2 Ekim 2018 Salı

Neşet Ertaş / Yeni Çağrı Gazetesi


OLMAMASI LAZIM


Hasta uzun uğraşlardan sonra ‘e randevu’ üzerinden randevu alır ve muayene saatinden 15 dakika önce hastaneye gider.
Gerekli kayıtları yaptırdıktan sonra doktor odasının önünde sırasını beklemeye başlar. 

Sağlık sistemi çağ atladığı  ve artık  ‘Eski Türkiye’ olmadığı için yaklaşık olarak kendisine verilen saatte monitörde adı yazar ve içerideki doktorun yanına girer.

Doktor büyük bir ilgi ve şefkatle hastayı karşısına alıp, sorar;
- Buyrun şikayetiniz nedir?
- Karnım çok ağrıyor doktor. Ayrıca nefes darlığı çekiyorum. Bazen de çişimin rengi koyulaşıyor…
Hasta yaklaşık 10 dakika sorunlarını anlattıktan sonra susar ve meraklı gözlerle doktora bakar.

- Ne zamandır bu sorunları yaşıyorsunuz?
- İki hafta oldu.
- Kullandığınız herhangi bir ilaç var mı?
- Yok.
Doktor düşünürken hasta merakla sorar;
- Durumum nedir doktor?
- Olmaması lazım.
- Nasıl?
- Olmaması lazım.
 - Teşhisiniz nedir doktor?
- Olmaması lazım der ve doktor başka şey söylemez.

Doktorun teşhisi; ‘Olmaması lazım’dır.
Fakat ‘ Ne olduğu’ hakkında yorum yapmaz.
Herkes biliyor böyle bir durumun ‘Olmaması’ gerektiğini.
Fakat; ‘Olan ne?’ sorusunun cevabı yok!

Tıpkı bugün Türkiye’de yaşananlar gibi;
Dolar almış başını gidiyor,
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!

Bir baba evladına pantolon alamıyor, intihar ediyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!

Çocuklara taciz, tecavüz ediliyor, toplum susuyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Sokak hayvanlarına akılalmaz işkenceler yapılıyor ve toplum bunu görmüyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!

Pazarda domates, biber fiyatları almış başını gidiyor;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bütün medya iktidarın emrinde;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Eğitim sistemi çökmüş;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!

CHP’de Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olması;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bahçeli’nin  iktidarı istememesi;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bütün muhalif kesim susmuş, susturulmuş;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!
Bütün komşu ülkelerle sorun yaşıyoruz;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor
Bütün ülkeler bizi yıkmaya çalışıyor diye söylüyorlar;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor
Herkes yaşanan durumlardan rahatsız;
Bu durum ‘Olmaması’ gereken bir durum, ama oluyor!

Şayet kendi konuna hakim değilsen.
Her sorun için cevabın hazır; ‘Olmaması lazım’!
Biz neyin, ‘Olmaması’ gerektiğini zaten biliyoruz usta,
Aslında ‘Neler oluyor?’  bunu anlat bize, Bunu göster bize.

Olmuyor ama, yanlışsın, hatalısın.








11 Eylül 2018 Salı

OLUR’U YOKSA BOŞ YERE YORULMAYALIM

Yaz bitti.
Ufaktan ama şiddetli yağmurlar başladı.
Altı, Yedi aylık Sonbahar, Kış mevsimi başladı.

Geçen limanda çay içerken Ahmet Amca anlattı.
Ahmet Amca aslen Trakyalı, Yetmiş’ine merdiven dayamış Elli yıllık bir balıkçı.
‘Ben denize hiç pislik atmadım’ dedi. ‘Çünkü ekmeğimi denizden çıkardım. Çocuklarımı oradan kazandığım parayla büyüttüm’.

Ahmet Amca sahildeki Onlarca kedi ve İki köpeğe bakıyor. Oradaki tüm hayvanların hem her türlü ihtiyacını karşılıyor hem de hepsini tanıyor.
Eee tabii minik canlar da O’na gönülden bağlı.  Hepsi sanki emrindeki minik bir askeri birlik gibi bir hareketiyle etrafına doluşuyorlar.

Ahmet Amca’nın bir de torunu var.
Adı; Ömür, Üç yaşında minik bir kız çocuğu.
Ömür’ü de limandaki herkes tanıyor ve çok seviyor, Adeta orasının sembolü.
Ömür yaşamını kedilerle, köpeklerle, balıklarla, balıkçılarla oynayarak geçiriyor ve çok mutlu. Ömür hiç kimseye ‘Amca, dayı, dede’ diye hitap etmiyor. Herkese ismiyle hitap ediyor.
Koca koca, yaşlı başlı insanlara Üç yaşındaki bir kız çocuğunun adıyla hitap etmesi ne mutluluk.
Ömür bir masalın, bir rüyanın içinde yaşıyor.
Ve fakat aslında Ömür’ün hayat hikayesi bir kabus.

Ömür Bir yaşındayken evlatlık olarak alınmış.
Asıl anne ve babası Diyarbakır’lı .
Babası ‘Korucu’ymuş ve şehit olmuş.
Annesi Kaymakama gidip; ‘Benim kocam şehit oldu. 2 tane kızım var ve hamileyim. Doğacak çocukla 3 tane evladım olacak. Ben fakirim, hepsine bakamam. Doğacak çocuğuma devlet sahip çıksın’ demiş.
Kaymakam da kabul etmiş.

Ömür bu yeni doğan bebek işte.
Annesi Diyarbakır’da yaşayan, babası teröre kurban gitmiş bir ailenin Üçüncü evladı.
Ama O kendisini sahilde yaşayan  bir ailenin evladı zannediyor.

Yeni ailesi gözü gibi bakıyor Ömür’e.
Çok seviyorlar, çok ilgileniyorlar.
Fakat bir gün Ömür gerçekleri öğrenecek.
Şimdilik herkes Ömür’ün evlatlık olduğunu biliyor ve susuyor.
Ama bir gün gerçekler konuşacak.
‘Aslında senin annen bu kadın değil,
Aslında senin baban bu değil,
Aslında senin deden bu değil,
Aslında…
Aslında…
Aslında…’

‘Aslında sen yoksun Ömür,  Biz seni var saydık’ diyecekler.

Al sana bir Türkiye gerçeği işte.
Baba terör kurbanı,
Anne fakirlikten evladını terkediyor,
Koskocaman bir yalan içinde büyüyen gariban bir çocuk,
Böleceğini zannedenlere inat bir Trakyalı’nın bir Kürdün çocuğuna anne – babalık yapması !

Dedik ya;
Yaz bitti.
Yağmurlar başladı.
Önümüz karakış.

Geçen akşam limanda çay içerken çok üşüdüm ben.

‘Oluru yoksa boş yere yorulmayalım’
Bir şarkı sözünden alıntıdır.







29 Ağustos 2018 Çarşamba

BUL KARAYI AL PARAYI

Dört günlük Kurban Bayramı hükümetin isteği üzerine Dokuz günlük tatile çevrilince İstanbul boşaldı.
Yollar, sokaklar, trafik rahatladı.
Zengin olanlar tatil köylerine, Fakir olanlar köylerine gitti.
Hiç parası olmayanlar ise İstanbul’un  tadını çıkarmaya çalıştı.

Ve tatil bitti, Büyük kaos yeniden başladı.
Herkes ‘ekmek parası’ için İstanbul’a geri döndü.

Bu hareketlenme gösteriyor ki; Aslında kimse İstanbul’da yaşamak istemiyor.
Çünkü; İstanbul beton demek, gürültü demek, trafik demek, kaos demek, cehennem demek.
Ve fakat  İstanbul  aynı zaman da; Rant demek, vurgun demek, talan demek.
Garibanlar içinse; İş demek, aş demek.
Kısacası;  ‘Ekmek  parası’ demek.

İstanbul’da herkes alınteriyle para kazanmıyor elbette.
Her yol var. Her tip, her model var.
Bu akıllılardan birisi de bayramın hemen ertesi ilk iş günü Galata Köprüsü’nde işe başlamış.
Almış eline iskambil kağıtlarından birkaç parça  ‘Bul karayı, al parayı’ yapıyor.

Ne demek;  ‘Bul karayı, al parayı?’,
Adamın elinde Üç tane oyun kağıdı var.
Kağıtlardan İki’sinde  Kırmızı renk var.
Diğer kağıt ise ‘Kara – Siyah’ renkte.

Adam bu Üç kağıdı önce açıp, gösteriyor daha sonra ters çevirip karıştırıyor.
Ve bu Üç kağıdı ters olarak yere bırakıyor.
Parayı basıp bir kart seçen şayet seçtiği kart;  ‘Kara – Siyah’ ise koyduğu paranın İki mislini alıyor.
Yani;
Karayı bulup, parayı alıyor.
Yani; yattığı yerden, alınteri olmadan para kazanıyor.

‘Bul karayı, al parayı’ mantığı neyin kafası biliyor musunuz?
Çiftlik Bank kafası ya da Kaşar Bank kafası.
Ve hatta ‘Boğaziçi Köprüsü’nü satma, satın alma kafası.

Maalesef ülkenin geldiği siyasi, ahlaki kafanın sonucu bu.
Kısa yoldan, emek vermeden köşeyi dönme kafası.
Yani; Vurgunun, talanının, yandaşa peşkeş çekme kafasının minik bir örneği.

Haa;
‘Bul karayı, al parayı kafası yeni bir şey de değil,  Çok eskiden de vardı bu kafa’ derseniz, haklısınız.
Taa, 1970’li yıllarda bile vardı  ‘Bul karayı, al parayı’ oyunu.
O yıllarda özellikle lunapark ve halkın kalabalık olduğu mekanlarda oynatılırdı bu oyun.
Hatta bu olay rahmetli Kemal Sunal’ın filmlerine bile konu olmuştu.

Demek ki;
Zaman değişse de, hükümetler değişse de halkımızın bu kısa yoldan soyma ve soyulma isteği / kafası değişmiyor.
Bu yüzden dön bak bir, bu kadar tarikat, sözde yardım dernekleri, kastelli, jet fadıl, çiftlik bank sayısı azalıyor mu hiç?

‘Bul karayı, al parayı’ kafası ülkemiz insanın ‘ortalama insan kafası’dır.
Yakışmıyor sana yakışıklı memleketim.
Bu kafa sana yakışmıyor.
Bak sonunda buldun karayı aldın parayı pardon karayı.
Belki de; ‘Kara para’ da buradan çıkmıştır.




24 Ağustos 2018 Cuma

SON BABA; HAKAN TAŞIYAN…


İnan ki ağlamadım
Hüzünlüyüm sadece
Gözlerimdeki nemler çiğ gibi
Yağar böyle her gece

Güz gülleri gibiyim
Hiç bahar yaşamadım
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca
Ya sevince geç kaldım

Şimdi delicesine
Sevmek istesem bile
Sonbahar sisi çökmüş üstüme
Sevincim buruk yine…’


Bu güzel şarkı’nın Güfte ve Bestesi Selim Öztaş’a aittir.
Usulü; Sofyan ve  Makamı; Kürdi bir eserdir.

2000 yılında piyasaya bomba gibi düştü bu şarkı.
Herkes Müslüm Gürses’in yeni bir albüm yaptığını zannetti.
Ama dikkatle dinleyenler ile ‘Müslümcüler’ bu sesin çok benzese de bir başkasına ait olduğunu hemen anladılar.
Bu kişi genç bir adamdı. Adı; Hakan Taşıyan.





Hakan Taşıyan;
9 kardeşli bir ailenin  ortanca çocuğu olarak  1973 yılında Ankara’da dünyaya geldi.
Doğu’lu bir baba ile Karadeniz’li bir annenin evladıdır.
Babası kenar mahallelerde klarnet çalarak evini geçindirmeye çalışırken kardeşleri de çeşitli müzik aletleri çalıyordu.
Hakan Taşıyan da aileden gelen bu yetenek doğrultusunda müziğe ilgi duyuyor zamanının çoğunu bu aletlerle geçiriyordu.

Bir düğün salonunda bir şarkı söyleyip beğeni aldıktan sonra bu dünya ile bağlantısını koparamayacağını daha iyi anlamıştı.
Bu bağlantı askerlik yaşamı boyunca da devam etti. Hatta askerlik yaşamı boyunca bu konudaki şöhreti daha da arttı.
Askerlik sonrası komutanlarının desteği ile kaset çıkarmaya karar verdi.

Ve günlerce Unkapanı’nda dolaştı. Ancak Müslüm Gürses’e benzeyen ses tonu nedeniyle rağbet görmedi ve kapılar tek tek yüzüne kapandı.






İSTANBUL’DAN ANKARA’YA…
İstanbul’da aradığını bulamayan Hakan Taşıyan yönünü  tekrar doğup, büyüdüğü  Ankara’ya çevirdi. Ve Ankara’da Sıla Müzik firmasına müracaat etti.
Firma yetkilileri bu sese hayran kalarak 1996 yılında ‘Hesabım Bitmedi Seninle’ isimli albümü yaptı.

1997 yılında yaptığı ‘Sensiz İki Gün’ isimli albüm ile de deyim yerindeyse patladı.
Bu albüm sonrası kısa sürede hayran kitlesini milyonlara ulaştıran Hakan Taşıyan gelen baskılar sonucu çok istemese de ‘Hesabım bitmedi’ adlı bir dizide de oynadı.



HAKAN TAŞIYAN ve ALBÜMLERİ…
1998 yılında; ‘Gözün Sevem’,
1999 yılında; ‘Kıymetini Bilemedim’,
2000 yılında çok büyük bir çıkış yakaladığı ‘Güz Gülleri’ adlı albümünü ve 2002 yılında ‘Mor Hicranlar’ adlı eserini piyasaya sürdü.
Hakan Taşıyan;
2003 yılında; ‘Hakan Taşıyan 2003’,
2004 yılında; ‘Türkülerle’,
2005 yılında; ‘ Mutluluk Yağmuru’,
2007 yılında; ‘Ya Sen Ya Hiç’,
ve 2012 yılında; ‘Gitme Gülüm’ adlı eserlerini yaptı.



MÜSLÜM GÜRSES BENZETMESİ…
Arabesk müziğin efsane ismi rahmetli Müslüm Gürses sıkı bir Neşet Ertaş hayranıydı. Müslüm Gürses Bozlak Üstadı Neşet Ertaş’ı büyük bir beğeni ile takip ediyor ve zaman zaman O’nun  türkülerini kendi albümlerinde de söylüyordu.
Ve elbette Müslüm Gürses’in de bir hayranı vardı. Bu kişi de genç şarkıcı Hakan Taşıyan’dı.

Evet Hakan Taşıyan’ın ses tonu ve şarkıları yorumlama tarzı Müslüm Gürses’e benziyordu ama O kendisinin Müslüm Gürses’i taklit etmediğini bir türlü anlatamıyordu.
Hatta;

Müslüm Gürses’in bir Hakan Taşıyan şarkısını dinledikten sonra; ‘Ben bu şarkıyı ne zaman söyledim?’ diye söylediği de rivayet edilir.
Hakan Taşıyan ‘Müslüm Gürses taklidi’ önyargısını aşmakta ömrü boyunca zorlandı.
Oysa Müslüm Gürses de ‘Yasemin’in Penceresi’ adlı programa konuk olarak katılmış ve tarzları arasında ciddi farklar olduğunu söylemiştir.


HAKAN TAŞIYAN VE ALKOL…
Çok genç yaşta büyük bir şöhrete kavuşan Hakan Taşıyan yaptığı iş ve girdiği ortamlar gereği maalesef alkolün tuzağına düşmüş şanssız sanatçılardan birisidir. 

Sevenleri tarafından; ‘Şayet alkol tuzağına düşmese çok daha iyi yerlerde olabilirdi’ diye değerlendirilen Hakan Taşıyan zaman zaman alkol nedeniyle hem tv ve konser programlarında hem de günlük yaşamında kendisine yakışmayacak durumlara düşmüştür.

Hakan  Taşıyan sessiz kaldığı son Beş yıllık süreç içerisinde bu sorundan kurtulduğunu sevenlerine müjdelemiştir.



ŞEBNEM  KISAPARMAK TEZGAH KURDU…
Kanal 7’de haber spikeri olarak karşımıza çıkan Şebnem Kısaparmak asıl ününü türkücü Fatih Kısaparmak’ın eşi olmasına borçlu.


Fatih Kısaparmak ise Ahmet Kaya’nın memleketi  salladığı yıllarda piyasadan para toplamak veya ‘voleyi vurmak’ için öne sürülmüş sözde ‘solcu’, sözde ‘demokrat’, sözde ‘devrimci’ bir türkücüdür…

Hatırlayanlar bilecektir şöyle bir şarkı vardı;


‘Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur
Kilimin dilinden ancak anlayan okur
Sırlarımı verdim sana sevgimi verdim
Şu gönlümü kilim yaptım yoluna serdim

Ayıptır günahtır diye kilit vurdular dilime
Aşkı dokudum kilime anlıyor musun…’

‘Kilim’ isimli bu şarkı 1987 yılında çıktı. Ve hem  bu şarkının hem de Fatih Kısaparmak’ın geniş kitlelerce tanınması ise 1989 yılında oldu.


Sözde ‘Devrimci’ Fatih Kısaparmak ve bu şarkısını kim mi meşhur etti?
İnanmayacaksınız ama; Polis Radyosu!

Evet Polis Radyosu  ısrarla ‘Devrimci ‘ Fatih Kısaparmak’ın şarkısını çaldı, durdu.
O dönemde bazı sanatçılar içerdeyken, bazı sanatçıların adını anmak bile suçken Fatih Kısaparmak’ın böylesine desteklenmesi ne kadar ilginç değil mi?

Dedik ya;
Öte yandan İstanbul, Eyüp’te kurulan ve İslami çevrenin yayın organı olan Kanal 7’nin haberlerini ise Şebnem Kısaparmak sunuyordu!

İnsanın aklına garip sorular geliyor;
Örneğin;
Kanal 7 hiç mi eleman bulamamış da bir solcu, devrimciyi işe almış, haber sunumu yaptırıyordu?


Şayet Şebnem Kısaparmak solcu / devrimci değilse, solcu / devrimci Fatih Kısaparmak ile hangi eylemde tanışmış, aşık olmuş ve evlenmişti?...

Zamanla Şebnem Kısaparmak Kanal 7’den haftalık 50 Bin lira istediği için kovuldu ve farklı kanallarda farklı formatlarda programlar yaptı.


Hatta; bazen şair oldu, bazen şarkı – türkü söyledi, bazen kliplerde oynadı, bazen sosyal içerikli programlar yaptı.

Tıpkı kocası gibi sağlam bir çizgisi olmadı.
Her zaman sistemin, güçlünün, popüler olmanın ve para kazanmanın yanında oldu.
Bunun en bariz örneği; Bu karı – kocanın 2015 yılında TRT’de aynı anda ‘Kilimin Dili’ adında program yapıp dünyalar kadar para almış olmalarıdır.

Söyledik ya; Fatih Kısaparmak Ahmet Kaya’ya alternatif olarak sunulmuştu, Ama, Ahmet Kaya’nın tırnağı bile olamadı.
Samimi, halkçı, solcu, sanatçı değildi.
Para kazanmak için şarkı – türkü söyleyen 'sıradan bir türkücü' kimliğinin üstüne çıkamadı.

Şebnem Kısaparmak ise reyting uğruna, para uğruna, daha çok izlenmek ve gündemde kalabilmek uğruna hiç gözünün yaşına bakmadan Hakan Taşıyan’ı bir programında harcadı, gitti.

Hakan Taşıyan’ın meşhur ‘ O kilitler açılsın, Kardeş kardeşe kıymasın. Biz ne yapıyoruz ki?’ dediği programı yayınladı.


Hakan Taşıyan o programda haddinden fazla alkollüydü. Değil şarkı söylemek, ayakta bile durmakta zorlanıyordu.



Ve Şebnem Kısaparmak bu durumu bildiği halde, sonucun Hakan Taşıyan için bir felaket olacağını bildiği halde programı yayınlamayı sürdürdü.
Ve Hakan Taşıyan’ın ipini çekti.

Dileyen kişiler you tube’a ‘Şebnem Kısaparmak, Hakan Taşıyan’ yazarak  bu program bulup, izleyebilir.

Hakan Taşıyan bu programdan sonra 5 yıl hiçbir albüm çalışması yapmadı. Hatta aynı zamanda akrabası olan eşi ve eşinin ailesinin yanına Avustralya’ya gitti.
Ve anladığımız kadarıyla orada hem alkol sorunundan hem de fazla kilolarından kurtularak geri döndü.


SESSİZ SEDASIZ DÖNÜŞ…
18 Ocak 2018 tarihinde tam Altı yıl sonra Hakan Taşıyan yeni bir albüm ile sevenleriyle buluştu.
‘Sessiz Sedasız  Dönüş’ adını taşıyan bu albüm adeta Hakan Taşıyan’ın da sessiz, sedasız bir  şekilde geri dönme çabası olarak da değerlendirilebilir.
Albümde Dokuz şarkı yer almaktadır.

Kıng Music etiketiyle piyasaya çıkan albümde Ali Öç, Taner Solak, Ali Tekintüre, Mustafa Yaşamış, Vural Şahin, Tarık Ağansoy, Fethi Demir,Yusuf Bulut ve Ahmet Demir gibi müzisyenlerin eserleri bulunmaktadır.

İstanbul Belgrad Ormanları’nda çekilmiş mütevazi bir klip ile tanıtımı yapılan albüm için Hakan Taşıyan; ‘Güzel şarkılar bulmayı bekledim, nasip bugünlereymiş. Sevenlerimi özledim. Onlar için güzel şarkılar seçtim. Albümde uzun hava, türkü, arabesk kısaca her şey var. Gönüllerdeki yerimi tazelemek istiyorum’ demiştir.




İNSAN OLARAK HAKAN TAŞIYAN…
Hakan Taşıyan insan olarak  son derece iyi niyetli, yetenekli, mütevazi, efendi, gelenek ve göreneklerine bağlı  değerli bir sanatçıdır.

Hakan Taşıyan’ın kişiliğini anlamak için şu olayı bilmek yeterlidir.
Hakan Taşıyan oynadığı bir dizide rol gereği Yeşilçam’ın eski figüranlarından birisine vurmak zorundadır, fakat vuramaz.


Tv yapımcısı Mesut Yar bunun nedenini sorduğun da;’ Olur mu öyle şey. O kişi bizim büyüğümüzdür nasıl vurayım?’ demiştir.

Arabesk’in efsane isimlerinden bazılarının rahmetli olması, bazılarının sağlık sorunu yaşaması ve bazılarının sahne yapmaması nedeniyle kendisi bu akımın son efsane ismi olarak değerlendirilebilir.

Bize göre de; Hakan Taşıyan arabesk müziğin ‘Son Baba’sıdır.




14 Ağustos 2018 Salı

İNTERNET FENOMENLERİ İLE CANLI YAYIN / HAZRETİ YASUO

Bizim zamanımızda ‘mektup’ vardı.
Varsa bir hasretin, vereceğin bir haberin, bir derdin mektup yazar, tanıdıkların hepsine selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper, kağıdı zarfa koyar yollardın.


Mektubun kaç günde gideceği, gidip -  gitmeyeceği, alıcısına ulaşıp – ulaşmayacağı, cevabın gelip – gelmeyeceği şansa kalmıştı.

Daha sonra Seksen’li yıllarda evlere ufaktan telefonlar bağlanmaya başladı.
Öyle her isteyene telefon verilmez, sıra beklenirdi.
Normal vatandaşlar birkaç yıl telefon beklerken ‘torpil’i olanlar bir yıl içinde telefon alınca kendilerini özel hissederlerdi.

Hatta önemli bir iş olunca mahallede telefonu olan evin numarası verilir, orasının aranması söylenirdi.
2000’li yıllarda teknoloji iyice gelişti.
Ve ‘bilgisayar – internet çocukları’ meydana geldi.
Eminim ki;
Bu çocukların çoğu yukarıda anlattıklarımı gülerek okumuşlardır.
Ülkenin nerelerden geçtiğini pek bilmezler.

Kısa zaman içinde bu internet çocukları kendi kültürlerini de yarattılar.
Kendilerine has bir dil, yaşam biçimi ve insan ilişkileri oluşturdular.
Örneğin;
‘Selamın Aleyküm’ yerine ‘Sa’ yazdılar,
‘Aleyküm Selam’ yerine ‘As’ yazdılar,
‘Merhaba’ yerine ‘Mrb’,
‘İyiyim’ yerine ‘İiiii’ yazdılar…
Oysa bu dil bizlere baştan çok komik, çok yabancı, çok ilkel gelmişti.
Zamanla bu dile bizleri de alıştırdılar.

Saatlerce bilgisayar veya cep telefonu başından ayrılmayan bu çocuklar sosyalleşmeyi de kendi ilgi alanlarına yönelik kurdukları gruplarda buldular.
Yüz yüze görüşemeseler de tüm dünya ile bağlantı kurabiliyorlar, kendi eğilim ve zevkleri doğrultusunda iletişim kurabiliyorlardı.


Ve hemen hepsinin hemen hemen tüm sosyal medya platformlarında hesapları oluyor, kendilerini  diledikleri alanda rahatça ifade edebiliyorlardı.

Bu platformlardan bir tanesi de ‘internet yayıncılığı’…
Bu alanda kendi içinde farklı birkaç bölüme ayrılıyor.
You Tube, Twitch, Facebook, Twitter, İnstagram vs. gibi.
Ve elbette bu paltformlarında bazı ‘etkili adam’ları var, ‘önemli adam’ları  var, ‘popüler adam’ları  var.
Bu adamlara da ‘internet fenomeni’ diyorlar.
Yani ünlü bir sinema yıldızı gibi ya da ünlü bir şarkıcı gibi.

Mustafa Yavuz da internet fenomenlerinden biri.
Peki günlük hayatta çok kullanıyoruz ama ‘Fenomen’ ne demek?


Fenomen; Fransızca kökenli bir kelime.
‘Olgu, olay’ demek.
‘Hayranlık uyandıracak kadar dikkat çekici olan şey veya kişi’ anlamında da kullanılıyor.


Şayet bir kişiye ‘internet fenomeni’ deniyorsa o kişi; hayranlık uyandıran, herkes tarafından takip edilen, meşhur birisi demektir.

Dedik ya; Mustafa Yavuz da bir internet fenomeni.
22 yaşındaki Mustafa Yavuz İstanbul doğumlu.
Gelişim Üniversitesi’nde öğrenci.
4 yıldır twitch, 2 yıldır da you tube yayıncısı.


Ve 402 bin takipçisi var.
Yani sıradan bir tv kanalından daha çok izleniyor, daha çok takip ediliyor.
Kendine has sponsorları da var.

Takipçilerinin çoğu onu Mustafa Yavuz olarak tanımasalar da internetteki adıyla ‘Hazreti Yasuo’ olarak tanıyorlar.
‘Hazreti Yasuo’nun da kendine has bir dili var.
Bizim yaşımızdakilere göre oldukça kaba bir dili olmasına karşın hayran kitlesi o dile bayılıyor.


Bu arada bilmeyenler için söyleyelim;
‘Hazreti’ kelimesi ‘saygı duyulan kişi’ anlamında kullanıldığı gibi ‘sayın’ anlamında da kullanılıyor.

‘Hazreti Yasuo’ geçenlerde canlı yayınına babasını aldı.
Babasıyla yaptığı yayın sonrası sağolsun beni de canlı yayına aldı.
‘oradan – buradan’ konuştuk işte.
Canlı yayın sırasında yine canlı olarak izleyenler de yorum yazabiliyorlardı.
Gelen yorumları okurken kimi zaman kahkaha krizine girdim; Akla, hayale gelmeyecek  yorumlar yaptılar, hem de kendi jargon ve ifade tarzıyla.
Her adamın katlanacağı yorumlar değildi ama dedik ya; bu kuşak böyle işte…

Mustafa Yavuz son derece efendi, güzel bir adam.
Ve fakat ‘Hazreti Yasuo’ durdurulamaz bir çılgın.

Hangi adını kullanırsa kullansın ben o adamı çok sevdim. Kendi işinde son derece başarılı birisi. Yolu açık olsun.

‘O yaşta sen o adamı nereden tanıyorsun?’ diye soran olursa söyleyelim.
Oğlum Ozan’ın arkadaşı.
Ozan da aynı yolda yürümeye çalışıyor.
İnternete ‘Hazreti Yasuo’ yazın ve kanalına abone olun.
Çocuklarımızın önü açılsın.
Gelecek bilişim’de , konuyla ilgilenenlere destek olmak lazım.





7 Ağustos 2018 Salı

ERKEKLER NEDEN KENDİLERİNİ SEVEN KADINLARI TERKEDERLER?

Başlık uzun, konu zorlu.
Bildiğimden ya da beni seven kadınları terkettiğimden değil, gözlemlerimi aktarmak için bir şeyler yazacağım.
Yoksa; genelde terkedilen taraf oldum ben.
Sağolsunlar, terkedenler çok şey öğretti bana!

Uzatmayalım, başlayalım.
Biz konuya erkek açısından bakacağız.

Bir erkekle bir kadının ilişkisini anlayabilmek için öncelikle erkeğin, annesiyle olan ilişkisine bakmak lazım.
- Anne oğlunu yeterince sevmiş mi?
- Anne oğluyla yeterince ilgilenmiş mi?
- Anne, baba ayrılmış mı?
- Anne oğlunu terketmiş mi?

Bu soruların cevabını tam olarak bilmeden bir erkekle evlenmek tam anlamıyla bir bombayı kucaklamaya benzer.
Bu bombanın Sizi öldürme ihtimali çok yüksektir.

Dileyen senede kaç kadın eşi tarafından şiddete uğruyor, kaç kadın eşi tarafından öldürülüyor araştırıp, bulabilir.
Aldatmaları, ensest ilişkileri, abuk-sabuk cinsel ilişki, kavga, dövüş, zoraki evlilik ve hastalıkları saymıyorum bile.

Sanma ki bu kötücül ilişkiler cahil ve fakirler arasında yaşanıyor.
Dünyanın en yakışıklı erkeklerinden birisi olan Brad Pıtt dünyanın en güzel kadınlarından birisi olan karısı Angelina Julıe’yi bile aldatmadı mı?
Demek ki; Konunun sosyal konum, zenginlik ve kadının güzelliği ile ilgisi yok.

O halde neden erkekler kendilerini seven kadınları ya aldatıyor ya da terkediyor?
Dedik ya;
Öncelikle erkeğin annesiyle olan ilişki ve yaşantısına bakmak lazım.
‘Annesiyle sorunlu’ erkekler büyük oranda birlikte oldukları kadınlarla da sorun yaşıyor.
Her şey yolunda gitse bile erkek farkında olmadan yavaş yavaş ilişkiyi yıpratıp, bozmaya başlıyor.
Sonuçta kadın bu ilişkiden yorulup erkeği terketmek istediğin de ise;
Erkek kadına ya şiddet uyguluyor ya da öldürüyor.
Çünkü erkek birlikte olduğu kadın tarafından terkedildiğin de ‘annesi tarafından terkedilmiş gibi’ hissediyor kendini… Çaresiz, masum, zavallı, yardım ve ilgiye muhtaç biri oluveriyor.
Bir erkek annesi tarafından terkedilince dayanılması zor bir acı çekmeye başlıyor.  Bu acı birlikte olduğu kadın tarafından terkedilince de aynı seyri izliyor.
Ve erkekler bu acıya dayanamıyor.
- Benim sözümü dinlemezsen seni sevmem diyen,
- Akıllı olmazsan ben giderim diyen,
- Susmazsan seni çingenelere veririm diyen anneler ilerde bir kadının katilini yetiştiriyorlar sadece…

Kadınlar birbirinin rakibi, düşmanı ve hatta katilidir aslında,
Erkeklerse bu oyunda  bir piyondur, o kadar.
O nedenle;
Bir kadının çektiği acıdan başka bir kadın sorumludur.
Konuyu daha detaylı öğrenmek isteyenler, erkeğin bebeklik dönemi anal / oral gelişimi ve bu gelişimin kişilik üzerindeki etkilerini araştırabilirler.

Erkeğin kendisini seven bir kadını aldatma veya terketme nedenlerinden birisi de kadın ile erkek arasındaki  ‘eşlilik’ farkıdır.
Doğası gereği kadın; Monogami’dir. Yani tek eşli.
Erkek ise; Poligami’dir. Yani çokeşli.
Bakınız hayvanlar aleminde bile durum genelde böyledir.
Hayvanlar arasında yaşanan çok eşlilik oranı yüzde 98’dir.
Kadınlar arasında yaşanan çok eşlilik oranı; Yüzde 42,
Erkekler arasında yaşanan çok eşlilik oranı ise; 70.

Bu cinsel davranış şekli binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir.
- Modern yaşamda bu tavır değişti mi? diye sormayınız.
Değişmedi, şekil değiştirdi, o kadar.
Beceriksizleri ayrı tutmak kaydıyla;
- Ben seni aldatmıyorum diyen genç erkek büyük olasılıkla yalan söylüyordur.

Konu iyice dağılmadan toparlayalım;
Erkeklerin kendilerini seven kadınları neden aldattığı veya neden terkettiği üzerine cevaplar arıyoruz ya,
Başka birkaç neden ise; Macera isteği, skor beklentisi, kişisel zaaf, kendini akıllı sanma ve açıkça salaklık olarak sayılabilir.

Ve tabii son söz kadınlara;
Enseyi karartmayın.
İlişkinin nereye kadar, nasıl gideceğine kadınlar karar verir.
Unutmayın;


- Tilki’nin dönüp, dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.
Baktınız fazla zıplıyor, hafif dirsek gösterip ‘Seni terkederim’ duygusunu birazcık hissettirin, dakkada adam edersiniz karşınızdaki leylek kafalıyı.

Unutmayın;
Erkek sizi annesi gibi görüyor, Sizden vazgeçemez. Gerekirse terliği indirin kafasına, korkmayın!
Rahmetli babamın bir sözü vardı, derdi ki;
- Akıl insanın kafasının üstündeki bir çivi gibidir, vurdukça içeri girer.

Akıllandırın, zaten çoktan güzelliğinizle olmayan aklını almışsınızdır.





NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...