Seninki;
- Dolarlarınızı bozdurun ekonomi düzelsin dedi.
Bazı kekolar gibi Berber Cemil de ne varsa bozdurdu ve dükkanın camına 'Dolarını bozdurana traş bedava' yazdı.
10 Dolar'a kadar bozduran sıraya girdi.
İşler arttı, gelir düştü.
O ay Berber Cemil kirayı ödeyemedi, dükkan sahibine;
- Yaşasın Milli irade önümüzdeki ay ikisini birlikte öderim dedi.
Önümüzdeki ay yine ödeyemedi kiraları.
Dükkan sahibi tekrar geldi;
- Kirayı versen iyiydi be Cemil'cim dedi.
Berber Cemil;
- Yaşasın milli irade, önümüzdeki ay üçünü beraber öderim dedi.
- Lan yedirme milli iradeni, parayı ver ibne dedi dükkan sahibi.
Aralarında hır çıktı ve dükkanı boşaltmak zorunda kaldı Berber Cemil.
Şu an işsiz.
Sonuç;
Ne dolar düştü, ne ekonomi düzeldi..
Ancak;
Berber Cemil'in bozdurduğu dolarlar evin dekorasyonuna gitti.
Yengem Berber Cemil'e kızdı.
- Git kendine bi iş bul, ne yiyecek bu çocuklar? dedi.
'Milli irade' demeye çalışırken Berber Cemil.
'Sakın ha' dedi yengem, Sıçarım ağzına'...
20 Temmuz 2017 Perşembe
25 Mayıs 2017 Perşembe
HALK OTOBÜSÜNDE İKİ TRAVMA
Bakırköy, Yakuplu Halk
Otobüsü'ndeyiz.
Beklenen ve olması gerekenin aksine yanlışlıkla otobüs sakin, ayakta kimse yok.
Kıyıda, köşede iki kişilik bir koltuk var ve genç bir kız tek başına oturuyor.
Üstelik koltuğun birine de çantasını koymuş.
O kadar rahat yani...
Beklenen ve olması gerekenin aksine yanlışlıkla otobüs sakin, ayakta kimse yok.
Kıyıda, köşede iki kişilik bir koltuk var ve genç bir kız tek başına oturuyor.
Üstelik koltuğun birine de çantasını koymuş.
O kadar rahat yani...
Ben de;
Akbil bastığım için, T.C Vatandaşı olduğum için ve her sıradan insan gibi şayet boş yer varsa, ayakta duran yaşlı, hasta, ölmek üzere olan birileri yoksa 'oturma hakkımı' kullanmak için o koltuğa doğru gidip;
Akbil bastığım için, T.C Vatandaşı olduğum için ve her sıradan insan gibi şayet boş yer varsa, ayakta duran yaşlı, hasta, ölmek üzere olan birileri yoksa 'oturma hakkımı' kullanmak için o koltuğa doğru gidip;
- Müsaade eder misiniz? dedim.
Kızcağız sanki koltuk tek kişilikmiş
de ben de O'nun kucağına oturmak istiyormuşum gibi bir bakışla ve istemeyerek
çantasını kucağına aldı.
Sakince oturdum.
Çantamdaki gazeteyi çıkarıp, okumaya başladım.
Kızacağız ise bir sağa bir sola dönerek ne kadar rahatsız olduğunu anlatmaya çalıştı ama gıcıklığına kalkmadım.
Çantamdaki gazeteyi çıkarıp, okumaya başladım.
Kızacağız ise bir sağa bir sola dönerek ne kadar rahatsız olduğunu anlatmaya çalıştı ama gıcıklığına kalkmadım.
Ve fakat bir sonraki durakta bir, iki
yolcu inince, hemen şoförün arkasındaki, en kral koltuk boşa çıktı.
Ben de 'Şuraya geçeyim de Kızcağız da bundan sonra yatarak yoluna devam etsin' diye kalkmaya çalışırken
Ben de 'Şuraya geçeyim de Kızcağız da bundan sonra yatarak yoluna devam etsin' diye kalkmaya çalışırken
O da aynı koltuğa oturmak için hamle
yaptı.
Ama koltuk bana daha yakın olduğu için en güzel koltuğu ben kaptım.
Ama koltuk bana daha yakın olduğu için en güzel koltuğu ben kaptım.
'Öfff' diye bir sesle tekrar yerine
oturdu garibim.
Bir sonraki durakta sanki yirmi kişi
bu hattı bekliyormuş gibi aynı anda otobüse saldırdı ve bir anda her yer doldu.
Ve binenler arasındaki en Hanzo'su da o kızın yanına gidip;
Sert bir şekilde;
- Çekil kenara dedi.
Ve binenler arasındaki en Hanzo'su da o kızın yanına gidip;
Sert bir şekilde;
- Çekil kenara dedi.
