13 Şubat 2018 Salı

TÜRK SİNEMA TARİHİ - 2

Türk Sinema Tarihi - 2
Yeni Çağrı Gazetesi / 14.02. 2018
Araştırma; Mustafa Çatıkkaş


TÜRK SİNEMA TARİHİ
'SİNEMA BİR ÜLKENİN SİYASİ TARİHİDİR ve İZLEDİKLERİN ASLA SADECE BİR FİLM DEĞİLDİR'

Türk Sinema tarihi bir derya, deniz. Elbette bu kadar kısa bir yazı içerisine sığdırılamaz. Set işçisinden, oyuncusuna, figüranına, yapımcısına, filmleri halkla buluşturan sinema sahiplerine  kadar hepsine ne kadar teşekkür etsek azdır. Onların ciddi emekleri, özverili katkıları sayesinde bu filmleri gördük. İyi ki varlar, iyi ki sinema var.
Bu yazı akademik bir araştırma yazısı değildir.  Zaman zaman hatalar yapılmış, önemli kimlikler ve olaylar atlanmış olabilir.
Hatamız olduysa affola.
Mustafa Çatıkkaş

1950 - 1960 ARASI, İDAM VE SİNEMACILAR DÖNEMİ
Demokrat Parti ve her mahallede bir milyoner…
Bu yıllarda Adnan Menderes'in Başbakanlığında Demokrat Parti iktidardadır. Ve Demokrat Parti'nin iki sloganı vardır.
Bunlar;
'Her mahallede bir milyoner yaratmak' ve 'Türkiye'yi küçük Amerika yapmaktır'.
Menderes'in bu  'Türkiye'yi küçük Amerika yapma' sevdası toprak yollarda Amerikan arabalarının dolaşması, Amerikan tarzı giyinmek, Amerikan tarzı konuşmak gibi yansımasının yanı sıra sinemalarda da binlerce Amerikan filmi oynaması ve ülkenin Amerikan kültürüne teslim olması anlamına gelmektedir.

                          Adnan Menderes - Başbakan

Tarihi utanç, Menderes asıldı…
1955'ten sonraki ekonomik daralma ve siyasette yaşanan kamplaşma gerekçeleri 27 Mayıs askeri darbesinin alt yapısını oluşturdu. 27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 4'te radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş TSK olarak yönetime el koyduklarını belirtti Menderes ve diğer DP üyeleri ise bulundukları Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı.
 Yapılan oturumlar her gece radyoda Yassıada Saati programında halka duyuruluyordu. 9 Temmuz 1961 tarihinde Anayasa Komisyonu'nun hazırladığı yeni anayasa için yapılan halk oylaması ile yüzde 61,7 oy oranı ile kabul edilerek yürürlüğe girdi.

'Milletime saadetler dilerim'…
Menderes ise 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden "sağlam" raporu alınmasının ardından, İmralı Adası'na götürüldü İlk durak, komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu.
Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin” cümlesi döküldü. İdam sehpasına gitmeden önce din görevlisi ile birkaç dakika konuştu. Ardından beyaz gömlek giydirildi.
"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..." Menderes, Saat 13.21'de İmralı Adası'nda idam edildi.
Halkımız bu bu uatnç günlerini ve Rahmetli Başbakan  Sayın Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamını hiçbir zaman içine sindiremedi.

Yeşilçam Filmleri…
Sinemada bu dönem Lütfi Akad'ın 'Vurun Kahpeye' isimli filmiyle başladı. Sonraki yıllara öncülük edecek olan  'Yeşilçam Filmleri' döneminin temelleri de bu yıllarda atılmıştır.Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Osman Seden gibi yönetmenler ile Erler Film, Erman film gibi yapım şirketleri de yine bu yıllarda ön plana çıkmaya başlamıştır.Bu dönemde sıradan insanların hayatları sinemanın konusu olmaya başlamış ve kamera sokağa inerek hareketlenmiştir.Oyuncu olarak ise; Sezer Sezin, Belgin Doruk, Muhterem Nur, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Turhan Seyfioğlu gibi ilk starlar da ortaya çıkmıştır.
                                                               Ayhan Işık - Oyuncu

Öte yandan bu Amerikanlaşma kültürü Türk sinemasında da hemen karşılığını bulur. Bu dönemde yapılan filmlerde kamera hareket ve açılarından başlamak üzere sinemanın hemen hemen tüm dallarında bu etki görülmeye başlar.
Bu nedenle o dönem çekilen tüm filmler ve sokaklarda görülen arabalar Amerikan yapımı arabalardır.
1960 - 1967  ARASI, DARBE , SANSÜR ve SUSUZ YAZ


Türkiye 1960'lı yıllara Askeri bir darbe ile başladı.27 Mayıs 1960 Askeri darbesine kısaca şu şekilde gelindi.
'1954 yılından yılından itibaren ülkede başgösteren  ekonomik durgunluk ve kriz, DP iktidarını sarsmaya başlamıştı. Hızla yükselen enflasyon işçi, memur ve sabit gelirli meslek gruplarını olumsuz yönde etkilemiş, krizden etkilenen kesimlerin başında gelen ordu mensupları arasında iktidara karşı tepkiler görülmeye başlamıştı.

TBMM’deki sayısal üstünlüğün verdiği güçle muhalefete karşı uyguladığı hoşgörüsüz tavır, başka partiye oy verdiği için Kırşehir’in ilçe yapılmasıyla doruğa çıkmıştı.

Yargı, üniversiteler ve toplumsal muhalefet aracılığıyla sık sık hükümet aleyhine gösteriler düzenlenmiş, “ordu göreve” çağrıları yapılmıştı.Bu şartlara rağmen İhtilal komiteleri, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO ittifakının onayı olmadan harekete geçmemişti.
Çünkü Menderes Hükümeti ve Amerikan Hükümeti arasındaki ilişkiler ABD’nin dümen suyuna gitme politikası doğrultusunda ilerlemişti. Fakat 1960 yılına doğru rüzgar tersine dönmüş, ihtilalcilere bekledikleri fırsatı bizzat Adnan Menderes vermişti.
Ülkedeki ekonomik krizi aşmak için ABD’ ye bir ziyaret gerçekleştiren Başbakan, daha fazla yardım talep etmiş fakat isteği kabul görmemişti. Bunun üzerine o zamana kadar Amerika’ya koşulsuz destek veren Menderes, gereken yardımı alabilmek için SSCB’ye yönelmişti.

Neticede ise 27 Mayıs 1960’ta beklenen olmuş ve ordu ülke yönetimine el koymuştu. 
NATO ittifakı ve Amerikan üsleriyle birlikte rejim artık güvenceye alınmıştı. İhtilal bildirisinde de bu noktaya vurgu yapılarak “Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadıkız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız.” denilmişti.
İhtilalciler “Yürürlükteki Anayasa’nın idare tarafından çiğnendiğini bu sebeple Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahale ettiğini” iddia ederken darbe yaparak Anayasa’yı ihlal etmişler ve bütünüyle rafa kaldırmışlardı.
Seçilmiş Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milletvekilleri tutuklanarak Meclis feshedilmiş ve askerlerden oluşan “Milli Birlik Komitesi” kurularak iktidar bu komiteye geçmişti.
1960 Darbesi, neticede Cumhuriyet tarihinde yeni askeri darbelere ve müdahalelere de kapı aralamıştı.'
(Kaynaklar: “Demokrat Parti’nin Yükseliş Ve Düşüşü”, İstanbul, 2002. Vakit Gazetesi, 14 Haziran 1950, Cumhuriyet Gazetesi, Yeni İstanbul Gazetesi, 28 Mayıs 1960, Hürriyet Gazetesi, 27 Mayıs 1960.)

Bu yıllarda Sinema…
Türkiye’de 1960’lı yılların bir diğer özelliği de Türk Sineması’nın Amerikan Sineması’nın önünde olmasıdır.
1960’lı yıllarda sinema giderek daha kârlı bir sektör haline gelince, yeni yapımcıların ve yapımevlerinin ortaya çıkması da kaçınılmaz olmuştur. 1966 yılında Türk sineması 241 filmle, dünya uzun metraj film üretimi sıralamasında 4.sırayı almaktadır.
Yapım, üretim ve dağıtım gücü hesaba katıldığında 1960’lı yıllar, Türk Sineması için altın bir çağ olarak kabul edilmektedir.
Metin Erksan ve Susuz Yaz…
Sinemada ise bu dönem 1960 ile 1967 yılları arasını kapsamaktadır.Bu döneme 'Kriz Dönemi', 'Altın Yıllar', 'Toplumsal gerçekçilik Yılları' adı da verilmektedir.
Ve bu dönem içerisinde 1963 yılından itibaren de sinemamızda renkli filmler üretilmeye başlamıştır.Siyasi olarak 27 Mayıs Darbesi ile Demokrat Parti iktidardan uzaklaştırılmış  ve başta belli bir özgürlük hissedilsede zamanla ciddi bir baskı ve sansür gündeme gelmiştir. Uygulanan bu 10 Maddelik Sansür  Yasası Mussolini yasalarından  alınmış ve 1980'li yıllara kadar geçerliliğini korumuştur.
Bu döneme damgasını vuran en önemli yönetmen Metin Erksan'dır.


