı’ydım, Komutanlarımın aşk mektuplarını da ben yazıyordum.
1988 yılında K.Çekmece Gazetesi’nde muhabir olarak başladığım gazetecilik maceram, köşe yazılarıyla devam ediyor. 1990 yılında derlemesini yaptığım ‘Genç Harman’ isimli şiir kitabını hazırladım, 1992 yılında bu kitap çok ilgi gördü.
Karışık isimli deneme kitabı, Haksızlık isimli deneme kitabı ve Farkında Değildin isimli şiir kitabım var. Evliyim, bir tane oğlum var.

 • Deneme ve şiir kitaplarınızın çıkış noktasını anlatır mısınız? Kitaplarınıza gelen ilginin boyutu ve aldığınız yorumlar ne durumdadır?

Yaklaşık olarak 60 - 70 tane şiirim var.  Şiir yazmak da çok zor, şiir yaşamak da çok zor…Ben yazdığım tüm şiirlerin bedelini ödedim, Bedelini ödemediğim hiç bir şiiri hem yaşamadım hem de yazmadım. 

Yazdığım şiir, öykü ve kısa öyküler toplumumuzun kadim acılarından, dertlerinden, kederlerinden, yoksunluklarından, hüzünlerinden ve çelişkilerinden doğmuştur. İnsanlık tarihi derin acılar ile derin emek sömürüsünden ibarettir.

 Bu acılar savaşlar, ölümler, kadın katliamları, çocuk katliamları, hayvan katliamları, doğa katliamları, salgın hastalıklar gibi karşımıza çıkarken, emperyalist sömürü sistemi ile de açlık sınırında yaşamak zorunda kalan insanlar ile karşımıza çıkar.

 Basit olarak, En düşük ev kirasının 15 Bin Lira olduğu bir ülkede aylık asgari ücretin 17 Bin Lira olması kabul edilebilecek bir konu değildir. Tüm şiir ve yazılarımın çıkış noktası bu bakış açısıdır.

Kitaplarıma olan ilgi içinse şöyle diyebilirim; ‘Karışık’ isimli kitabım 2. baskısını yaptı, ‘Farkında Değildin’ isimli şiir kitabım da yine 2. baskısını yaptı.

 • Şiirin korunması gereken özellikleri olduğunu savunuyor musunuz?  Bu bağlamda örnek aldığınız şairler kimler?

Örnek aldığım herhangi bir şair yok ama şiirlerinden etkilendiğim şairler var. Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ataol Behramoğlu ve Ahmet Telli gibi toplumcu – gerçekçi şairlerimizin şiirleri su gibi hem huzur verir, hem su gibi öğreticidir hem de su gibi yavaş yavaş önündeki her şeyi değiştirir. Şiir de bu isimler gibi ustaların sözcükleri ile yeniden kendisini tekrar tekrar yaratır. Bu şairlerimizi korumak ise korumamız gereken en büyük değerlerimizdir.

 

• “Çocuklarınıza haksızlık karşısında sessiz olmayı öğretin ki; haksızlığa uğramasınlar” sözünüzdeki “sükûnet ve soğukkanlılık” vurgusunu biraz daha açar mısınız?

Sizin de bahsettiğiniz gibi; Haksızlık isimli kitabımızın arka kapağında,‘’Çocuklarınıza haksızlık karşısında sessiz olmayı öğretin ki; haksızlığa uğramasınlar’’diye bir cümle yazmaktadır. Bu cümle elbette ironi içermektedir.

‘Haksızlık karşısında susanlar, dilsiz şeytanlardır’ şiarıyla yazmaya çalıştığım yazılarda hak ve hukukun herkese, her zaman lazım olacağının altını çizmeye çalıştım. Öte yandan; Kitabın adını belirlemeye çalışırken haksızlığa uğramış insanlara bu haksızlığı yapanların ‘Hakk’sız yani Allahsız olduklarının altını da çizmeye çalıştım.
Elbette burada bahsedilen Allahsızlık kavramı dini bir anlam taşımamakla birlikte halk dilinde kullanıldığı şekliyle; Vicdansız, ölçüyü kaçırmış, bencil, acımasız, kötücül insanlardan bahsedilmektedir.
Bu cümle ile aslında çocuklara ve gençlere, ‘’Haksızlık karşısında sesinizi yükseltin’’ demek istenmiştir,

• Geçmiş dönemlerde belki de teknolojik yetersizlikler nedeniyle yazar ile okuyucu arasında bir “mesafe” vardı. Yani yazarlar okuyucu gözünde gizemleşiyordu. Şu an ise kitabını okuduğunuz yazarların günlük hayatlarını bile takip edebiliyorsunuz. Sizin bu konuda bir rahatsızlığınız var mı?
Teknolojinin gelişmesi, sosyal medyanın toplum tarafından bu kadar çok kabul görmesi nedeniyle artık hemen hemen herkes dilediği her kişiye rahatlıkla ulaşabiliyor. Bu zamanın ruhu da böyle işliyor. Okuyucu ile yazar arasında mesafe olması zaten hoş değil, Bu mesafe de yine bir eşitsizlik yaratıyor, bu mesafenin ortadan kaldırılması gerekir.

