Haber Gazetesi / 20 Mart 1999
İmtiyaz Sahibi: Mustafa Çatıkkaş
7 Ekim 2018 Pazar
3 Ekim 2018 Çarşamba
SOSYAL MEDYA KARA CAHİL TARLASI
Sosyal medya çıktı, mertlik bozuldu.
Eskiden varsa bir diyeceğin ya eline bir saz alıp, çalar söylerdin, ya bir kuşun kanadına yazardın notunu ya da ucu yanık bir mektup verirdin postaya…
Yazdığın her şey sana aitti.
Şimdi öyle mi?
Gir google’a arattır veya bak birinin paylaştığı yazılara al onu koy sayfana, altına da kendi adını paylaş gitsin.
Örneğin;
Dünya alem bilir ki; ‘Benim sadık yârim kara topraktır’ sözü Aşık Veysel’e aittir.
Fakat;
İnan ya da inanma bu sözün altına bile kendi adını yazanlar var.
Ya da;
‘Hasretinden prangalar eskittim’ Ahmed Arif’in en meşhur sözlerinden / şiirlerinden birisidir.
Bunun altına da daya adını paylaş gitsin.
Zaten anlayan yok, bilen yok, araştıran yok.
Yedir gitsin kendin gibi kara cahillere!
Hele hele ‘2. Yeni Şiir Ekolü’nün ustalarından Özdemir Asaf’ın adının bin tane saçma sapan sözlerin altına yazılması tam bir kepazelik.
İnsan önce bir düşünür ‘Ulan ben bu adamın adını yazıyorum ama bu adam aslında kim, hangi şiirleri / kitapları yazmış. Hangi ekolden geliyor, nereden gelmiş, nereye gitmiş..’ diye…
Ama yok; İlla cahilliğini sergileyecek ya.
İlla sosyal medyada olamadığı kişi havalarına bürünecek ya; Sallayıp, duruyor seninkisi!
Bir diğer kara cahil de bundan etkilenip, basıyor Turgut Uyar’ın bir sözünün altına kendi adını basıyor ‘paylaş’ butonuna!
Hadi diyelim; Bu İki zır cahil; Anlaştı, görüştü, evlendi.
Evlerinde nasıl bir kültürel ortam olacak?
‘Hasretinden prangalar eskittim’ sözünü babasının yazdığını zanneden bir erkek çocuğu ile,
‘Benim sadık yârim kara topraktır’ sözünü annesinin yazdığını zanneden bir kız çocuğu gireceği sınavlarda kaç puan alabilir ki zaten?
Eee tabii bunun sonuçlarını görüyoruz ya sınav sonuçlarında; Resmen eğitim sistemi çöktü.
Sağolsun seninkiler de 16 yıldır yapmadıklarını bırakmadılar.
Sonuç;
Atilla İlhan’ı futbolcu, Can Yücel’i dizi oyuncusu, Cüneyt Arkın’ı güzellik uzmanı zanneden tipler çıktı.
Haa unutmadan bir ekleme de ben yapayım bu kültürel ortama;
‘Yunus Emre TRT 1’de yeni başlayan dizide başrol oynayan kişi, Pir Sultan Abdal da ‘Sen anlat Karadeniz’ dizisine yeni giren yakışıklı çocuk.
Sabiha Gökçen ise; Çukur dizisinde Cumali’nin aşık olacağı kız.
Dolar arttı, ekonomik kriz, yaklaşan yerel seçimler, chp’nin durumu, mhp’nin yaşadığı komedi, elektrik, doğalgaz zamları falan filan…
‘Geç bunları anan, babam geç’…
Eskiden varsa bir diyeceğin ya eline bir saz alıp, çalar söylerdin, ya bir kuşun kanadına yazardın notunu ya da ucu yanık bir mektup verirdin postaya…
Yazdığın her şey sana aitti.
Şimdi öyle mi?
Gir google’a arattır veya bak birinin paylaştığı yazılara al onu koy sayfana, altına da kendi adını paylaş gitsin.
Örneğin;
Dünya alem bilir ki; ‘Benim sadık yârim kara topraktır’ sözü Aşık Veysel’e aittir.
Fakat;
İnan ya da inanma bu sözün altına bile kendi adını yazanlar var.
Ya da;
‘Hasretinden prangalar eskittim’ Ahmed Arif’in en meşhur sözlerinden / şiirlerinden birisidir.
Bunun altına da daya adını paylaş gitsin.
Zaten anlayan yok, bilen yok, araştıran yok.
Yedir gitsin kendin gibi kara cahillere!
Hele hele ‘2. Yeni Şiir Ekolü’nün ustalarından Özdemir Asaf’ın adının bin tane saçma sapan sözlerin altına yazılması tam bir kepazelik.
İnsan önce bir düşünür ‘Ulan ben bu adamın adını yazıyorum ama bu adam aslında kim, hangi şiirleri / kitapları yazmış. Hangi ekolden geliyor, nereden gelmiş, nereye gitmiş..’ diye…
Ama yok; İlla cahilliğini sergileyecek ya.
İlla sosyal medyada olamadığı kişi havalarına bürünecek ya; Sallayıp, duruyor seninkisi!
Bir diğer kara cahil de bundan etkilenip, basıyor Turgut Uyar’ın bir sözünün altına kendi adını basıyor ‘paylaş’ butonuna!
Hadi diyelim; Bu İki zır cahil; Anlaştı, görüştü, evlendi.
Evlerinde nasıl bir kültürel ortam olacak?
‘Hasretinden prangalar eskittim’ sözünü babasının yazdığını zanneden bir erkek çocuğu ile,
‘Benim sadık yârim kara topraktır’ sözünü annesinin yazdığını zanneden bir kız çocuğu gireceği sınavlarda kaç puan alabilir ki zaten?
Eee tabii bunun sonuçlarını görüyoruz ya sınav sonuçlarında; Resmen eğitim sistemi çöktü.
Sağolsun seninkiler de 16 yıldır yapmadıklarını bırakmadılar.
Sonuç;
Atilla İlhan’ı futbolcu, Can Yücel’i dizi oyuncusu, Cüneyt Arkın’ı güzellik uzmanı zanneden tipler çıktı.
Haa unutmadan bir ekleme de ben yapayım bu kültürel ortama;
‘Yunus Emre TRT 1’de yeni başlayan dizide başrol oynayan kişi, Pir Sultan Abdal da ‘Sen anlat Karadeniz’ dizisine yeni giren yakışıklı çocuk.
Sabiha Gökçen ise; Çukur dizisinde Cumali’nin aşık olacağı kız.
Dolar arttı, ekonomik kriz, yaklaşan yerel seçimler, chp’nin durumu, mhp’nin yaşadığı komedi, elektrik, doğalgaz zamları falan filan…
‘Geç bunları anan, babam geç’…
2 Ekim 2018 Salı
OLMAMASI LAZIM
Hasta uzun
uğraşlardan sonra ‘e randevu’ üzerinden randevu alır ve muayene saatinden 15
dakika önce hastaneye gider.
Gerekli kayıtları yaptırdıktan sonra doktor odasının önünde sırasını beklemeye
başlar.
Sağlık sistemi çağ atladığı ve artık ‘Eski Türkiye’ olmadığı için yaklaşık olarak kendisine verilen saatte monitörde adı yazar ve içerideki doktorun yanına girer.
Doktor büyük bir ilgi ve şefkatle hastayı karşısına alıp, sorar;
- Buyrun şikayetiniz nedir?
- Karnım çok ağrıyor doktor. Ayrıca nefes darlığı çekiyorum. Bazen de çişimin rengi koyulaşıyor…
Hasta yaklaşık 10 dakika sorunlarını anlattıktan sonra susar ve meraklı gözlerle doktora bakar.
- Ne zamandır bu sorunları yaşıyorsunuz?
- İki hafta oldu.
- Kullandığınız herhangi bir ilaç var mı?
- Yok.
Doktor düşünürken hasta merakla sorar;
- Durumum nedir doktor?
- Olmaması lazım.
- Nasıl?
- Olmaması lazım.
- Teşhisiniz nedir doktor?
- Olmaması lazım der ve doktor başka şey söylemez.
Sağlık sistemi çağ atladığı ve artık ‘Eski Türkiye’ olmadığı için yaklaşık olarak kendisine verilen saatte monitörde adı yazar ve içerideki doktorun yanına girer.
Doktor büyük bir ilgi ve şefkatle hastayı karşısına alıp, sorar;
- Buyrun şikayetiniz nedir?
- Karnım çok ağrıyor doktor. Ayrıca nefes darlığı çekiyorum. Bazen de çişimin rengi koyulaşıyor…
Hasta yaklaşık 10 dakika sorunlarını anlattıktan sonra susar ve meraklı gözlerle doktora bakar.
- Ne zamandır bu sorunları yaşıyorsunuz?
- İki hafta oldu.
- Kullandığınız herhangi bir ilaç var mı?
- Yok.
Doktor düşünürken hasta merakla sorar;
- Durumum nedir doktor?
- Olmaması lazım.
- Nasıl?
- Olmaması lazım.
- Teşhisiniz nedir doktor?
- Olmaması lazım der ve doktor başka şey söylemez.
Doktorun teşhisi;
‘Olmaması lazım’dır.
Fakat ‘ Ne olduğu’ hakkında yorum yapmaz.
Herkes biliyor böyle bir durumun ‘Olmaması’ gerektiğini.
Fakat; ‘Olan ne?’ sorusunun cevabı yok!
Tıpkı bugün Türkiye’de yaşananlar gibi;
Dolar almış başını gidiyor,
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bir baba evladına pantolon alamıyor, intihar ediyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Çocuklara taciz, tecavüz ediliyor, toplum susuyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Fakat ‘ Ne olduğu’ hakkında yorum yapmaz.
Herkes biliyor böyle bir durumun ‘Olmaması’ gerektiğini.
Fakat; ‘Olan ne?’ sorusunun cevabı yok!
Tıpkı bugün Türkiye’de yaşananlar gibi;
Dolar almış başını gidiyor,
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bir baba evladına pantolon alamıyor, intihar ediyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Çocuklara taciz, tecavüz ediliyor, toplum susuyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Sokak
hayvanlarına akılalmaz işkenceler yapılıyor ve toplum bunu görmüyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Pazarda domates, biber fiyatları almış başını gidiyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Pazarda domates, biber fiyatları almış başını gidiyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bütün medya
iktidarın emrinde;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Eğitim
sistemi çökmüş;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
CHP’de
Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olması;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bahçeli’nin iktidarı istememesi;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bütün muhalif
kesim susmuş, susturulmuş;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bütün komşu
ülkelerle sorun yaşıyoruz;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor
Bütün
ülkeler bizi yıkmaya çalışıyor diye söylüyorlar;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor
Herkes
yaşanan durumlardan rahatsız;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Şayet kendi konuna hakim değilsen.
Her sorun için cevabın hazır; ‘Olmaması lazım’!
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Şayet kendi konuna hakim değilsen.
Her sorun için cevabın hazır; ‘Olmaması lazım’!
Biz neyin,
‘Olmaması’ gerektiğini zaten biliyoruz usta,
Aslında ‘Neler oluyor?’ bunu anlat bize, Bunu göster bize.
Olmuyor ama, yanlışsın, hatalısın.
Aslında ‘Neler oluyor?’ bunu anlat bize, Bunu göster bize.
Olmuyor ama, yanlışsın, hatalısın.
11 Eylül 2018 Salı
OLUR’U YOKSA BOŞ YERE YORULMAYALIM
Yaz bitti.
Ufaktan ama şiddetli yağmurlar başladı.
Altı, Yedi aylık Sonbahar, Kış mevsimi başladı.
Geçen limanda çay içerken Ahmet Amca anlattı.
Ahmet Amca aslen Trakyalı, Yetmiş’ine merdiven dayamış Elli yıllık bir balıkçı.
‘Ben denize hiç pislik atmadım’ dedi. ‘Çünkü ekmeğimi denizden çıkardım. Çocuklarımı oradan kazandığım parayla büyüttüm’.
Ahmet Amca sahildeki Onlarca kedi ve İki köpeğe bakıyor. Oradaki tüm hayvanların hem her türlü ihtiyacını karşılıyor hem de hepsini tanıyor.
Eee tabii minik canlar da O’na gönülden bağlı. Hepsi sanki emrindeki minik bir askeri birlik gibi bir hareketiyle etrafına doluşuyorlar.
Ahmet Amca’nın bir de torunu var.
Adı; Ömür, Üç yaşında minik bir kız çocuğu.
Ömür’ü de limandaki herkes tanıyor ve çok seviyor, Adeta orasının sembolü.
Ömür yaşamını kedilerle, köpeklerle, balıklarla, balıkçılarla oynayarak geçiriyor ve çok mutlu. Ömür hiç kimseye ‘Amca, dayı, dede’ diye hitap etmiyor. Herkese ismiyle hitap ediyor.
Koca koca, yaşlı başlı insanlara Üç yaşındaki bir kız çocuğunun adıyla hitap etmesi ne mutluluk.
Ömür bir masalın, bir rüyanın içinde yaşıyor.