Metin Erksan kimdir?
1 Ocak 1929 tarihinde Çanakale’da doğdu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümününden 1952’de mezun oldu.1950 yılında daha üniversitede okurken Atlas Film için Yusuf Ziya Ortaç‘ın ‘Binnaz’ adlı oyununu senaryolaştırarak sinemaya adımını attı.
1952’de İlk filmi olan “Aşık Veysel‘in Hayatı adlı” sinema filmini, rejisör olarak gerçekleştirdi.
1952-1982 yıllarında senaryo yazarı, rejisör ve yapımcı olarak birçok sinema filmi gerçekleştirdi.
1958’de Türk Sinema Sanatçıları Derneği’ni, 1962 Türk Sinema İşcileri Sendikası’nı , 1965’te Türk Sinema ve Film Rejisörleri Birliği’ni kurdu.
1964 yılında ise Metin Erksan'ın yönettiği  'Susuz Yaz' isimli film Berlin Film Festivali'nde ödül kazandı.
Öte yandan 1960 - 65 yılları arası yaşanan  kısmen rahat ortamda Susuz Yaz, Yılanların Öcü, Kuyu, Sevmek Zamanı gibi üst düzey filmlerin yanısıra;  Ayşecik,  Cilalı İbo, Vatan ve Namus, Acı Hayat, Akasyalar Açarken, Yumurcak, Keşanlı Ali Destanı, Şoför Nebahat, Ah Güzel İstanbul, Bir Millet Uyanıyor, Vurguncular, Bozkutrlar Geliyor, Marko Paşa, Ringo Kazım gibi suya sabuna dokunmayan filmler  de yapılmıştır.

Ayrıca bu dönemde ciddi anlamda Sansür de uygulanmış ve çıkarılan sansür yasasında;'Hiçbir meslek grubu rencide edilecek şekilde gösterilemez' denmekte ve nedenden dolayı da bu dönem filmlerde genelde işsizlerin, başıboşların hayatı üzerinden filmler çekilmektedir.


12 Şubat 2018 Pazartesi

TÜRK SİNEMA TARİHİ - 1

Türk Sinema Tarihi - 1
Yeni Çağrı Gazetesi / 13.02. 2018
Araştırma; Mustafa Çatıkkaş


TÜRK SİNEMA TARİHİ
'SİNEMA BİR ÜLKENİN SİYASİ TARİHİDİR ve İZLEDİKLERİN ASLA SADECE BİR FİLM DEĞİLDİR'

Türk Sinema tarihi bir derya, deniz. Elbette bu kadar kısa bir yazı içerisine sığdırılamaz. Set işçisinden, oyuncusuna, figüranına, yapımcısına, filmleri halkla buluşturan sinema sahiplerine  kadar hepsine ne kadar teşekkür etsek azdır. Onların ciddi emekleri, özverili katkıları sayesinde bu filmleri gördük. İyi ki varlar, iyi ki sinema var.
Bu yazı akademik bir araştırma yazısı değildir.  Zaman zaman hatalar yapılmış, önemli kimlikler ve olaylar atlanmış olabilir.
Hatamız olduysa affola.
Mustafa Çatıkkaş

Sinema Nedir?
Sinema;  Fransızca 'cinématographe' sözcüğünün kısa biçimi olan 'cinéma'dan gelmektedir ve güzel sanatların bir dalı olarak kabul edilmektedir.
Türk Dili ve Edebiyatı'nda ise; 'Sinema görüntülerin veya çizilmiş desenlerin ışıkla bir perdeye düşürülerek hareketli görüntüler elde edilmesi temeline dayanan sanat dalıdır. 'Şeklinde tarif edilir.
Sinema bir kişinin tek başına gerçekleştirebileceği bireysel bir sanat dalı değildir. Pek çok meslek dalı ve ögenin biraraya gelmesi ile oluşmaktadır.
Bu ögelerin başlıcaları;
 Senarist, yönetmen, oyuncu, görüntü yönetmeni, seslendirme yönetmeni, ışık , set ekibi  vd.sayılabilir.

Dünyada ilk film ne zaman çekildi?
19. yüzyılın sonunda Fransız Louis (Lui) ve Auguste Lumiere (Ogüst Lumiya) kardeşler, geliştirdikleri sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntüyü elde ederler.
Sinemanın doğuşunu simgeleyen bu gelişmeden sonra Lumiere kardeşler, halka açık ilk film gösterimlerini ise 1895 yılında Paris’te yapmışlardır.
İlk dönem filmleri 15 dakikayla sınırlıdır ve günlük hayatı aksettiren görüntülerden oluşmaktadır.  Daha sonraları ise kısa komediler, haber filmleri ve belgeseller çekilmiştir.



İlk Türk filmi ne zaman çekildi?
Bu sorunun cevabı hakkında birkaç farklı fikir olsa da ortalama fikir şöyledir;
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na girdiği günlerde 14 Kasım 1914 yılında İstanbul, Yeşilköy Ayastefanos’taki Rus Anıtı yıkılır. Yedek subay Fuat Uzkınay da bu anı görüntüler.'Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı' adıyla yayınlanan bu tarihi belgesel, ilk Türk filmi olarak kabul edilir.

                                                    Burçak Evren - Sinema yazarı

Fakat, Sinema tarihi yazarı Burçak Evren bu fikre katılmamakta, 'Benim kitaplarımda da böyle bir bilgi vardı ama 1984 yılında Gelişim Sinema Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni iken bu filmi görmek istedim ve pek çok kişiyle görüştüm. Fakat bu filmi bulamadım.Belki de çekildi ama kayboldu.Ayırca ben bu filmi bugüne kadar gören birisine de  rastlamadım.

Fuat Uzkınay bu filmi çektiğini söylemiştir fakat filme ait hiçbir görüntü olmadığı için ve tarih de belgeye dayalı olarak yazılmak zorunda olduğu için bizler bu filmi ilk Türk filmi olarak kabul etmiyoruz.

Makedonya film arşivinde Balkanların ilk sinemacısı olarak bilinen Mareke Kardeşlere ait 1911 yılında çekilen Sultan Reşat'ın Balkan ziyaretlerinin çekildiği bir film vardır.Ve bu filmin görüntüleri de vardır. O dönemlerde Balkanlar da Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde olduğu için bizler bu filmi İlk Türk filmi olarak kabul ediyoruz.' demektedir.

1922 - 1938 ARASI, TİYATROCULAR DÖNEMİ ve MUHSİN ERTUĞRUL
Türk Sinemasının bu döneminde tek bir isim vardır, Muhsin Ertuğrul.Muhsin Ertuğrul'a ek olarak İki isim daha vardır. Bunlar da Musin Ertuğru'un kadrosundan takma adlarla senaryo yazan Nazım Hikmet Ran ve İlk dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur'dur.


Nazım Hikmet bu dönemde 'Bursa Senfonisi', 'İstanbul Senfonisi' ve 'Düğün Gecesi' adlı filmleri çekmiştir.

Muhsin Ertuğrul ilk filmlerini Almanya'da çekmiş ve burada tiyatro eğitimi de almıştır.Almanya'dan Türkiye' ye dönen Muhsin Ertuğrul burada da film çekmek ister ancak yapımcı bulamaz. Bunun üzerine ünlü yönetmen ve yapımcı Osman F. Seden'in babası ve amcasıyla anlaşarak  Türkiye'nin ilk özel film şirketi olan 'Kemal Yapım' adı altında bir şirket kurar.

Muhsin Ertuğrul bu dönemde film çekmekte zorlanmaz çünkü aynı zamanda şehir tiyatroları müdürlüğü görevini de sürdürmektedir.

Ertuğrul bu dönemde 'Şişli Güzeli', 'Nur Baba' (yarım kalmıştır), 'Ateşten Gömlek' isimli farklı türlerde filmler çekmiştir.

1922 yılında çekilen 'Ateşten Gömlek' isimli tarihi filmine  kadar kadın oyuncular Türk ve Müslüman değildi. Çünkü zamanın değerlerine göre kadınların filmlerde rol alması ayıp, günah, yakışıksız olarak algılanıyordu.

Bunun üzerine gazetelere ilan vererek kadın oyuncu arayan Ertuğrul 2 kadın oyuncu bulmuştur.

Bu isimler; Bedia Muhavvit ve Neyire Neyir Hanımdır. Muhsin Ertuğrul daha sonra Neyire Hanımla evlenmiştir.

Bedia ve Neyire Hanım Türk sinemasının ilk kadın oyuncularıdır. Bu tarihe kadar kadın oyuncular Rum, Ermeni, gibi kadın oyunculardan seçilmekteydi.


Neyire Neyir

Muhsin Ertuğrul kimdir?Muhsin Ertuğrul; 28 şubat 1892 yılında İstanbul'da doğdu. İlkokulu Özel Tefeyyüz Mektebi'nde okudu. Ardından Çeşme ve Toptaşı rüştiyelerine ve Mercan İdadisi'ne gitti. 


30 Temmuz 1910'da Burhanettin Kumpanyası'nda sahneye çıktı ve Othello, Hamlet piyeslerini oynadı. Bir süre sonra İsmail Galip Arcan, Behzat Budak gibi oyuncu arkadaşlarıyla kurduğu "Yeni Turan Temsil Heyeti"nde yönetmenlik ve oyunculuk yaptı, Şehzadebaşı'nda açtığı Ertuğrul Sineması'nda ise film öncesi kısa gösteriler sundu.

Muhsin Ertuğrul, 1913 sonunda karıştığı bir siyasi olay nedeniyle sınır dışı edilince Fransa'ya gitti. Paris konservatuvarına tüm uğraşmalarına karşın giremedi, ancak oradaki tiyatrolar ve sinema stüdyolarında gözlemler yaptı; Jacques Copeau ve Andre Antoine'ın Odeon Tiyatrosu'ndaki çalışmalarını izledi.




Musin Ertuğrul - Sanatçı



Çağdaş Türk tiyatrosunun temelini atan ve geliştiren Muhsin Ertuğrul'a 23 Nisan 1979'da Ege Üniversitesi'nce fahri doktor payesi verildi.

Sanatçı, ünvanını almak ve sanat yaşamının 70.yıl kutlamalarına katılmak üzere gittiği İzmir'de 29 Nisan günü kalp krizi sonucu hayatını yitirdi. Cenazesi, İstanbul'da Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.

Türk sineması ilk uluslararası ödülünü Muhsin Ertuğrul'un Nazım Hikmet'le birlikte çektiği 'Leblebici Horhor Ağa' adlı filmle kazandı.Film, 2.Venedik Film Festivali'nde Onur Madalyası ile ödüllendirildi.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk



10 Kasım 1938 büyük kayıp, Atamız vefat etti…
Bu dönemin sonunda T.C Devleti'nin kurucusu büyük Devlet adamı  Gazi Mustafa Kemal Atatürk vefat etmiştir.
Ata'nın vefatının ardından tüm ulus gözyaşlarına boğulmuş dünyanın gördüğü en saygın devlet adamı büyük bir keder içinde sonsuzluğa uğurlanmıştır.


1938 - 1950 ARASI VE MISIR FİLMLERİ
Bu dönemde Muhsin Ertuğrul'dan sonra öğrencileri göreve gelir.  Hatta Cahide Sonku bile yönetmenlik yapar.Bu dönemde tarihi filmler ön plana çıkar. 'Barbaros Hayrettin Paşa' isimli filmde bazı sahneler dönemin yabancı filmlerinden alınarak kullanılır ve bu tür filmlere 'doldurma - çakma filmler' denir.

Bu yıllarda Dünya Savaşı vardır ve sinemalarda Amerikan, Alman, Fransız, Rus propaganda filmleri oynamaktadır.
Amerika filmlerini savaş nedeniyle Avrupa üzerinden yollayamaz, Mısır üzerinden yollar. O dönemde Mısır sineması da çok sayıda film yapmakta ve Amerikan filmleri arasına birkaç tane de kendi filmlerini ekleyerek yollamaktadır.
Mısır'ın yolladığı kendi filmlerinden bir tanesi de 'Aşkın Gözyaşları'dır. Bu film Türkiye'de vizyona girince yer yerinden oynar. Çünkü sürekli propaganda filmleri izleyen, savaşın etkilerinden bunalan halk bu'melodram' karşısında adeta şok olmuş ve sinemalara hücum etmiştir.

Cahide Sonku


'Aşkın Gözyaşları' isimli Mısır yapımı bu melodram tam 6 ay vizyonda kalmış ve sinema tarihinin bugün de dahil olmak üzere en çok gişe yapan filmleri arasına girmiştir.
Türk Sineması ise bu dönemde senede sadece 2 film üretmektedir.  Halk da Mısır filmlerine yönelince piyasaya yüzlerce Mısır filmi sürülmektedir. Devlet  şarkılarımız yok olacak diye Mısır filmlerine Türkçe müzik yaptırmış Selahattin Kaynak gibi isimler beste yapıp Hamiyet Yüceses gibi sanatçılar da şarkılar söylemiş ve ortaya dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulama daha çıkmıştır.
Mısır filmlerinin etkisi kaybolunca Türk yapımcılar da benzeri filmler yapmış fakat bu filmler tutmamıştır.







31 Ocak 2018 Çarşamba

KÜLTÜREL FELÇ

Felç nedir?
‘Sinirlerin ya da kasların bozukluğundan ileri gelen hareketsizlik ya da hareket azalması.
Felcin aşırı durumunda hasta, vücudunun bir yarısını ya da tamamını oynatamadığı gibi,
tam bir bilinçsizlik de gösterir; yanı sıra duyu eksikliği de vardır. Ağır olgularda hasta en çok kırksekiz saat yaşar.’

Psikolojik felç ya da delilik…
Beyin kendi içinde sağlıklı olarak işleyememesi herhalde.
Doğru elektrik akımının sağlanamaması, sinirlerin düzgün uyarılamaması, duygu, algı, ifade, dışavurum, mantık bozukluğu…

‘Delilik;  ‘Zihinsel hastalık’…
Genel olarak ; Tıbbi bir terim olmaktan ziyade, Kültürel ve  hukuki  bir terim olarak kabul ediliyor.
Ve hatta;
‘Çılgınlık’ anlamında kullanıldığı zaman ‘Entellektüel’ kavramına yakıştıranlar bile olmuş…
Dickens'ın 'Lord Arthur'un Suçu’  adlı kitabında buna benzer betimlemeler de vardır.
Postmodern  kültür ise; Yarattığı bütün değişkenleri yadsıdığı gibi deliliği de dışlar.’

Fiziksel felç…
Kişinin kısmen veya tamamen hareket yetisini kaybetmesi.
Pek çok nedenden dolayı oluşabilen bu sorun, ölümün diğer adı olsa gerek.

Sosyal felç…
Toplumların yaşadığı  ağır  siyasal, kültürel, sosyolojik, ekonomik, doğal afetler sonucu  ortaya çıkan travmatik bir hastalık.
Düşünme, algılama, tepki gösterme, hareket etme niteliklerinin kaybedilmesi…
Sosyal felç sonucunda;
Boşvermişlik,  derin korku, kaygı bozukluğu ve  umutsuzluk halinin tüm topluma hakim olmasıdır.

Kültürel felç…
Bireysel ve toplumsal olarak ortaya çıkabilir.

Bireysel olarak;
Herhangi bir eser meydana getirmek isteyen kişinin ‘şartlar gereği’ o üretimi, gözlemi, geziyi, araştırmayı yapamaması…
Ürettiği eseri insanlara sunamaması / ulaştıramaması denebilir.

Toplumsal olarak ise;
Sanat, edebiyat ve düşün faaliyetlerinden  toplumun  büyük bir bölümünün  uzak durması…
Yaşamını en temel güdüleri olan, Yeme, içme, üreme, savunma ve dışkılama üzerine kurgulamasıdır.

Siz hangi felci yaşıyorsunuz,

Farkında mısınız?

25 Ocak 2018 Perşembe

HAYVAN HAKLARI, VİCDAN, MERHAMET VE ALLAH'A YAKINLAŞMAK

'Vicdan, İnsanın içindeki Tanrıdır' der. Victor Hugo.
'Vicdan' ve 'Tanrı' kelimelerinin  altını çizip, bir kenara not edelim.

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
'Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsinler.'  (Ebu Davud, Edeb,66 / Tirmizi, Birr, 16)
'Merhamet' ve 'Göktekiler' kelimelerinin de altını çizip bir kenara not edelim.

Her din ve kültürün ortak paydası; Vicdanlı ve merhametli olunmasıdır.
Ve en üst perde de ise; 'Tanrı' ve 'Göktekiler' dir.
Yani;  Allah.
Yani; Hesap günü.
Yani;  Yaptıklarının, yaşattıklarının bedelini ödeyeceğin gün.

Vicdanın yoksa,
Merhametin yoksa,
İnancın yoksa söyle nesin ki sen?
Sana 'İnsan' denebilir mi?
Denemez !

Vicdanı olan, merhameti olan, inancı olan her insan dünyadaki her canlının eşit yaşama hakkına sahip olduğunu, bir ruh, bir can, bir karekter taşıdığını bilir, bilmelidir.

Bir şiddet karşısında kendisi nasıl  acı çekiyorsa aynı şiddet karşısında her canlının aynı acıyı çektiğini  bilmek zorundadır.

O nedenle;
Hiçbir insana, hiçbir hayvana şiddet uygulanamaz, acı çektirilemez, işkence yapılamaz:
Tüm bu eylemler insanlık suçudur.
Modern devletler bu güvenceyi yasalarla teminat altına almıştır.
O yüzden insan öldürmenin cezası dünyanın her yerinde en ağır hükümlerden birini gerektirir.

Peki ya aynı şiddet, acı, işkence, zulüm bir hayvana yapılırsa?
Modern devletler bu güvenceyi de yasalarla teminat altına almıştır.

Peki Ülkemizde durum nasıldır?
Konuyla ilgili olarak ülkemizde;  Çevre Bakanlığı nezdinde 24.06.2004 tarihinde Kanun numarası 5199 olan bir yasa ile 'Hayvanları Koruma Kanunu' çalışmaları yapılmıştır.

Hayvanseverler ve dünyadaki hayvan hakları yasalarına göre bu çalışma yeterli bulunmamakta ve daha üst düzeyde bir yasa çıkarılması için toplumdan gelen istekler artmaktadır.

Ve örnek olarak; İngiltere, İsviçre, Avusturya gibi ülkeler gösterilmektedir.

Hayvan Hakları Yasası'nın çıkması için pek çok STK ve kişi mücadele etmektedir.
Bunlardan bir tanesi de Sanatçı Yonca Evcimik'tir.
Yonca Evcimik son olarak  geçtiğimiz günlerde Ankara'ya gitti.  Evcimik, TBMM ziyaretinde AKP Grup Başkanvekili İlknur İnceöz ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Nurettin Taş ile de hayvanları koruma çalışmaları ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu üzerine görüştü.
Evcimik, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile de görüştü ve Kılıçdaroğlu'ndan ; 'Sonuna kadar yanınızdayım'  sözünü aldı.

Peki Hayvan Hakları Bildirgesi ne diyor?
15 Ekim 1978'de Paris UNESCO evinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi şöyledir.

1.  Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.
2.  Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan , öbür hayvanları yok edemez.
Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir.  Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma, ve korunma hakları vardır.
3.  Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.
4.  Yabani türden olan bütün hayvanlar, kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına sahiptir.  Eğitim amaçlı olsa bile özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırıdır.
5.  Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bir türden olan bütün hayvanlar uyumlu bir biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir.
6. İnsanların yanlarına aldıkları bütün hayvanlar doğal ömür uzunluklarına uygun sürece yaşama hakkına sahiptir. Bir hayvanı terk etmek acımasız ve aşağılık bir davranıştır.
7.  Bütün çalışan hayvanlar iş süresi ve yoğunluğunun sınırlandırılması ve güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.
8. Hayvanlara fiziki ya da psikolojik bir acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır. Tıbbi, bilimsel, ticari ve başkaca biçimlerdeki her türlü deneyler için de durum böyledir.
9. Hayvan beslenmek için yetiştirilmişse de bakılmalı, barındırılmalı, taşınmalı, ölümü de acı çektirmeden ve korkutmadan olmalıdır.
10. Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır.
11. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur.
12. Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur.
13. Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın  öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve televizyonda yasaklanmalıdır.
14. Hayvanları koruma ve savunma kuralları, hükümet düzeyinde temsil olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır.


Hayvan Hakları, Hemen!








22 Ocak 2018 Pazartesi

Tarihçi Ali Bıyık | Mustafa Çatıkkaş kitabı



Tarihçi Ali Bıyık 'İşte Bundandır Kavgam - Mustafa Çatıkkaş' adlı eseri hakkında konuşuyor.
Tıkla, izle...



NEDEN ADAY OLUYORLAR

  2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...