Teknoloji sayesinde ‘Tanrı yazarlık’ denen ulaşılamaz olan yazarlık kavramı da bitmiş oldu, şimdi taraflar arasında daha çok eşitlik var. Zaman içerisinde bu eşitlenmenin de daha çok artacağını zannediyorum.

Yazar ile okur arasındaki birbirine ulaşabilme olanağının artması hem yazarı hem de okuyucuyu daha çok besliyor diye düşünüyorum.

 • Geleceğe dönük yeni kitap çalışmalarınız olacak mı, Planlarınızı anlatır mısınız?

Çalışmasını devam ettirdiğim kısa öykülerden oluşan yeni bir kitap çalışmam devam ediyor. Bununla birlikte iki tane de belgesel çektim. Bunlar, ‘Diyaliz Hastaları ve Sorunları’ ile ‘Selimpaşa’ adlı belgesellerdir. Önümüzdeki günlerde; ‘K.Çekmece Hikayeleri’ adında bir belgesel daha çekmek için de çalışmalarım devam ediyor.

Gösterdiğiniz ilgi için emeği geçen tüm dostlara çok teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.

Röportaj: Tolga Alca
06.06.2024




 

 


 



20 Mayıs 2024 Pazartesi

SEFAKÖY LİSESİ, PİLAV GÜNÜ ve İZMİR MARŞI...

İzmir Marşı'nı alkışlayanlar ve alkışlamayanlar... Pilav Gününe neden katılmadığımı anlatan en güzel video...

Bu videoyu izlerken aklıma Yılmaz Özdil'in 'Guguk Kuşu' adlı videoları geldi....




21 Şubat 2024 Çarşamba

NEDEN ADAY OLUYORLAR

 

2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak,
Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak.
Ve bu seçimlerde 1393 belediye başkanı,
21 bin belediye meclis üyesi,
63 bin muhtar seçilecek.

2024 yerel seçimlerinde belediye başkanı, belediye meclis üyesi, muhtar ve muhtar azası seçilmek için tam 1 Milyon kişi başvuruda bulundu.
Bu sayı aşağı yukarı toplumun yüzde 8 de biri demek.
Yani sokakta gördüğünüz her sekiz kişiden biri ya aday olmuş ya da aday olmak için başvuruda bulunmuş.

Peki ama neden bu kadar insan başvuruda bulunuyor?
Bize göre;
En önemli neden; ekonomik beklentiler.
Çünkü; Belediye başkanları şayet seçildikleri kentlerin nüfusu 2 milyondan fazla ise; Aylık 176 bin lira maaş alıyor.

Nüfusu 1 ile 2 milyon arasında olan kentlerin belediye başkanları; 144 bin lira,

Nüfusu 500 bin ile 1 milyon arasında olan kentlerin belediye başkanları; 120 bin lira,

Nüfusu 250 bin ile 500 bin arasında olan kentlerin belediye başkanları; 105 bin lira maaş alıyor.

Belediye Meclis üyeleri ise toplantı başına huzur hakkı olarak ortalama 1500 lira, aylık ise ortalama 40 bin lira para alırken, kimi meclis üyelerinin asıl kazanç kapıları rüşvet ve rant olarak karşımıa çıkar.
Muhtarlar ise 17 bin lira maaş alıyor.
Belediye başkanlarının bu kadar çok para aldığı bir ülkede emekliler ise ayda 10 bin lira, işçi ise ayda 17 bin lira maaş ile geçinmeye çalışıyor. Hem de en ucuz ev kirasının 10 bin lira olduğu bir ülkede…


Bunun üstüne belediye başkanlarına kamuya ait özel araba, şoför, koruma, sekreter, özel kalem müdürü de veriliyor.

Ve hatta bazı başkanlar için de inanılmaz rüşvet ve rant gibi ciddi avantajlar da var.
Bazı belediye başkanları elde ettikleri argo söylemiyle çaldıkları bu servetleri ya yurt dışına kaçırıyorlar ya da yakın akraba ya da dostlarının üzerine yapıyorlar ki, ilerde bir sorun yaşamasınlar.

Peki bu durumdan daha üst düzey konumda olanların haberi yok mu, neden bu suistimale izin veriyorlar diye soracak olursanız, cevap basit; Çünkü orada da aynı sistem işliyor…

Bu kadar konfor sağlayan belediye başkanlığı görevinin karşılığı olarak da yapılan borçlar belediye adına yapılıyor, belediye borçlu olarak kalıyor ve görevli belediye başkanı bu görevden ayrıldıktan sonra elini kolunu sallayarak gidiyor.
Sanki o kadar borcu kendisi yapmamış gibi, kendi döneminde kendi beceriksizliği nedeniyle olmamış gibi daha rahat, daha refah içinde bir hayat sürmeye utanmadan devam ediyor.
Öte yandan belediye başkanlığı daha ileri düzeydeki konuma gelmek için bir basmak olarak da kabul ediliyor.
Bu basamaklar parti genel başkanlığı, bakanlık ve hatta cumhurbaşkanlığı bile olabiliyor.

Peki belediye başkanı olmanın şartları neler?

Mahalli İdareler Seçimleri'nde belediye başkanı olabilmek için aşağıdaki şartlar aranır:

  • Türk vatandaşı olmak
  • On sekiz yaşını doldurmuş olmak
  • En az lise veya dengi okul mezunu olmak
  • Kamu hizmetlerinden mahrum bulunmamak
  • Türk Ceza Kanunu'nun 53'üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarındanmahkûm olmamak

Bunlara ek olarak, büyükşehir belediye başkan adaylarının 18 yaşını doldurmuş olmak, en az lisans düzeyinde eğitim görmüş olmak ve belediye başkanlığı görevini yerine getirebilecek bedensel ve zihinsel sağlık koşullarına sahip olmak şartları da aranır.

Başvurular siyasi partilerin il veya ilçe başkanlıklarına yapılır.
Başvuru için gerekli belgeler ise aşağıdaki gibidir:

  • Adayın fotoğraflı nüfus cüzdanı örneği
  • Adayın diploma fotokopisi
  • Adayın adli sicil kaydı
  • Adayın bağış dekontu

Belediye başkan adayları, siyasi partilerin il veya ilçe başkanlıklarınca yapılacak ön değerlendirmenin ardından, partilerin genel merkez yönetim kurullarınca belirlenir.

Belediye başkan adayları ne kadar para harcar?
Bu konuyla ilgili her hangi bir sınırlama mevcut değil. Partiye yapılan bağışlar, verilen rüşvetler, reklam ve tanıtım masrafları, organize edilen toplantılar, yemekler, davetler, mitingler, kiralanan araçlar, çalıştırılan elemanlar ile ucu bucağı olmayan bir kampanya…

Bu aslında bir anlamda kumar gibi bir şey. Çünkü kazanıp, kazanılamayacağı belli olmayan bir oyun gibi… Kazanırsan yüz katını alıyorsun, kaybedersen sadece bir etiketin daha oluyor…

O halde bir soru daha soralım;

Kaç kişi böyle bir kumar oynayacak bir paraya sahip, bu kadar para hangi iş yapılarak kazanılabilir, nasıl böyle hoyratça harcanabilir?
Elbette bunu herkes yapamaz.
O durumda demek ki herkes de belediye başkanı olamaz, belediye başkan adayı olamaz, belediye başkan aday adayı olamaz.

Örneğin;
Bu kadar harcayacak para kazanamayan işçiler, fakirler, garibanlar, emekliler  belediye başkanı olamaz, belediye başkan adayı olamaz hatta belediye başkan aday adayı bile olamaz.

Demek ki;
Anayasada yer alan ‘Seçme ve seçilme hakkı’ gerçekte yok. Bu söylem gerçekte sadece bir safsatadan ibaret.

O nedenle;
Zenginler aday olur, zenginler seçilir ve zenginler yönetir.
Fakirlerse onları alkışlayarak, sırtlarında taşıyarak, oy vererek zenginliklerine daha çok zenginlik katarlar.
Daha sonra da seçtikleri kişilerin kendilerine daha çok maaş vermesi daha çok sosyal yardım yapması için etraflarında pervane olup adeta dilencilik yaparlar.

Aynı sistem belediye meclis üyeleri için de geçerli muhtarlar içinde…






CHP’den istifa eden belediye başkan adayları;

 

17 Şubat 2024 Cumartesi

ÜVEY

Sebahattin Ali'nin yazdığı muhteşem bir şiir vardır,
Adı: ''Ben yine sana vurgunum''...