Ve daha kızcağız toparlanmaya vakit
bulamadan oturdu koltuğa.
Hanzo nasıl taciz edip, nasıl
rahatsız ettiyse kızcağızı inecekmiş gibi kalktı koltuktan
O kalkar kalkmaz da bir başkası oturdu onun yerine.
O kalkar kalkmaz da bir başkası oturdu onun yerine.
Daha sonraki durakta otobüs daha da
kalabalıklaştı.
İnmedi de kızcağız.
İnmedi de kızcağız.
Otobüs hattı gereği çok sayıda erkek
birazcık da (!) kaba erkek dolunca iyice erkeklerin ortasında kaldı ve ciddi
anlamda rahatsız olmaya başladı.
Olaylar hemen yanıbaşımda olduğu için
neler yaşadığını iyice anlayabiliyordum.
- Siz gelin oturun dedim, Ben ineceğim.
Hem de Bağlar'a en az 5,6 durak varken...
- Siz gelin oturun dedim, Ben ineceğim.
Hem de Bağlar'a en az 5,6 durak varken...
Bir şey demeden oturdu koltuğa.
Ben de yanıbaşında, ayakta yolculuğa devam ettim.
Ben de yanıbaşında, ayakta yolculuğa devam ettim.
Bir sonraki durakta şoför tüm
kapıları açtı, Orta ve arka kapıdan inenler, indi.
Fakat ön kapı açık olmasına rağmen kimse binmedi.
O esnada aniden adamın biri kafasını uzatıp;
- Nereye gidiyorsun? diye sordu Şoföre,
- Yakuplu dedi şoför.
- Borusan'a gider mi?
- Yok gitmez.
- Hangisi gider?
- 70 B gider...
Fakat ön kapı açık olmasına rağmen kimse binmedi.
O esnada aniden adamın biri kafasını uzatıp;
- Nereye gidiyorsun? diye sordu Şoföre,
- Yakuplu dedi şoför.
- Borusan'a gider mi?
- Yok gitmez.
- Hangisi gider?
- 70 B gider...
- Geç gelir mi?
- Yarım saati bulur.
- Yarım saat geç olur.
- Trafik var.
- Nerde?
- Şirinevler tarafında.
- N'olmuş ki?
- Minibüslere özel durak yapıyorlar ya, yol kapalı...
- Yarım saati bulur.
- Yarım saat geç olur.
- Trafik var.
- Nerde?
- Şirinevler tarafında.
- N'olmuş ki?
- Minibüslere özel durak yapıyorlar ya, yol kapalı...
Biraz sessizlik...
- Sen o taraftan geçmiyor musun?
- Yok. Ben Yakuplu'ya gidiyorum.
- Yakuplu ne tarafta?
- Yakuplu tarafında.
- Borusan o tarafta değil mi?
- Yok değil. Borusan Halkalı'ya giderken...
- Sen Halkalı tarafına gitmiyor musun?
- Yok biz Yakuplu'ya gidiyoruz.
- O tarafa hangisi gider?
- 70 B gidiyor...
- Ne zaman gelir?
- Yarım saate gelir...
- Ben Borusan tarafına gidecektim acil olarak...
- Yok. Ben Yakuplu'ya gidiyorum.
- Yakuplu ne tarafta?
- Yakuplu tarafında.
- Borusan o tarafta değil mi?
- Yok değil. Borusan Halkalı'ya giderken...
- Sen Halkalı tarafına gitmiyor musun?
- Yok biz Yakuplu'ya gidiyoruz.
- O tarafa hangisi gider?
- 70 B gidiyor...
- Ne zaman gelir?
- Yarım saate gelir...
- Ben Borusan tarafına gidecektim acil olarak...
- Yok biz Yakuplu'ya gidiyoruz.
- Yakuplu Borusan'a uzak mı?
- Yok.. Borusan Yakuplu'ya uzak...Ters kalıyor.
- Yakuplu mu ters kalıyor?
- Yok Borusan ters kalıyor.
- Yakuplu Borusan'a uzak mı?
- Yok.. Borusan Yakuplu'ya uzak...Ters kalıyor.
- Yakuplu mu ters kalıyor?
- Yok Borusan ters kalıyor.
24 Mayıs 2017 Çarşamba
SEFAKÖY LİSESİ'NDE PİLAVIN TADI YOK
Binlerce mezun vermiş, Küçükçekmece'nin en köklü liselerinden birisidir Sefaköy Lisesi.
Vaktiyle İlk, Orta ve Lise bölümleri aynı binayken orada okumuş bizler içinse daha da farklı bir anlamı vardır.
Vaktiyle İlk, Orta ve Lise bölümleri aynı binayken orada okumuş bizler içinse daha da farklı bir anlamı vardır.
Ve geçtiğimiz
yıllarda okulun binası yıkılıp, yenisi yapılmış ve adı da değiştirilerek; 'Dr.
