17 Mayıs 2021 Pazartesi

OKULLARIM ve İÇ DÖKÜNTÜLERİM…Bölüm 3 Yatılı Kabataş Erkek Lisesi

1982 Yılının yaz tatilini Almanya'nın Köln kentinde geçirdim.
Amcamın oğlu rahmetli Levent ile çok eğlendik, çok mutlu olduk.

Orada kalmak istememe rağmen babam beni Köln Havaalanı'dan uçağa bindirdi ve İstanbul'a geri yolladı.

Beni burada büyük bir sürpriz bekliyordu.
Bir Pazar günü amcam, 'Haydi seni okuluna götüreceğiz' dedi.
Oysa hiç kimse bana; 'Yatılı okumak istiyor musun, yatılı okuyabilir misin?' diye sormamıştı bile...

Arabada amcam ve ablam ile birlikte Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'ne doğru yola çıktık.

Beni okula bırakıp, dönerken ablamın çok üzüldüğünü hatırlıyorum.
Hayattaki en büyük tutunacağım dal olan ablamdan İkinci kez ayrılıyordum.

O dönemde Yatılı Kabataş Erkek Lisesi tam bir askeri kışla gibiydi.
Sadece Erkek öğrenciler vardı.
Dışarı çıkmak yasak, 
Kurallar çok sertti.
İstanbul Boğazı'nın kenarında tam bir sürgün yeri gibiydi.
O akşam sahildeki bankın üzerine oturup saatlerce denize bakarak ağlamıştım.

Yatakhane'de İki kişilik ranzalar vardı, altlı - üstlü yatıyorduk, soğuktu.
Yemekhane'de demir tabldotlar ile sıraya girerek yemek alıyor,
Büyük 
demir  bardaklarla çay içiyorduk.
Hala o bardaklardan nefret ederim.

Etrafta saçı sakalı uzamış adamlar geziniyordu. 
Kimin öğretmen, kimin öğrenci olduğu belli olmuyordu.

Bina tarihi bir binaydı, kapıları, pencereleri, salonları, odaları çok büyüktü.
O bina insanı önce psikolojik olarak küçültüyordu.

İlk gece dolapların olduğu kısımda geceliklerimi giyerken yanıma bağırarak bir adam geldi ve saçlarımı koparırcasına çekerek bağırmaya başladı;
'Bu saçların uzunluğu ne...Neden kestirmedin?...'
Hem saçlarımı yoluyor, hem bağırıyor hem de bana vuruyordu.
Ağlaya ağlaya yatağıma gittim.
Daha sonra öğrendim ki, bu kişi nöbetçi öğretmenmiş.

Gri renkli kalın kumaşlı bir takım elbisem, beyaz gömleklerim, kravatlarım ve beyaz renkli, önü oval bir ayakkabım vardı.
Sınıftaki çoğu arkadaş sınıf tekrarı yapıyor, Çok şık giyiniyorlardı.
Benim kıyafetlerim de çok kaliteli, çok pahalı ama modaya uygun değildi.

Bir sabah lavaboda elimi yüzümü yıkarken İki tane kocaman adam geldi.
Onlara bakarak; 'Günaydın öğretmenim' dedim.
'Ne öğretmeni lan, biz öğrenciyiz' dediler.
Her seneyi çift dikiş yapan öğrenciler yaş olarak da iyice büyümüştü.

Günün programı şöyleydi;
Sabah 06:00'da  kalkıyorduk, Yemekhane'ye gidip kahvaltı yapıyorduk.
Biraz dolaşıp, hazırlanıp Saat 08:00'de derse başlıyorduk.

Öğle Saat 12:00 gibi bir saat yemek molası verip, tekrar derse başlıyorduk.
Saat: 03:30'da dersler bitiyordu.

Evcil  olanlar evine gidiyor, (Evcil; Evi olanlar, eve gidebilenler) Biz yatılı olanlar,  spor yapıyor, geziyorduk.

Akşam Saat 18:00 gibi akşam yemeğini yiyor, biraz mola verip akşam etütüne giriyorduk.
Akşam etütü, Sınıflarda üst sınıflardan bir abinin eşliğinde ders çalışılması demektir.

Ve Saat 21:00'de yatıyorduk.

Unutmuyorum;
Bir matematik öğretmenimiz vardı. Sarıya çalan saçları, her zaman çok kaliteli kıyafetleri ve yakışıklılığı ile dikkat çekiyordu.
Bir öğretmenden ziyade sanki bir Holywood yıldızıydı.

Çarşamba günleri Saat: 03:30'dan akşama kadar dışarı çıkmak serbestti. Bu saatlerde dışarda geziniyorduk.

Cuma akşamları Saat: 17:00'den sonra ise İstanbul'da evi olanlar, Pazartesi sabah Saat: 08:00'e kadar evlerine gidebiliyorlardı.

Ben de Cuma akşamları çıkıyor, Elektrikli Troleybüsler ile Taksim'e gidiyor, Taksim'de sinemaya gidip, film izliyor sonra Avcılar - Taksim Belediye otobüsü ile eve geliyordum.

Pazartesi sabahları ise erkenden kalkıp, Avcılar - Eminönü halk otobüsü ile Eminönü'ne oradan, Eminönü - Kabataş otobüsü ile okula dönüyordum.

Yatılı okumak bana göre değildi.
Sürekli ev değiştirmek bana göre değildi.
Benim daha çok ev sıcaklığına ihtiyacım vardı.
Benim daha çok aile sıcaklığına  ihtiyacım vardı.
Okuldan kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştım.

Adnan adında, iyi basketbol oynayan bir arkadaşım vardı. O'nun da anne - babası Almanya'da yaşıyor, kendisi dede ve ninesiyle Kadıköy'de yaşıyordu.

Adnan'la birlikte okuldan kaçmaya, derslere girmemeye başladık. Okulumuzun yan tarafında Beş metre yüksekliğinde bir duvar ve duvarın arkasında Galatasaray Kız Lisesi vardı.
O okuldan kız arkadaşlar edinip, onlarla gezmeye, eğlenme başladık.
Her hafta bana o dönemin en yüksek basılı parası olan 1.000 TL harçlık veriyorlardı, bu miktar o zamanlarda çok yüksek bir paraydı...

Okulun Atletizm Takımına seçildim. Antrenmanlarımızı Beşiktaş İnönü Stadyumu'nda Kuleli Askeri Lisesi Komutanları yaptırıyordu.
Çok hızlı koştuğum için 100 Metre'ci seçildim.
Hayatımın ileriki dönemlerinde bu süratim çok işime yaradı.

Okuldan kurtulmak, tekrar evime ve mahalleme, mahalledeki arkadaşlarıma kavuşmak için, derslerimi ihmal ettim, okuldan kaçtım, ders çalışmadım.
Ve sene sonunda Dokuz zayıf ve 57 gün devamsızlık ile okuldan atıldım.
Sonunda kurtulmuştum.

PEKİ AİLELER NEDEN ÇOCUKLARINI YATILI OKULA GÖNDERİR?

Yatılı okula genelde fakir ailelerin çocukları gider.
Çünkü ailelerinin çocuklarını okutacak parası yoktur.
Ya da annesi - babası olmayan veya başarılı ama ailesi fakir olan çocukları devlet yatılı olarak okutur.

Bir de fazla göz önünde olması istenmeyen çocuklar yatılı okullara verilir.

Hayatım boyunca bir insanın çocuğunu durumu iyiyken yatılı okula vermesini bir türlü anlayamadım.
Ve kendi çocuğumu tüm hayatı boyunca gözümün önünden ayırmadım, ayırmam...

1983 yılının okul bitim tarihinde Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'nden atılarak eve geri geldim.

Ve tekrar;
‘Kalktı göç eyledi Avşar elleri’,

Bu sefer İstikamet Sefaköy Lisesi'ydi...

ÜÇÜNCÜ  BÖLÜMÜN SONU.





16 Mayıs 2021 Pazar

OKULLARIM ve İÇ DÖKÜNTÜLERİM…Bölüm 2 Yeşilova İlk ve Ortaokul’u

1980’li  yılların başları…

Beni İstanbul’a özel bir arabayla babam getirdi.
Arabada kim olduğunu hatırlamadığım birkaç kişi daha vardı.
Bir yıl sonra ablama tekrar kavuştum,

Her canlının kendine has coğrafyası olur.
Örneğin; Kangal köpeği doğası gereği dağlarda bayırlarda yaşarken daha mutlu, daha sağlıklıdır.

Antalya'da öğrenciyken bir kangal köpeğinin turistlerin dikkatini çekmesi için bir halıcı dükkanında yaşatıldığını görmüştüm.
Halı satanlar bu gösteriden müşteri kazanıyor, Ama kangal köpeği buradaki sıcaklar nedeniyle yaşamakta zorlanıp acı çekiyordu.

Daha serin hava şartlarına uygun olarak yaratılan bu hayvancağız Antalya’nın sıcak ve nemli havasına uyum sağlayamıyor, ama yaşamak zorunda bırakılıyordu.
Kimse, kimsenin hangi şartlarda yaşayabileceğini düşünmüyor, herkes kendi çıkarına bakıyordu.

İlkokul 4. Sınıfa Yeşilova İlkokulu’nda başladım.
Hayatımda ilk kez kente gelmiş tüm çevresini ve sevdiklerini arkada bırakmış bir insan olarak uyum sağlamakta oldukça zorlanıyordum.

Öğretmenimiz Nurcihan Gülsoy Hanımdı.
Sınıfımızda dikkat çeken İki çok başarılı öğrenci vardı.
Biri okul müdürümüzün oğlu Ömer Erdoğan.
Diğeri Bahri Duman adındaki başka bir arkadaşımızdı.
İkisi de hem sınıf birinciliği hem de sınıf başkanı olmak için yarışıyordu.
Ve kendilerine bir rakip daha gelmişti işte.

Bir gün Öğretmenimiz 'Sınıf Birincisi'ni belirlemek için tüm dersleri en iyi olan Üç öğrenci arasında ‘Okuma Yarışması’ düzenledi.
Yarışmayı ben kazandım.
Hem sınıf başkanı hem de sınıf birincisi oldum.