Şöyledir;
''Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum

Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum

Gönlüm seninkine yardı
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı
Ben gene sana vurgunum

İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum''

Kimini annesi terkeder, kimini babası, Kiminin annesi ölür, kiminin babası, Ve hayat küçük bir sokak kedisi gibi getirip bir üvey annenin ya da üvey bir babanın kucağına bırakır onları...
Ve o camdan kalp bir daha hiç düzelmeyecek şekilde kırılır, yaralanır, kanamaya başlar.

Akşam hava kararınca, çocukları anneleri eve çağırmaya başlar, ama onu kimse eve çağırmaz, yapayalnız kalır sokak ortasında.

Ayakları geri geri gitse de mecburen eve döner,
Yemekler çoktan yenmiş, ortalık neşe içindeyken o içeri girince buz gibi bir sessizlik kaplar evi.
Sanki herkes 'Neden geldin?' der gibi bakar gözlerinin içine.

Çoğu zaman yedikleri güzel yemekleri saklayanlar, bir tabak yemeği sert bir şekilde masaya bırakırlar.

Üvey çocuklar bu nedenle; çok hızlı yemek yerler, çoğu zaman da yarı aç yarı tok kalkarlar masadan.
''Karnın aç mı ?'' sorusuna her zaman ''Tokum' derler, o bakışlarla karnı çoktan doymuştur zaten...

Kendi çocuklarını koynuna alıp uyuyanlar yan odada kendi anne - babasının hayaliyle uyumaya çalışan gözü yaşlı çocukları hatırlamazlar bile...Uykusunda annesine sarılan her üvey çocuk gözyaşlarını deniz zannederek babasıyla yüzmeye gider... Annesine sarılır, koklar, babasıyla top oynar, ders çalışır...
Sabah olsun istemez, uyanmak istemez. Ama hayat bu uyanmak zorundadır, kalkmak zorundadır ve işkence tekrar başlar.

Herkes okula ailesiyle giderken, o yalnız gider,
Herkes güzel beslenme çantalarını açıp yemek yerken, ona ekmek arasına konmuş iki dilim peynir düşer.

Haftada bir kez banyo yapar, kendi kokusunda bile annesinin kokusunu arar ama bulamaz, Elbiseleri özensizce yıkanmış ve giydirilmiştir. Çorabının yırtık olduğunu söylemeye bile utanır, utanarak yırtık çorapları giyer...
Gözlerinin içine bakanlar sevgiyle değil, suçlayarak bakarlar. Zamanla kendisi de inanır suçlu olduğuna...

Kendi çocuklarını geçmesin diye, hem okulda, hem iş hayatında hem de yaşamda başarısız olsun diye binlerce tuzak kurarlar, yalan söylerler, soyup soğana çeviriler onu yakın bildikleri...

Şiddet, alkol ve uyuşturucu batağına saplanmadan büyüyebilenlerden iyi sanatçılar, aydınlar, şairler, yazarlar, devrimciler çıkar.
Yaşar Kemal üveydir,
Cemal Süreyya üveydir,
Mehmet Fuat üveydir...
Uzar gider bu liste...

Hemşire iğne yaparken her çocuk ''Anne ağrıyor'' diye bağırırken üvey çocuklar hiç bağırmaz.
Çünkü hiç bir iğne içindeki acıdan daha büyük olamaz...

En çok kalp krizinden ölür üvey çocuklar, bunca yükü yıllarca taşımak önce kalplerini yorar çünkü...

Hiçbir üvey anne ya da baba kendi çocuğu kadar, kendi çocuğu gibi sevmez üvey çocuğunu, söylenen sevgi sözcükleri yalandır, inanıp bu yalanın bir parçası olmayın...

Hiçbir üvey çocuk kendisini terkeden anne babasını affetmez ama dudaklarında şiirin şu mısraları sürekli saklı kalır;
''Senden uzak kalsam da
Başkalarına gülsem de
Sevmediğini bilsem de
ben yine sana vurgunum'...

Yazıyı şahsıma ait, bir gün mutlaka çocuk esirgeme kurumu kapılarına asılacak olan şu sözle tamamlayalım;
''Üvey bir çocuğa sürekli üvey olduğunu hatırlatmak,
İnsanlık suçudur''...




BİRLİKTE GÜLDÜĞÜN İNSANLARI KAYBEDERSEN, ÖLÜRSÜN...

Keder ve üzüntü de gülmek gibi bulaşıcıdır. Morali bozuk bir kişi, Sizin de moralinizi bozar, Neşeli, gülen bir kişi ise kısa zamanda, Sizi...