İsmet Birgül Lisesi' olmuştu.
Bu kararın altında imzası olanlardan birisi de dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler'di.
Daha sonra;
Sefaköy Lisesi'nden mezun olan öğrencilerin girişimi ile okulun adı tekrar geri alındı ve adı; 'Sefaköy Anadolu Lisesi' yapıldı.
Dr. İsmet Birgül'ün adı ise; Cennet Mahallesi'nde yapılan yeni bir okula verildi.
Bu kararın altında imzası olanlardan birisi de dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler'di.
Daha sonra;
Sefaköy Lisesi'nden mezun olan öğrencilerin girişimi ile okulun adı tekrar geri alındı ve adı; 'Sefaköy Anadolu Lisesi' yapıldı.
Dr. İsmet Birgül'ün adı ise; Cennet Mahallesi'nde yapılan yeni bir okula verildi.
Bu çabaların ardından mezunlar 'Pilav Günü' yapmaya karar verdiler.
Ve aşağı yukarı yaklaşık dört yıldır düzenli olarak yapılıyor.
Okulun adının geri alınması için hemen herkesin elinden geleni yaptığı gibi, bu yazıyı yazan kişinin de neler yaptığını bilenler bilir.
Ancak;
Bu 'Pilav Günleri'ne hiç katılmadım.
Onca çabadan sonra merak edenlere açıklamak isterim;
Neden mi katılmıyorum?
Ve aşağı yukarı yaklaşık dört yıldır düzenli olarak yapılıyor.
Okulun adının geri alınması için hemen herkesin elinden geleni yaptığı gibi, bu yazıyı yazan kişinin de neler yaptığını bilenler bilir.
Ancak;
Bu 'Pilav Günleri'ne hiç katılmadım.
Onca çabadan sonra merak edenlere açıklamak isterim;
Neden mi katılmıyorum?
Öncelikle okulun
adının alınması gayretlerinin dışında
bu konuyla ilgilenen kişilerin samimiyetine inanmıyorum.
Çok fazla Küçükçekmece Belediyesi'ni ve dolayısıyla belli bir partiyi bu organizasyona ortak ve belki de sponsor yaparak 'siyasi' davrandıklarını düşünüyorum.
Bu fikrim başından beri böyleydi ve bugün de böyle.
Zaten son 'Pilav Günü'ndeki görüntüler hepten bu işin tabir-i caizse zıvanadan çıktığını, tamamen siyasi bir reklama dönüştüğünü göstermekte.
Bu eleştiriyi ilk ifade eden kişilerden birisi olduğum halde bugün gelinen noktada çok sayıdaki mezunun aynı fikirde olduğunu biliyorum.
Ve önümüzdeki yıllarda bu zihniyet değişmezse katılım daha da azalacak ve mezunlar arasındaki duygusal bağ daha da zayıflayacaktır.
Çok fazla Küçükçekmece Belediyesi'ni ve dolayısıyla belli bir partiyi bu organizasyona ortak ve belki de sponsor yaparak 'siyasi' davrandıklarını düşünüyorum.
Bu fikrim başından beri böyleydi ve bugün de böyle.
Zaten son 'Pilav Günü'ndeki görüntüler hepten bu işin tabir-i caizse zıvanadan çıktığını, tamamen siyasi bir reklama dönüştüğünü göstermekte.
Bu eleştiriyi ilk ifade eden kişilerden birisi olduğum halde bugün gelinen noktada çok sayıdaki mezunun aynı fikirde olduğunu biliyorum.
Ve önümüzdeki yıllarda bu zihniyet değişmezse katılım daha da azalacak ve mezunlar arasındaki duygusal bağ daha da zayıflayacaktır.
Sonuç olarak;
Sefaköy Lisesi'nde pilavın tadı yok.
Çünkü;
Sefaköy Lisesi mezunları arasındaki duygusal bağ zedelenmiş, Mezunlar kendi aralarında bölünmüştür.
Çünkü;
'Pilav Günleri'nin içine katılan siyasi fikirler, buradan siyasi rant sağlamaya çalışan politikacılar, bu politikacılardan bir şey bekleyenler ve aklı sıra o kadar mezunu belli bir siyasi görüşe angaje edeceğini zannedenler ciddi kırılmalara neden olmuşlardır.
Bu iş siyaset yaparak
olmaz.
Biraz daha bu işin içine siyaset katılırsa belki de senede 2 kere 'Pilav Günü' yapılacaktır.
Biraz daha bu işin içine siyaset katılırsa belki de senede 2 kere 'Pilav Günü' yapılacaktır.
22 Temmuz 2013 Pazartesi
Herediter Anjiyoödem nedir? (2)
Karaciğer’in c1 isimli proteini yeterince üretememesi veya
üretilen protein’in görevini yeterince
yapamamasına tıp dilinde Herediter Anjiyoödem kısaca ‘HAