Dünden bugüne; K.Çekmece Belediye'sini şu isimler yönetti.
30 Ağustos 2021 Pazartesi
ESKİ BAŞKAN NURETTİN ŞEN'İN ADINI BİR PARKA VERDİLER...
9 Ağustos 2021 Pazartesi
YANGINLAR, KAHPE FAKLARI, AÇ YIRTICILAR
Ahmed Arif ‘Uy Havar’ adlı şiirinde şöyle der;
‘Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni...’
Güzel Ülkem yaklaşık İki haftadır yanıyor, yakılıyor.
Tam 250 noktada yangın çıktı.
Tam 80 Milyon’un içi yanıyor.
‘Yangını kim çıkardı?’
Bunu elbette yetkililer araştırıp, bulacaklar.
‘Yangına yeterince müdahale edildi mi?
Bunu elbette yetkililer araştırıp,
bulacaklar.
Ama;
Garibim köylünün ekmeği, aşı, anıları, umudu, geleceği, ata yadigarı toprağı ve
canından çok sevdiği hayvanları yandı.
Köylü için hayvan demek;
Bir yandan sevgili demek bir yandan sermaye,
Her İkisini de kaybetti cennet yüzlüm.
Her Müslüman günah işlemekten korkar.
Çünkü, İnancımıza göre Yüce Allah’ın hem Cennet’i hem de Cehennem’i vardır.
Günahı çok olanlar Cehennem’e gider ve orada yanarak bu günahlarının bedelini
öderler.
Biz böyle inanıyoruz.
Şüphesiz ki; Allah affedicidir, merhametlidir.
Ancak;
‘Şayet insana akıl verdiyse bunun da bir
bedeli olmalı’ denir.
Ve rehber olarak yolladığı Kutsal Kitabımız Kuran- ı Kerim de belirtildiği gibi
‘Yapmamız’ ve ‘Yapmamamız’ gereken hal, davranış ve durumlar vardır.
Bu kurallara uymayanlar günah işler ve cehennemde yanar.
Peki ya yangında yanarak ölen hayvanlar?
Bunların günahı neydi ki; Yanarak can verdiler?
Hangimiz, hangi hakla kendimizi haşa Allah’ın yerine koyarak onların yanarak ölmesine neden olduk?
‘Yaşam hakkı kutsaldır’,
Hem de her canlı, her bitki için.
Üstelik;
Her canlı, her bitkinin insanoğluna bir faydası vardır.
Olmasa;
Yaradan onu yaratır mıydı?
Yaratandan daha mı iyi biliyoruz ki, yaşamalarına müsaade etmiyoruz?
Yangında çekilen bazı görüntüler sanki bir korku filmi sahnesi gibiydi.
Ateşlerin ortasında kalmış bir at,
Kanatları tutuşmuş onlarca kuş ve onların feryatları,
Ayakları yanmış bir köpek yavrusu,
Kömüre dönmüş bir kaplumbağa,
İnsan elinden su içmeye çalışan bir kelebek,
Alevlerin içinde yavrusunu arayan bir inek,
Say say bitmez…
Buna yürek mi dayanır?
Buna can mı dayanır?
Buna vicdan mı dayanır?
Konunun siyasi tarafına girmek bir kısır döngü.
Tarafımız belli!
Yaşamdan, yaşatmadan yanayız.
Ve fakat;
Binlerce Allah’ın sessiz kullarını bu şekilde yakanların, bu dünyada onlara
cehennemi yaşatanların, Allah’ın yüce adaletinde hesap vermelerini ve Allah’ın
Cehennemi’nde aynı şekilde bedel ödemelerini dilerim.
O şekilde can veren hayvanların acılarında, seslerinde boğulsunlar.
Yasal olarak da Devletimizin gereğini yapacağına hiç şüphem yok.
Konuya Ahmed Arif’le başladık,
Ahmed Arif’le bitirelim;
‘Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay’…
1 Ağustos 2021 Pazar
Mustafa Çatıkkaş Sözleri
Ergenlik yıllarımda, gençliğimde, orta yaşımda;
18 Temmuz 2021 Pazar
NİLÜFER Mİ, SEZEN AKSU MU?
NİLÜFER...
14 Haziran 2021 Pazartesi
TARİHSEL SÜREÇTE BEYAZ TEN, SİYAH TEN ve AMELE YANIĞI
Tarihsel süreç içerisinde köleler, işçiler, fakirler, çiftçiler sabahtan akşama
kadar dışarıda güneşin altında çalışıyorlar ve tenleri kapkara oluyordu.
Oysa zenginler, güneşin altında çalışmak zorunda
değildi ve tenleri kararmıyordu.
Bu nedenle o vakitler, Beyazlar, Beyaz tenliler
çalışmak zorunda olmayan, kendileri için çalışanları olan zenginleri temsil
ediyordu.
Beyaz tenli olmak; Zenginlik, varlık, güç anlamına
geliyordu.
Kadınlar da beyaz tenlerini daha çok ön plana
çıkarmak, suratlarına kontras verebilmek için dudaklarını özellikle Kırmızı
renge boyuyor, Hatta suratlarının farklı yerlerini hafif pembemsi yapmaları da
aynı amaca hizmet ediyordu.
Yani; ‘Ben
zenginim’ demek istiyorlardı.
Eski filmlerde gördüğümüz zengin kadınların güneşli havalarda şemsiye
kullanmaları, eldiven takmaları da aynı şeyi temsil ediyordu.
Yani, tenlerini güneş yanığından korumak, beyaz renkte kalmak ve sınıf farkını
vurgulamaya çalışıyorlardı.
Belki de; Beyaz ırkın üstün olduğu algısı da bu
nedenden dolayı ortaya çıkmıştır.
Süreç içersisinde üretim şekli değişmeye başladı.
Bilim, sanat, moda ve sanayide ciddi devrimler oldu.
Bu değişim insan haklarına da yansıdı ve Sınıf bilinci gelişmeye başladı.
Zamanla insanlarda tatil yapma kültürü gelişmeye başladı.
Tatil için deniz kenarlarındaki evlerine gidenler döndüklerinde yanık – bronz tenleriyle
dikkat çekmeye başladı.
Bu insanlar hem güneş altında çalışmak zorunda olmayan hem de tenleri
bronzlaşmış, yanmış, kararmış, hem de zengin insanlardı.
Oysa, fakirler, işçiler, köleler ve çiftçiler tatil yapamıyordu.
Şimdi moda, ‘Bronz tenliyim çünkü tatile gittim, zenginim’ mesajı vermekti.
Bu yaklaşım günümüzde bile etkisini sürdürmektedir.
Bu nedenle kış aylarında bile tenini bronzlaştırmak için zenginler binlerce
lira vererek makineler altında bronzlaşmaktadır.
Bu çabanın altında estetik ya da güzellik çabasının dışında ‘Ben zenginim’ mesajını vermeye çalışmak
yatmaktadır.
Toplumun alaycı bir dille ‘Amele yanığı’ dediği şey tamda budur.
Güneş altında yarı çıplak çalışmak zorunda kalan emekçilerin tenlerinin şekline
‘Amele yanığı’ denir.
Bu kişilerin tenlerinin bazı yerleri bronzlaşmıştır ama tatile gittikleri için
değil, zengin oldukları için değil.
Güneş altında çalışmak zorunda oldukları içindir.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik önce insanların suratlarına, derilerine
yansır.
Sonra psikolojilerine ve kişiliklerine.
Kimileri sürekli yanar, ama keyiften, moda ya da zenginlikten dolayı değil,
fakirlikten dolayı…
21 Mayıs 2021 Cuma
OKULLARIM ve İÇ DÖKÜNTÜLERİM…Bölüm 5 Akdeniz Üniversitesi Antalya MYO
'En iyisi ben eğlenceli bir kentte, eğlenceli bir okulda okuyup keyfime bakayım' kafasıyla Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Hotelcilik MYO Bölümü'nü yazdım ve kazandım.
Yirmi yaşında hiç bilmediğim bir kente gittim. Otogarda otobüsten indikten sonra kentin merkezine doğru yürümeye başladım.
Bir rent a car dükkanından içeri girerek öğrenci olarak geldiğimi ve kalacak bir yer aradığımı söyledim. Dükkan sahibinin adı Selçuk Beydi. Beni Kaptan Pansiyona yolladı.
Kaptan Pansiyon Antalya’nın eski evlerinin olduğu mevkide yer alan turistik bir pansiyondu, oraya yerleştim.
Sonrasında okulu arayıp buldum, kaydımı yaptırdım.
Okul, Antalya’nın giriş bölümünde yer alan Serik Mahallesindeydi, yeni yeni gelişmeye başlamıştı. Birkaç basit bina ve ortasında büfe - kafe karışımı bir yer vardı. Okulun etrafında da kızlı – erkekli gidilebilen kahvehaneler…
Dersler oldukça basitti. Otel, Restoran gibi işyerlerinde verilen hizmetleri öğretmenin yanı sıra Arkeoloji ve yabancı dil gibi dersler de vardı. Haftanın belli günlerinde yat limanında yer alan bir kuruma pratik eğitim almak için gidiyorduk.
Benim yabancı dil tercihim liseden o şekilde mezun olduğum için Almanca’ydı. Dersler yolunda gidiyordu.
Birkaç ay pansiyonda kaldıktan sonra İki arkadaşımla birlikte ortak ev kiraladık. Kendi yemeğimizi kendimiz yapıyor, etrafı temizliyor, bulaşıkları yıkıyorduk.
O yıllardan tanıdığım dostlarım ile hala görüşmenin mutluluk ve onurunu yaşıyorum.
Antalya o dönemler çok sakin, harika bir kentti. Özellikle kış akşamları hava karardıktan sonra dışarıda hiç kimse kalmıyordu.Bu durum İstanbul'un keşmekeşine alışmış birisi olarak bana çok garip geliyordu.
Hem okuldan hem dışarıdan çok sayıda arkadaşım oldu. Bazen turistleri çeşitli halıcı, kuyumcu, derici dükkanlarına getiriyorduk. Dükkan sahipleri yapılan satışlardan bize para veriyor, Bu paraya ‘hanut’ deniyordu.
Bu paraları aldığımız günlerde yat limanında yer alan last stop adındaki diskoya gidiyor, balyoz adlı kokteyli içip, turist kızlarla dans ediyorduk.
Mehmet adında bir arkadaşım vardı. Ailesi İstanbul Kadıköy’de ikamet ediyordu. Aynı evde kalıyorduk. Son derece entelektüel birisiydi. Bağlama çalıyor, sigara, içki içiyordu.
Mehmet’in hayali okulu bitirip İtalya’ya gitmekti.
Birinci sınıfın yazında Alanya’da bir apart otelde çalışırken müşterinin oğlundan babasının arabasını istemiş. Çocuk da arabayı getirmişti.
Gece mesaisi bittikten sonra arabayla dolaşmaya çıktık. Arabayı Mehmet kullanıyordu.
Mehmet’in şoförlük düzeyini bilmiyordum ve arabada ben de vardım.O gece kaza yaptık, ben bir kaç gün komada kaldım, Mehmet henüz Yirmi yaşındayken yaşamını kaybetti.
İkinci sene başladı.
Alt sınıftan bazı dersler alıyordum. Artık İkinci sınıf olduğum için daha özgüvenli dolaşıyordum. Alt sınıftan bir kız gördüm, âşık oldum. O da bana âşık oldu.
1990 yılında derlemesini yaptığım A Yayınlarından çıkan Genç Harman isimli şiir kitabını çıkardık.
Antalya’ya sürgün gelmiş devrimci ağabeyler ile dostluğumuz ilerlemeye başladı.
Bazen basit otellerin resepsiyon bölümünde geceleri çalışıyor, bazen bir tatil köyünde iş arıyorduk.
1990 yılının yaz sezonunda Kültür ve Turizm Bakanlığı Avusturya ile ortak bir organizasyon yaptı. Avusturya’dan gelen emeklileri bir hafta ağırlayıp, geri yoluyordu.
Organizasyonda çalışmak üzere turizm bölümlerinden öğrenci seçiyorlardı, ben de seçildim.
Emekli turistleri havaalanından alıyor, Turtel Side’de kalacakları lüks tatil köyüne yerleştiriyor. Bir hafta boyunca Alanya, Side, Manavgat gibi bölgelerde gezdiriyor, onlara rehberlik ediyorduk.
Bir hafta sonra onlar gidiyor yerine yeni bir grup alıyorduk.
Bu organizasyon sonunda Viyana’da tatil yapma hakkını kazandım.Viyana’ya kız arkadaşımla gittim, kaldım, geri döndüm.
İki yıllık okulum bitti, geçemediğim birkaç ders için bir yıl daha aynı kentte kaldım.
Ve artık askere gitme zamanımın geldiğini anladım. Antalya’da ikamet eden ama sürekli bizim evimizde kalan Bilal adındaki bir arkadaşıma tüm eşyalarımı vererek o ketten ayrıldım.
Her kentin bir anlamı vardır. Antalya benim için her zaman bir sevgili gibidir. Hep genç, hep hareketli, hep güzel…
Antalya ve Akdeniz Üniversitesi MYO çok şey öğretti bana.
https://mustafacatikkas.blogspot.com/2021_05_18_archive.html
5. Bölüm oku:
18 Mayıs 2021 Salı
OKULLARIM ve İÇ DÖKÜNTÜLERİM…Bölüm 4 İstanbul Sefaköy Lisesi
Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'nden atıldıktan sonra, Tekrar İstanbul Sefaköy Lisesi'ne geri döndüm.
Edebiyat'a ilgim olmasına rağmen Fen Bölümü'nü seçtim, Yabancı dil olarak da zaten Almanca Bölümü'ne gidiyordum.
Ortaokul'dan sınıf arkadaşım olan çocuklar bir üst sınıfa geçmişti. Ben sınıf tekrarı yaptığım için bir sene arkadan geliyordum, Ancak bazı eski arkadaşlarım da sınıf tekrarı yaptığı için onlarla da aynı sınıfa düştük.
Kendi öz kardeşimiz gibi sevdiğimiz, birlikte yiyip, içtiğimiz arkadaşlarımız oldu. Harika bir Üç sene yaşadık.
Artık 'Genç' olmuştuk, özel yaşantımıza dair kararlar alabiliyor, kahvehaneye gidebiliyor, çay bahçesine gidebiliyor, eğlence yerlerine gidebiliyorduk...
1984 yılında ablam evlendi ve Fransa'ya gitti,
Babam da bir kaç yıl sonra Almanya'dan kesin dönüş yaptı.
1980 Askeri Darbesi ve işbirlikçileri 'Apolitik' bir gençlik yetiştirmek istiyordu ve ilk kurbanları da bizlerdik.
Bu nedenle; Sürekli Amerikan filmleri izliyor, Yabancı müzikler dinliyor, kendimize göre daha çağdaş saç modelleri kestiriyor, kıyafetler giyiniyorduk.
Aksaray'a gidip plaklar alıyor, elimizde teypler ile okuldan sonra topluca gezmeye gidip eğleniyorduk.
Modern Talking, Duran Duran, Shakin Stevens, Laura Branigan, Kim Wilde, Sandra, Mıchael Jackson, Rod Steward, Paul Young, Aplhaville, Dire Strais, Pink Floyd, George Mıchael şarkıları...
Rambo, Grease, Guguk Kuşu, Terminatör, Scarface, Star Wars, Bir zamanlar Amerika filmleri...
Gidip dans ettiğimiz çay günleri de ayrıca güzeldi.
O yıllarda düğün, nişan gibi etkinlikler çok fazlaydı. Sokaklarda yapılan bu eğlencelere hemen hemen herkes katılıyordu.
Düğün salonlarında yapılan merasimlere ise en güzel kıyafetlerimizi giyinerek gidiyorduk...
Gençler bilmez;
Herkesin evinde telefon yoktu. Komşular telefonu olan evden yakınlarını arar ya da kendilerini aratırlardı.
Jeton atılarak konuşulan telefon kulübeleri vardı. Jetonlar Üç boydu; Küçük, Orta ve Büyük boy...Konuşma süresine göre jetonun boyu da değişiyordu, fiyatı da...
Bazen hoşlandığımız kızın evini arar, şayet kız açarsa ne âlâ, kısaca konuşur, kapatırdık. Kızın annesi ya da babası telefonu açarsa konuşmadan kapatırdık. Nasıl olsa bugünkü gibi numaramız gözükmüyordu.
Gelen telefonları babaların açması sanki gizli bir kuraldı.
Bugünkü gibi mail ya da mesaj çekmek yerine mektup yazardık.
Bu mektup meselesi de ilginçtir.
Şayet yazma kabiliyetin iyiyse ve kendini doğru anlatabilmişsen, mektubu yazacaksın, taa Basınköy'deki postaneye gideceksin, mektubu atacaksın...
Postacı mektubu alacak, yolladığın adrese teslim edecek, mektup yazdığın kişinin eline ulaşacak, mektubu alan kişi şayet isterse, sana cevap yazacak, postaneye gidip mektubu atacak, mektup sağ salim senin eline geçecek de cevabı okuyacaksın!
Cevap ne?
'Ben senden hoşlanmıyorum'...
Bu süreçte TRT yavaş yavaş renkli yayın yapmaya başladı, video kasetler çıktı.
Bir taraftan da arabesk müzik toplumu ele geçirmeye başladı.
Okuldaki öğretmenlerimizin hepsi çok değerli, idealist insanlardı.
Yaşayan tüm öğretmenlerime sağlık, sıhhat diler ellerinden öperim.
Yaşamını kaybeden tüm öğretmenlerime Allah rahmet eylesin.
Hepsi bizler 'adam' olalım diye ellerinden geleni yaptı.
Ki; Bazı öğretmenlerimle hâlâ görüşmenin onurunu yaşıyorum.
Öğrenci kafası işte;
Özellikle fizik öğretmenimiz Celal Bey'e çok gülerdik, Din dersi Öğretmenimiz Baki Bey bizi çok zorlardı...
Hepsinin ama istisnasız hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.
Ergen kafası işte;
Bazen birbirimize girer, kavga ederdik.
Bu kavganın nedeni ya kız kavgası olurdu, ya maç kavgası ya da ceviz kabuğunu doldurmayacak başka bir neden...
O günlerden tanıştığımız onlarca arkadaşım ile hâlâ görüşüyorum, benim için değerleri paha biçilmezdir.
Aşklar, kavgalar, maçlar, piknikler, geziler, dersler, kopyalar, zayıflar, kurtarma sınavları ile yavaş yavaş lise dönemi de sona ermeye başladı.
İstanbul Sefaköy Lisesi tarihinin en başarılı yıllarını o dönemde yaşadı.
Pek çok arkadaşımız çok iyi okulları kazandılar.
Çünkü, herkes herkesi kazansın diye motive ediyor, yardım ediyordu.
Aileler de bu konuda çok özveriliydi, sınırlı bütçelerine rağmen çocuklarını özel dershanelere göndermeye çalışıyorlardı.
Sefaköy Lisesi'ne 2000'li yılların ortalarında borcumu ödemeye çalıştım. Okulun adı değiştirildi. Özel Doğan Hastanesi'nin sahibi para karşılığı okula kendi adını verdi.
Yılların Sefaköy Lisesi adı artık yoktu.
Önce bir internet sitesi açtım. Sitenin adı; Sefaköy Lisesinin adı Değişmesin'di...
Daha sonra sosyal medyadan ve bulabildiğim tüm mecralarda yazıp, çizmeye, konuşmaya başladım.
'Sefaköy Lisesi adı değişmesin' isimli yazdığım yazı Yüz Binlerce kez okundu.
Ardından konu çok geniş yankı uyandırdı, çok kişi konuyla ilgilenmeye başladı.
Ve sonunda okulun adı geri alındı.
Şu an okulumuzun adı; Sefaköy Anadolu Lisesi.
Konuyu nasıl başlattığımı, neler yaptığımı dostlarım, yaşayanlar ve dönemin yerel gazete arşivleri çok iyi bilir.
Ardından mezunlar için pilav günü düzenleme kararı alındı.
Pilav günü afiş tasarımını ben yaptım, hâlâ benzerini kullanıyorlar. Ama pilav gününe hiç katılmadım. Çünkü, Sözde akıllılar bu işin içine siyaset sokup, günü ve anlamını kirlettiler.
Ardından bu kişiler yüzünden Sefaköy Lisesi mezunları arasına bir nifak girdi. Aynı duygu bugün ülke genelinde yaşanıyor.
Binlerce mezunu olan bir okulun pilav gününe az sayıda katılım oluyor, gelen kişiler de çoğunlukla eski arkadaşlarını görmek için geliyor.
Sefaköy Lisesi duygudaşlığını kirli olanlar, kendileri gibi kirletti.
Son İki yıldır pandemi nedeniyle yapılamıyor. Umarım önümüzdeki yıllarda tekrardan arınmış olarak yeniden başlar.
Ve lise son sınıfta üniversite sınavları zamanı geldi.
İlk sene İstanbul'dan Hukuk ve Basın Yayın Bölümlerini seçtim, kazanamadım.
Bir yıl sonra;
'En iyisi ben eğlenceli bir kentte, eğlenceli bir okulda okuyup keyfime bakayım' kafasıyla Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Hotel'cilik MYO Bölümü'nü yazdım.
Kazandım ve Antalya'ya gittim.
Ve tekrar;
‘Kalktı göç eyledi Avşar elleri’,
Bu sefer İstikamet Antalya Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Hotelcilik Meslek Yüksek Okulu...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU.
1. Bölüm oku;
https://mustafacatikkas.blogspot.com/2021_05_18_archive.html
5. Bölüm oku:
NEDEN ADAY OLUYORLAR
2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...
-
Mahallenin ‘en yakışıklı’ abilerinden biriydi. Hadi ‘en yakışıklı’sı olmasa da ‘en karizmatik’ abilerinden biri olduğu kesindi. Ö...
-
K.Çekmece daha önce Bakırköy Belediyesi'ne bağlıydı. Daha sonra Belediye olarak seçimlere gitti. Ve Ertuğrul Tığlay solcu ilk Belediye...
-
1999 yılında Flash TV'nin Taksim'deki stüdyosundayız. Arif Şentürk'ün programına konuk olacağız. Program konukları; Şair olara...