Ve fakat aslında Ömür’ün hayat hikayesi bir kabus.
Ömür Bir yaşındayken evlatlık olarak alınmış.
Asıl anne ve babası Diyarbakır’lı .
Babası ‘Korucu’ymuş ve şehit olmuş.
Annesi Kaymakama gidip; ‘Benim kocam şehit oldu. 2 tane kızım var ve hamileyim. Doğacak çocukla 3 tane evladım olacak. Ben fakirim, hepsine bakamam. Doğacak çocuğuma devlet sahip çıksın’ demiş.
Kaymakam da kabul etmiş.
Ömür bu yeni doğan bebek işte.
Annesi Diyarbakır’da yaşayan, babası teröre kurban gitmiş bir ailenin Üçüncü evladı.
Ama O kendisini sahilde yaşayan bir ailenin evladı zannediyor.
Yeni ailesi gözü gibi bakıyor Ömür’e.
Çok seviyorlar, çok ilgileniyorlar.
Fakat bir gün Ömür gerçekleri öğrenecek.
Ufaktan ama şiddetli yağmurlar başladı.
Altı, Yedi aylık Sonbahar, Kış mevsimi başladı.
Geçen limanda çay içerken Ahmet Amca anlattı.
Ahmet Amca aslen Trakyalı, Yetmiş’ine merdiven dayamış Elli yıllık bir balıkçı.
‘Ben denize hiç pislik atmadım’ dedi. ‘Çünkü ekmeğimi denizden çıkardım. Çocuklarımı oradan kazandığım parayla büyüttüm’.
Ahmet Amca sahildeki Onlarca kedi ve İki köpeğe bakıyor. Oradaki tüm hayvanların hem her türlü ihtiyacını karşılıyor hem de hepsini tanıyor.
Eee tabii minik canlar da O’na gönülden bağlı. Hepsi sanki emrindeki minik bir askeri birlik gibi bir hareketiyle etrafına doluşuyorlar.
Ahmet Amca’nın bir de torunu var.
Adı; Ömür, Üç yaşında minik bir kız çocuğu.
Ömür’ü de limandaki herkes tanıyor ve çok seviyor, Adeta orasının sembolü.
Ömür yaşamını kedilerle, köpeklerle, balıklarla, balıkçılarla oynayarak geçiriyor ve çok mutlu. Ömür hiç kimseye ‘Amca, dayı, dede’ diye hitap etmiyor. Herkese ismiyle hitap ediyor.
Koca koca, yaşlı başlı insanlara Üç yaşındaki bir kız çocuğunun adıyla hitap etmesi ne mutluluk.
Ömür bir masalın, bir rüyanın içinde yaşıyor.
Ve fakat aslında Ömür’ün hayat hikayesi bir kabus.
Ömür Bir yaşındayken evlatlık olarak alınmış.
Asıl anne ve babası Diyarbakır’lı .
Babası ‘Korucu’ymuş ve şehit olmuş.
Annesi Kaymakama gidip; ‘Benim kocam şehit oldu. 2 tane kızım var ve hamileyim. Doğacak çocukla 3 tane evladım olacak. Ben fakirim, hepsine bakamam. Doğacak çocuğuma devlet sahip çıksın’ demiş.
Kaymakam da kabul etmiş.
Ömür bu yeni doğan bebek işte.
Annesi Diyarbakır’da yaşayan, babası teröre kurban gitmiş bir ailenin Üçüncü evladı.
Ama O kendisini sahilde yaşayan bir ailenin evladı zannediyor.
Yeni ailesi gözü gibi bakıyor Ömür’e.
Çok seviyorlar, çok ilgileniyorlar.
Fakat bir gün Ömür gerçekleri öğrenecek.
Şimdilik
herkes Ömür’ün evlatlık olduğunu biliyor ve susuyor.
Ama bir gün gerçekler konuşacak.
‘Aslında senin annen bu kadın değil,
Aslında senin baban bu değil,
Aslında senin deden bu değil,
Aslında…
Aslında…
Aslında…’
‘Aslında sen yoksun Ömür, Biz seni var saydık’ diyecekler.
Al sana bir Türkiye gerçeği işte.
Baba terör kurbanı,
Anne fakirlikten evladını terkediyor,
Koskocaman bir yalan içinde büyüyen gariban bir çocuk,
Böleceğini zannedenlere inat bir Trakyalı’nın bir Kürdün çocuğuna anne – babalık yapması !
Dedik ya;
Yaz bitti.
Yağmurlar başladı.
Önümüz karakış.
Geçen akşam limanda çay içerken çok üşüdüm ben.
Ama bir gün gerçekler konuşacak.
‘Aslında senin annen bu kadın değil,
Aslında senin baban bu değil,
Aslında senin deden bu değil,
Aslında…
Aslında…
Aslında…’
‘Aslında sen yoksun Ömür, Biz seni var saydık’ diyecekler.
Al sana bir Türkiye gerçeği işte.
Baba terör kurbanı,
Anne fakirlikten evladını terkediyor,
Koskocaman bir yalan içinde büyüyen gariban bir çocuk,
Böleceğini zannedenlere inat bir Trakyalı’nın bir Kürdün çocuğuna anne – babalık yapması !
Dedik ya;
Yaz bitti.
Yağmurlar başladı.
Önümüz karakış.
Geçen akşam limanda çay içerken çok üşüdüm ben.
Bir şarkı sözünden alıntıdır.
29 Ağustos 2018 Çarşamba
BUL KARAYI AL PARAYI
Dört
günlük Kurban Bayramı hükümetin isteği üzerine Dokuz günlük tatile çevrilince
İstanbul boşaldı.
Yollar, sokaklar, trafik rahatladı.
Zengin olanlar tatil köylerine, Fakir olanlar köylerine gitti.
Hiç parası olmayanlar ise İstanbul’un tadını çıkarmaya çalıştı.
Ve tatil bitti, Büyük kaos yeniden başladı.
Herkes ‘ekmek parası’ için İstanbul’a geri döndü.
Bu hareketlenme gösteriyor ki; Aslında kimse İstanbul’da yaşamak istemiyor.
Çünkü; İstanbul beton demek, gürültü demek, trafik demek, kaos demek, cehennem demek.
Ve fakat İstanbul aynı zaman da; Rant demek, vurgun demek, talan demek.
Garibanlar içinse; İş demek, aş demek.
Kısacası; ‘Ekmek parası’ demek.
İstanbul’da herkes alınteriyle para kazanmıyor elbette.
Her yol var. Her tip, her model var.
Bu akıllılardan birisi de bayramın hemen ertesi ilk iş günü Galata Köprüsü’nde işe başlamış.
Almış eline iskambil kağıtlarından birkaç parça ‘Bul karayı, al parayı’ yapıyor.
Ne demek; ‘Bul karayı, al parayı?’,
Adamın elinde Üç tane oyun kağıdı var.
Kağıtlardan İki’sinde Kırmızı renk var.
Diğer kağıt ise ‘Kara – Siyah’ renkte.
Adam bu Üç kağıdı önce açıp, gösteriyor daha sonra ters çevirip karıştırıyor.
Ve bu Üç kağıdı ters olarak yere bırakıyor.
Parayı basıp bir kart seçen şayet seçtiği kart; ‘Kara – Siyah’ ise koyduğu paranın İki mislini alıyor.
Yani;
Karayı bulup, parayı alıyor.
Yani; yattığı yerden, alınteri olmadan para kazanıyor.
‘Bul karayı, al parayı’ mantığı neyin kafası biliyor musunuz?
Çiftlik Bank kafası ya da Kaşar Bank kafası.
Ve hatta ‘Boğaziçi Köprüsü’nü satma, satın alma kafası.
Maalesef ülkenin geldiği siyasi, ahlaki kafanın sonucu bu.
Kısa yoldan, emek vermeden köşeyi dönme kafası.
Yani; Vurgunun, talanının, yandaşa peşkeş çekme kafasının minik bir örneği.
Haa;
‘Bul karayı, al parayı kafası yeni bir şey de değil, Çok eskiden de vardı bu kafa’ derseniz, haklısınız.
Taa, 1970’li yıllarda bile vardı ‘Bul karayı, al parayı’ oyunu.
O yıllarda özellikle lunapark ve halkın kalabalık olduğu mekanlarda oynatılırdı bu oyun.
Hatta bu olay rahmetli Kemal Sunal’ın filmlerine bile konu olmuştu.
Demek ki;
Zaman değişse de, hükümetler değişse de halkımızın bu kısa yoldan soyma ve soyulma isteği / kafası değişmiyor.
Bu yüzden dön bak bir, bu kadar tarikat, sözde yardım dernekleri, kastelli, jet fadıl, çiftlik bank sayısı azalıyor mu hiç?
‘Bul karayı, al parayı’ kafası ülkemiz insanın ‘ortalama insan kafası’dır.
Yakışmıyor sana yakışıklı memleketim.
Bu kafa sana yakışmıyor.
Bak sonunda buldun karayı aldın parayı pardon karayı.
Belki de; ‘Kara para’ da buradan çıkmıştır.
Yollar, sokaklar, trafik rahatladı.
Zengin olanlar tatil köylerine, Fakir olanlar köylerine gitti.
Hiç parası olmayanlar ise İstanbul’un tadını çıkarmaya çalıştı.
Ve tatil bitti, Büyük kaos yeniden başladı.
Herkes ‘ekmek parası’ için İstanbul’a geri döndü.
Bu hareketlenme gösteriyor ki; Aslında kimse İstanbul’da yaşamak istemiyor.
Çünkü; İstanbul beton demek, gürültü demek, trafik demek, kaos demek, cehennem demek.
Ve fakat İstanbul aynı zaman da; Rant demek, vurgun demek, talan demek.
Garibanlar içinse; İş demek, aş demek.
Kısacası; ‘Ekmek parası’ demek.
İstanbul’da herkes alınteriyle para kazanmıyor elbette.
Her yol var. Her tip, her model var.
Bu akıllılardan birisi de bayramın hemen ertesi ilk iş günü Galata Köprüsü’nde işe başlamış.
Almış eline iskambil kağıtlarından birkaç parça ‘Bul karayı, al parayı’ yapıyor.
Ne demek; ‘Bul karayı, al parayı?’,
Adamın elinde Üç tane oyun kağıdı var.
Kağıtlardan İki’sinde Kırmızı renk var.
Diğer kağıt ise ‘Kara – Siyah’ renkte.
Adam bu Üç kağıdı önce açıp, gösteriyor daha sonra ters çevirip karıştırıyor.
Ve bu Üç kağıdı ters olarak yere bırakıyor.
Parayı basıp bir kart seçen şayet seçtiği kart; ‘Kara – Siyah’ ise koyduğu paranın İki mislini alıyor.
Yani;
Karayı bulup, parayı alıyor.
Yani; yattığı yerden, alınteri olmadan para kazanıyor.
‘Bul karayı, al parayı’ mantığı neyin kafası biliyor musunuz?
Çiftlik Bank kafası ya da Kaşar Bank kafası.
Ve hatta ‘Boğaziçi Köprüsü’nü satma, satın alma kafası.
Maalesef ülkenin geldiği siyasi, ahlaki kafanın sonucu bu.
Kısa yoldan, emek vermeden köşeyi dönme kafası.
Yani; Vurgunun, talanının, yandaşa peşkeş çekme kafasının minik bir örneği.
Haa;
‘Bul karayı, al parayı kafası yeni bir şey de değil, Çok eskiden de vardı bu kafa’ derseniz, haklısınız.
Taa, 1970’li yıllarda bile vardı ‘Bul karayı, al parayı’ oyunu.
O yıllarda özellikle lunapark ve halkın kalabalık olduğu mekanlarda oynatılırdı bu oyun.
Hatta bu olay rahmetli Kemal Sunal’ın filmlerine bile konu olmuştu.
Demek ki;
Zaman değişse de, hükümetler değişse de halkımızın bu kısa yoldan soyma ve soyulma isteği / kafası değişmiyor.
Bu yüzden dön bak bir, bu kadar tarikat, sözde yardım dernekleri, kastelli, jet fadıl, çiftlik bank sayısı azalıyor mu hiç?
‘Bul karayı, al parayı’ kafası ülkemiz insanın ‘ortalama insan kafası’dır.
Yakışmıyor sana yakışıklı memleketim.
Bu kafa sana yakışmıyor.
Bak sonunda buldun karayı aldın parayı pardon karayı.
Belki de; ‘Kara para’ da buradan çıkmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
NEDEN ADAY OLUYORLAR
2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...
-
Mahallenin ‘en yakışıklı’ abilerinden biriydi. Hadi ‘en yakışıklı’sı olmasa da ‘en karizmatik’ abilerinden biri olduğu kesindi. Ö...
-
K.Çekmece daha önce Bakırköy Belediyesi'ne bağlıydı. Daha sonra Belediye olarak seçimlere gitti. Ve Ertuğrul Tığlay solcu ilk Belediye...
-
1999 yılında Flash TV'nin Taksim'deki stüdyosundayız. Arif Şentürk'ün programına konuk olacağız. Program konukları; Şair olara...