Mahalle ve okuldaki çocuklar, kendileri gibi giyinmeyen kendileri gibi konuşmayan, kendileri gibi olmayan birisini aralarına almak istemiyordu.
Ama kimi zaman şiddetle kimi zaman da yavaş yavaş severek sonunda beni de aralarına aldılar.

İlkokul bitti, Aynı okul binasının içinde yer alan Ortaokul Bölümüne başladım.
Artık okula takım elbise, gömlek giyip, kravat takarak elimizde James Bond tipi tahta kasalı çantalar ile gidiyorduk.

Çantaların anahtarları numaralardan oluşan şifreler ile kilitlenebiliyordu.
Ortaokul numaram; 352’ydi, şifrem de…

Bir sabah okula gitmek için sokağa çıktığımda köşe başındaki askerleri gördüm.
Askerler : "Evine geri dön. Okullar tatil oldu." dedi.
Okulların neden tatil olduğunu anlamadım ama sevinerek eve geri geldim.
Oysa 1980 Askeri Darbesi olmuştu.

Zamanla mahalledeki bazı abilerimizin ortadan kaybolduğunu fark etmeye başladım.
1980 Askeri Darbesi'nin bizlere neler kaybettirdiğini henüz anlayacak yaş ve bilinçte değildin, mutluydum.

Tek kanallı TRT'nin siyah beyaz yayınlarını izleyerek, sokakta oyunlar oynayarak, hafta sonları ise tüm mahalle Florya Atatürk Ormanı’na  piknik yapmaya gidiyorduk.

Semtimiz E-5 Karayolu’nun hemen kenarındadır.
Bakırköy, Yeşilköy, Yeşilyurt, Ataköy, Florya, Basınköy gibi semtler sahil tarafında kalır.

Yaşar Kemal, Çetin Altan, Ahmet Mekin gibi isimler de sahil tarafında olmalarına rağmen hemen hemen bizimle aynı semtte yaşıyor gibiydiler.

Şirinevler, Bahçelievler, Yenibosna, K.Çekmece, Esenyurt gibi semtler ise bu tarafta.
Aramızda sadece 500 Metre E5 Karayolu olmasına karşın arada ciddi anlamda sınıf farkı vardır.
Zenginler sahil tarafında oturur, fakirler, işçiler ise bizim tarafta…

E5 Karayolu üzerinde karşıdan karşıya geçmek için ne bir üst geçit ne bir alt geçit ne de trafik ışıkları vardı.
Pek çok insan bu karayolunda ezilerek ölüyordu.

Sonraki gazetecilik yıllarımda ısrarla haberler yaparak, köşe yazıları yazarak  bu yol üzerine ilk Bağlar Üst Geçiti'nin yapılmasında ciddi katkılarım oldu.

Bazen E-5 Karayolu'nun sahil tarafına geçer, hem ormanda gezer hem de spor yapardık.
Bu taraftaki evlerin, arabaların daha güzel insanların daha iyi giyindiklerini fark etmeye başladım.
Aramızda 500 metre fark olmasına rağmen bu insanlar farklıydı.
"Neden farklılar acaba?" diye düşünmeye başladım.
Aslında bu sınıf bilincimin gelişmesinin ilk adımlarıydı.

Evdekiler, 'Git saçlarını kestir' dediğin de koşa koşa mahalle berberine giderdik.
Berberimiz bizlere hiç sormadan saçlarımızı 3 numaraya vururdu. 
Kıyafetlerimizi de zaten evdekiler alıyordu.
Kimse bize; 'Ne giyeceksin, ne yiyeceksin,?' diye sormazdı.
Elde avuçta ne varsa, onunla idare edilirdi.

1982 Yılının yaz tatilinde hayatımda ilk kez uçağa bindim ve Almanya'ya babamın yanına gittim.

Köyden İstanbul'a, İstanbul’dan Almanya'ya gitmek gerçek anlamda kültürel bir şoktu.
Artık hayatımın büyük şokları başlamak üzereydi.

Belki de bu yüzden yaşadığım evleri, gittiğim mekanları, dostlarımı değiştirmeyi hiç sevmem.
Her şey aynı kalsın isterim.
Hala görüştüğüm dostlarım, komşularım, öğretmenlerim var.

Oysa hayat; hiçbir şeyi aynı yerde, aynı şekilde bırakmaz.
Değişmek ve dönüşmek insanın ve eşyanın doğasında var, Ancak her değişim de her zaman iyi olmuyor.

 1982 yılının yaz sonunda Almanya’dan geri döndüm.

 Ve tekrar;
‘Kalktı göç eyledi Avşar elleri’,

Bu sefer İstikamet Yatılı Kabataş Erkek Lisesi'ydi...

 

İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU.






14 Mayıs 2021 Cuma

OKULLARIM ve İÇ DÖKÜNTÜLERİM…Bölüm 1 Sivas Karagöl İlkokul’u

1970' LERİN ORTASI...

İlkokul'a Sivas Gemerek Karagöl İlkokulu'nda başladım.

İlk sene okula gitmekten korkuyordum. Ablam 4. sınıfa gidiyordu, onunla aynı sınıfa girmek istiyordum, almıyorlardı. Ben de biraz ağlayıp, biraz dışarıdaki tuvaletin orada dolaşıp, eve geri dönüyordum.
Zamanla okula alıştım. Yavaş yavaş öğrenci olmaya, öğrenci gibi davranmaya başladım.

Hatta Kırk Altı yıl sonra sosyal medya üzerinden tekrar buluştuğumuz Sadet Saraç isimli sınıf arkadaşım benim sınıf başkanı olduğumu ve hatta özel günlerde türkü söylediğimi yazdı.

Unutmuyorum;
Rahmetli dayım Neşet Ertaş'ı çok sever ve dinlerdi.
Demek ki; Beni de etkilemiş ve o günlerde dahi türkülerini söylemişim.
Ki, hâlâ Neşet Ertaş hayranlığım, bozlak'a olan düşkünlüğüm geçmiş değil...

O zamanlar okulda şimdiki gibi beş on tane öğrenci değil çok sayıda çocuk vardı.
Hatta Ortaokul kısmı bile vardı.

Türkiye, 'Marshall Yardımı' adı altında ABD'den gıda yardımı alıyor, köy çocuklarına süt tozundan yapılmış ürünler veriyordu. Gerçek koyun, keçi, inek sütüne alışmış bizler için farklı gelen bu ürünlerden yedim, içtim. Belki vücudum ilk kez orada doğal olmayan ürünlerle tanıştı.

Köylüler tarım ve hayvancılık ile geçimini sağlıyordu.
Kimi gençler kömür ocaklarında çalışıyor, kimi gençler de başta Almanya olmak üzere yurt dışına işçi olarak gidiyordu.

Benim babam da Almanya'da çalışıyordu.
Anam pancar tarlalarında çapa çapalıyor, ırgatlık yapıyordu.

Rahmetli ebem ( ebe, anneanne ) beni sırtına alarak bozkırlarda yemlik topluyor,
Ablam kapının önünde çiçek suluyor, dayım bazen ekin biçiyor, bazen çift sürüyor bazen de koyun sürülerini otlatıyordu.
Bazı geceler yanında beni de götürüyor dağlarda koyun ve kangallarla kalıyorduk.

Köydeki elektriksiz günleri de hatırlıyorum, köy meydanlarına dikilen ilk yeşil elektrik direklerini de köy kahvesinde ilk kez gördüğüm televizyonu da... Köy kahvesinde dayımın bana oralet içirmesini de...

Ali adında bir arkadaşım vardı.
O'nun Anneannesi Ankara'da yaşıyordu.
Bir defasında getirdiği simitten bana da verdi. Hayatımda yediğim en lezzetli yiyecekti sanki.

Okul Müdürümüz Çetin Bey'in kulağımı çekmesini, İlkokul Öğretmenim Selver Hanımın sürekli siyah giymesini, Ortaokul öğrencilerinin kar yağdığında kar toplarıyla bizi hırpalamalarını da unutmuyorum.

Karpuz tarlalarında bekçilik yaptığımız günleri, çayda çimdiğimizi, yalaklarda yıkandığımızı, tuvalet dışarda olduğu için gece yarısı tuvalet için dışarı çıkmak zorunda kaldığım da ebemin beni beklemesini de unutmuyorum... Gördüğüm karabasanları, her taşı toprağı oyuncak yaptığımız günleri de, ağaçlardan püs toplayıp yediğimizi de...

Bir gün, 'Köye sünnetçi geldi' dediler.
Köyde yaşı gelmiş her çocuğu sünnet ediyordu.
Bu adam kimdi, hangi diploma, yetkiye dayanarak milletin çoluğunu çocuğunu sünnet ediyordu. Bilinmez ama hepimizi sünnet etti.

Köye arada bir gelen aynalı gözlük takan garip bir adamı, tarlada gördüğüm büyük beyaz yılanı, Hacarap dedikleri yaşlı başka bir adamı, Yahya dayıyı, dedikoduları, gördüğüm gerçekleri,döven üzerinde sürekli dönen hayvanları da unutmuyorum...Deniz Gezmiş adını da...(Köyümüz Deniz Gezmiş'in yakalandığı Gemerek İlçesine bağlıdır)

Anamın yazın evin önünde beni çırılçıplak yıkamasını, bu esnada radyoda çalan Bedia Akartürk türkülerini, Şarkışla'da gittiğim ilk Cüneyt Arkın filmini, Gemerek'de gördüğüm ilk Mahkeme Salonu'nu, ilk beton binaları, Hakimi, Avukatı, Jandarmayı ve Polisi de...

Kırmızı arabayı, Gemerek - Karagöl arası şose yolunu, tren yolunu, trenden askerlerin bizlere attığı bisküvileri de unutmuyorum.
Ve dahi kalbimin kırıldığı o ilk günü de, Ablam olmadan geçen ilk seneyi de.

Ve o Salı gününü;
Dayımın eşek sırtında bana söylediklerini,
Yeniçubuk'taki Salı pazarını, oradaki terziyi de unutmadım...

İlkokul Üçüncü sınıfın yazında ayrıldım köyden, ayrılmak zorunda kaldım.
Ve hayat beni ilk rüyamdan uyandırdı.
Ve hayat bana ilk depremini yaşattı.
Çocukluğum, hülyalarım, rüyalarım, neşem, mutluluğum geride kaldı.

'Kalktı göç eyledi Avşar elleri'
İstikamet İstanbul...


BİRİNCİ BÖLÜM SONU.






1. Bölüm oku;

2. Bölüm oku;

2 Mayıs 2021 Pazar

BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM, İNTİHAL ve GERÇEKLER...

 ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Ümit Yaşar Oğuzcan, 22 Ağustos 1926 yılında Tarsus’ta doğdu.
Babasının memur olması nedeniyle hayatı farklı kentlerde geçti.
İlkokul’u Eskişehir’de, Ortaokul’u Konya’da okuduktan sonra, Eskişehir Ticaret Lisesi’nden mezun oldu.

Oğuzcan, Osmanlı Bankası, Akbank, İş Bankası gibi kurumlarda Otuz yıl çalıştıktan sonra 1977 yılında emekli oldu.1984 yılında vefat etti.




GALATA KULESİ…
Ömrüne 50 kitap sığdıran Oğuzcan için Galata Kulesi’nin ayrı bir yeri vardır.
Çünkü, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Vedat isimli oğlu henüz 17 yaşındayken Galata Kulesi’nden atlayarak intihar etmiştir.

Oğlunun intihar etmesinin ardından çok büyük acılar yaşayan Oğuzcan, ‘Galata Kulesi’ isimli şiirini yazar.
Galata Kulesi isimli şiir’inin bir kısmı şöyledir;
‘6 Haziran 1973 galata kulesinden bir adam attı kendini
bu nankör insanlara bu kalleş dünyaya inat,
şimdi yine bir ninni söylüyorum ona,
uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat…’

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın oğlunun ölümünün ardından yazdığı şiirlerde ciddi anlamda içerik değişikliği olmuş, Bu dönemde daha çok,  hayatın boşluğu, ölüm ve acı konularını işlemiştir.

BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM
Oğuzcan’ın yazdığı şiirler müzik dünyasına da ilham vermiştir.
Tanınan en önemli eseri, ‘Bir gece ansızın gelebilirim’ isimli şiiridir.
Bu şiiri bestelenmiş, Emel Sayın, Yaşar Özel, Taner Şener, Behiye Aksoy gibi sanatçılar tarafından seslendirilmiş ve çeşitli filmlerde kullanılmıştır.

Bir gece ansızın gelebilirim isimli şiir’inin bir kısmı şöyledir;

‘Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim

Belki de hayata yeni başlarım
İçimde küllenen kor alevlenir
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum
Belki de seversin beni kimbilir...’

KIBRIS ve OSMANLI…
Kıbrıs’a insanların yerleşiminin M .Ö 1000 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir.
Ada’ya yerleşen ilk insanların Anadolu’dan geldikleri tahmin edilmektedir.
Kıbrıs öncelikle Mısır’ın yönetimine girdi.
Zamanla Hititler, Fenikeliler, Asurlular, yönetimi ele geçirmiştir.
Büyük İskender’in Perslere karşı kazandığı Issus Savaşı’ndan sonra Kıbrıs’ta Antik Yunan hakimiyeti başlamıştır.

Ardından Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Cenevizliler, Memlüklüler, Venedikliler ve 1571 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiştir.

‘1878 yılında Osmanlı'dan 'Ruslara karşı yardım' vaadiyle yıllık yaklaşık 92.000 altın karşılığında ada Birleşik Krallık tarafından kiralandı. Daha sonra Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi gerekçe gösterilerek Birleşik Krallık tarafından ilhak edildi.’


Ekim 1931'den itibaren Rumlar Enosis isteğiyle ayaklandı,  Rumlar'ın Birleşik Krallık yönetimine karşı ayaklanması sonucu Birleşik Krallık'ın politikası sertleşti. Yunan ve Türk tarihinin okutması, iki ülkenin bayraklarının kullanılması ve Yunan ya da Türk ulusal kahramanlarının resimlerinin sergilenmesi yasaklandı.



EOKA ve ENOSIS…
Ocak 1950 tarihinde Doğu Ortodoks Kilisesi, Kıbrıs Türk toplumunun boykot ettiği bir referandum düzenledi.
Referandumun sonucunda, katılan halkın %90'ı Kıbrıs'ın Yunanistan ile birleşmesi düşüncesi olan ENOSIS  lehinde oy verdi.

1955'te Kıbrıslı Rumların kurduğu EOKA Örgütü Birleşik Krallık kuvvetlerini adadan çıkarmak için silahlı eylemlere başladı. 

Bu zaman zarfında Kıbrıs Türkleri de silahlanmaya başladı ve Birleşik Krallık adanın tüm bölümünü kontrolde tutmakta zorlanıyordu.
Bu tarihten itibaren taksim isteğinde bulunan Türkler ile enosis isteyen Rumlar birbirleri ile çatışmaya başladı.



KIBRIS BARIŞ HAREKATI ve ECEVİT…
Ada, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla bağımsızlık kazanmıştır. 1974'te Yunan darbesinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri 'nin gerçekleştirdiği harekât  sonucu adanın kuzeyinde de facto  olarak tek yanlı Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş, bu devlet sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını almıştır.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Yardımcısı Necmettin Erbakan’dır.



YES BE ANNEM ve AKP…
24 Nisan 2004 tarihinde Birleşmiş Milletler genel sekreteri Kofi Annan  tarafından hazırlanan birleşme planı adada referanduma sunulmuştur. Kuzey Kıbrıs plana %35'e karşı %65'le “evet” deyip kabul ederken, Güney Kıbrıs %25'e karşı %75 ile “hayır” deyip kabul etmemiştir.

Bu dönemde AKP iktidardadır ve Annan Planı’nı desteklemek için ‘Yes be Annem’ propagandasına destek vermiş, Kıbrıs kurucu kahramanlarından Rauf Denktaş adeta hain ilan edilmiştir.
Rauf Denktaş bu dönemde ABD’de açık kalp ameliyatı olmaktadır ve plana kabul imzası atmamıştır.

1 Mayıs 2004 tarihinde adanın Rumlar tarafından yönetilen güney kesimi adanın tamamını temsilen, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla Avrupa Birliği 'ne katılmıştır.



KIBRIS KAHRAMANI MUZAFFER TEKİN,  ERGENEKON ve AKP…
Muzaffer Tekin, AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın, ‘Ben bu davanın savcısıyım’ dediği Ergenekon Davasında yargılanmıştı.

‘Muzaffer Tekin 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı'na Komando Tugayı ile Teğmen rütbesinde katıldı ve üstün cesaret ve feragat Altın madalya ile taltif edildi.

5 Ağustos 2013 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve ayrıca 117 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ve Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararının ardından 10 Mart 2014 tarihinde tahliye oldu, 2015 yılında vefat etti.’

DÖNELİM TEKRAR ŞARKIYA…
1960’lı yılların başlarında Rum Terör Örgütü EOKA  Ada’da yaşayan Türklere baskısını iyice arttırmış, Onlarca insanı öldürüp, evlerini, araçlarını, tarlalarını yakıp yıkıyordu.
İşin başında Papaz Makarıos vardı.

Bu karanlık ortamda Rumlar yaptıkları radyo yayınlarında Türkleri psikolojik olarak daha çok yıkmak için radyodan ‘Bekledim de gelmedin’ isimli şarkıyı çalmaya başladılar.
Bu şarkıyı çalarak Kıbrıs’taki Türklere; ‘Türkiye’den boşuna yardım beklemeyin’ mesajını vermekti.

Ankara’nın 2 Türk Jetini Kıbrıs’a yollamasının ardından Rauf Denktaş ve arkadaşları da misilleme olarak kendi radyolarından ‘Bir gece ansızın gelebilirim’ şarkısını çalmaya başladılar.
Ankara’nın konuya el atması Kıbrıs’lı Türkler arasında büyük bir güven ve moral kaynağı oldu.




BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM ve TAYYİP ERDOĞAN…
‘Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclisin 27. Dönem Üçüncü Yasama Yılı'nın açılışı dolayısıyla TBMM Genel Kurulunda milletvekillerine hitap etti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fırat'ın doğusuna yönelik Türkiye'nin adımlarına ilişkin, "Bunların hepsinin toplam açılımı nedir? Bir gece ansızın gelebiliriz." dedi.’

Erdoğan yapılan pek çok harekatta aynı sloganı kullanmaya başladı;
‘Bir gece ansızın gelebiliriz’…

OYSA AYNI SLOGAN 1963 YIINDA KULLANILMIŞTI…
Oysa ‘Bir gece ansızın gelebirim’ adlı slogan - şarkı 1960’lı yıllarda Kıbrıslı Türklerin özgürlük mücadelesi sırasında Denktaş ve arkadaşları tarafından kullanılmıştı.

Erdoğan bu sloganı 60 yıl sonra kendileri bulmuş gibi kullanmış ve bir anlamda intihal yapmıştır.

O HALDE İNTİHAL NE DEMEK?
‘İntihal, bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasıdır.  İntihal bir tür sahtekârlık ve hırsızlıktır’.

Bu yazıda Vikipedi kaynak olarak kullanılmıştır.

17 Mart 2021 Çarşamba

KONUŞUYORUZ AMA NECE KONUŞUYORUZ?

 

1990’lı yıllarda popüler müzik çok modaydı.
Hemen her gün bir isim ya da bir grup çıkıyor, ortalık kaynıyordu.
Bu gruplardan bir tanesi de, Grup Vitamin’di.

Grup Vitamin, Türk Pop Müziği’ni Absürd komediye uyarlayarak, parodi müzik yapıyordu.
Grup’ta Gökhan Semiz, Emrah Anul ve Selçuk Aksoy vardı.

Grubun en çok tutulan şarkılarından bir tanesi de; ‘Anlamıyorum’ du.
Şarkının sözlerinin bir kısmı şöyledir;
‘…Bu devirde çok sakat yanlış lukat yapma

Oturma kalkma kalkındırma yapma
Söylemesi zor ama tromoloji yapma
Animasyon motivasyon ajitasyon atmasyon
Türkçe konuş anlamıyom çok gücüme gidiyon
Yabancı dil mi Türkçe mi o da ayrı bir konu
Düşündükçe taşındıkça komiğime gidiyon

Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz
Konuşuyoruz ama anlamıyoruz
Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz

Şarkıda söylendiği gibi,
Türkçe konuş anlamıyom çok gücüme gidiyon

Yabancı dil mi Türkçe mi o da ayrı bir konu
Düşündükçe taşındıkça komiğime gidiyon

Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz
Konuşuyoruz ama anlamıyoruz

Sözde ‘Yerli ve Milli’ olduğunu sık sık vurgulayan Akp ve Mhp İkilisi öncelikle tabelalardaki T.C ibaresi kaldırdı.
Ardından kime, nasıl dokunduysa ‘Andımız’ı kaldırdılar.
Bu nasıl milli olmak, bu nasıl milli olmak?

Ve yine ardından Haziran seçimlerinde Akp kaybedince yasal olarak hükümet kurma grevini Chp’ye vermesi gerekiyordu.
Ama vermediler ve o dönemde hemen hemen hepimizin ilk defa duyduğu bir kelime ortaya attılar.
‘Chp ile istikşafi görüşmelere başladık’ dediler.
Başta Akp’liler olmak üzere hemen hemen herkes ineternete girip, birbirine danışarak ‘İstiakşafi ne demek?’ diye sormaya başladı.

Akp kimsenin anlamadığı bir açıklama yapıp, kafaları karıştırmayı başarmıştı.

Ve yine geçtiğimiz günlerde pandemi döneminde tüm vatandaşlara, Maske, mesafe, temizlik kurallarına uyun’ diye Akp bir kelime daha ortaya attı.
Bu sefer ki kelimenin adı; Lebalep’ti.
Yine başta Akp’liler olmak üzere herkes lebalep ne demek onu anlamaya çalıştı.
Akp, yine milletin kafasını karıştırmayı başarmıştı.

İstikşafi, Lebalep…

Anlaşılayamayan, sürekli kafa karıştıran, sürekli sizden ve bizden diyen, kendinden olmayana her türlü hakareti yapan, adam döven bir hükümet ve ortağı…

Oysa;
Pazar, mutfak, faturalar, ödenemeyen krediler, borçlar, işsizlik cayır cayır ortalığı yakıyor.
Ne istikşafisi, ne labelabi?

Konuşuyorsun ama boş konuşuyorsun,
Konuşuyorsun ama anlamıyoruz.

İşin özeti tek kelime aslında;
Açız.

Haa İngilizcesi mi?
Enough is enough.
(Yeter artık)








17 Ocak 2021 Pazar

GAZETE DAĞITICILARI

1987 Yılında K.Çekmece Gazetesi’nde bu işe başladım.

Yazı İşleri Müdürümüz Cumhuriyet Gazetesi’nden gelen Metin Sever’di.
Patronumuzsa  Sevgili Nusret Öksüz Ağabeyimiz.
Aynı gazetede muhabirlik de yaptım, gazete de dağıttım, genel yayın yönetmeni de oldum.

Sonrasında;
Pek çok gazete ve dergide çalıştım.
K.Çekmece Gazetesi’nde o zamanın Refah Partisi K.Çekmece Belediye Başkan Adayını çok erkenden haber taptığım için gazete bir anlamda basıldı.

Bülent Akarcalı’dan Tansu Çiller’e, Meral Akşener’e, Mesut Yılmaz’a, Süleyman Demirel’e, İsmail Cem’e, Mustafa Sarıgül’e, Mehmet Müezzinoğlu’na, Kemal Kerinçsiz’e kadar pek siyasinin İbrahim Erkal’dan Azer Bülbül’e, Şahin Özer’e kadar pek çok sanatçının haberini yaptım.

Ardından;
Türkiye’de ilk kez adı; HABER olan gazeteyi çıkardım.
Bu gazete ile 1999 yılı yerel seçimlerinde Mustafa Değirmeci’ye (DSP) destek vererek seçileri kazandım.
Ve Avcılar Belediyesi’nin ilk basın danışmanı oldum.
Mustafa Değirmenci’nin seçim kampanyasına ciddi anlamda destek vererek fotoğraflardan ‘O GELİYOR’  şeklindeki sloganına kadar ben ürettim.

Ve yine ardından;
2005 yıllarında, CİTY adlı kendi  gazetemi çıkardım.
Sağolsun AKP iktidarı güçlendikçe ben piyasadan çekilmek zorunda kaldım.
Çünkü; Akp’ye muhalefet yapıyordum, muhalefet yapıyorum.

Gazetecilik sayesinde;
Bağlar  Mevkii’ne üst geçt yapılmasını da ben sağladım
Sefaköy Lisesi’nin adının geri alınmasını da ben başlatıp, başarıya ulaştırdım.

Son yıllarda;
Yeni Çağrı Gazetesi, Önce vatan Gazetesi, Bizim Yaşam Gazetesi ve Bir Yudum Sağlık Gazetelerinde  köşe yazısı yazdım, yazıyorum.

Çok haber yaptım,
Çok gazete çıkardım,
Çok gazete tasarımı yaptım,
Çok gazete dağıttım,
Çok gazete sattım.

Bugün beni üzen bir olay oldu.
Konya’da gazete dağıtımı yapan 50 yaşındaki Hasan Dayan 21 yaşındaki bir acemi sürücünün çarpması sonucu yaşamını yitirmiş.
Bu haber beni kendi hayatımdaki çok eskilere götürdü.
Ne büyük fedakarlıktır gazete çıkarmak, gazete dağıtmak, gazeteyi ayakta tutmak.
Resmen üç kuruşu elinde olanın oyuncağı olursun.

Bu nedenle;
Dedim ya, yaklaşık 20 yıldır sadece gazetelerde köşe yazıyorum  ya da gazete – derginin tasarımını yapıp teslim ediyorum.

Hele hele bu zamanda gazete çıkarmak, gazetecilik yapmak resmen sırat köprüsünden geçmek gibi.
Ya iktidarın adamı olacaksın ya da işsiz, reklamsız kalıp batacaksın ya da hapislere gireceksin.

Bu vesile ile;
Gazete dağıtıcısı Hasan Dayan’a  ve yaşamını yitirmiş tüm ustalarıma Allahtan rahmet dilerim.

Bu vesile ile;
Ustam Nusret Öksüz’e,
Ustam Barış Emregül’e,
Ustam Fikret Teneoğlu’na,
Ustam Halil Erem Yerli’ye…

Hala bu mücadeleyi veren cesur yürek dostlarıma;
Selam ve saygılarım olsun.

Son söz;
‘Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur’ derler ya;
Gazetecilik de öyledir…



Mustafa Çatıkkaş
Ocak  / 2021







13 Aralık 2020 Pazar

NEDEN DANASIN ÜRETİLMİYOR?

 Herediter Aniyodem (HAÖ) kalıtsal bir hastalıktır.

Hastalık karaciğerdeki c1 enzimi eksikliği nedeniyle yaşanmaya başlar.
Vücuttaki c1 ve c4 enzimleri test sonuçlarına göre hastalık tanısı konur  ve hasta ömür boyu bu hastalıkla yaşamaya başlar.

Hastalık kişiye göre 24 ile 72 saat arasında seyreder ve kişi ayda ortalama 1- 3 kez rahatsızlanır.
Bu durumda vücudun çeşitli yerlerinde şişme, hafif kaşıntı, kızarıklık, ağrı ve kusma gözükür.
Özellikle baş ve surat bölgesi tehlikelidir. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde ölümcül sonuçları olabilir.

Hastalık hem hak arasında hem de sağlık personeli arasında pek bilinmez. Bu nedenle hastalar çoğu zaman gittikleri sağlık kuruluşlarında öncelikle hastalıklarını, kullanmaması gereken ilaçları (age inhibitörü ilaçlar kullanılamaz, aspirin, dil altı tansiyon ilaçları kullanılamaz)  anlatmaya çalışır.
Yapılacak iğnenin nasıl yapılması gerektiğini anlatmaya çalışır.
Sanki hastalık geçiciymiş gibi her sene rapor almak zorundadırlar ve bu rapor sonucunda ilaçlarını sgk tarafından alabilmektedirler.

Bu hastalığın önleyici ilaçlarından bir tanesi de Danasın isimli ilaçtır. Hap olarak doktorun tavsiyesi üzerine günlük ve doz derecesi belirlenerek kullanılır.

Son zamanlarda hastalar Danasın adlı ilaca ulaşmakta zorlanmaktadır. Covid 19 salgını nedeniyle iyice zorlanan hastalar birbirinden ilaç temin etmeye çalışmakta ecza depolarında ilacın olmadığı söylenmektedir.

Biz de durumu Cimer’e yazarak konuya ağırlık verilmesi gerektiğini  rica ettik. Bu ilacın bizler için önemini anlattık.
Sağolsun kısa zamanda cevap geldi.
Ve fakat gelen cevap üzücüydü.
Çünkü gelen cevapta;
‘23.11.2020 tarih ve 2005187512 sayılı CİMER başvurunuz incelenmiştir.

"DANASİN KAPSÜL" isimli ilacın firma yetkilisi ile 11.11.2020 tarihinde yapılan görüşmeye göre tüm formlarının piyasaya verilmediği, tekrar üretim planının ne zaman yapılacağının belli olmadığı bilgisi alınmıştır. Farklı tedavi seçenekleri için hekiminize danışınız.

Geçmiş Olsun Dileklerimizle’
yazıyordu.
Yani ilacın üretilmediğini, ne zaman üretileceğinin belli olmadığı yazılmaktaydı.

Bu nasıl cevap?
Bir ilaç neden üretilmesin, ne demek üretmiyoruz?
Bizlerin sağlığı, canı bu kadar ucuz mu?
Peki biz ilaç olmadan ne yapacağız?

Bu hastalık için Engellik oranını Yüzde 10 yapan yetkililer belli ki ne bu hastalığı tanıyor, ne tanıdıkları birisi bu hastalığı yaşıyor ne de bu hastalık nedeniyle ne denli zorluklar yaşıyoruz haberleri bile yok!

Bizler için yaşamsal önemi olan bu ilacın derhal üretilmesini ve HAÖ Hastalığının Engellilik oranının yükseltilmesi lazım.

Her insan gibi,
Bizlerin de sağlıklı olarak yaşamaya, eğitim almaya, çalışmaya, aile kurmaya, ailemize bakmaya ve insanca yaşamaya hakkımız var.
Bunun aksi insan haklarını ihmal etmektir.




NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...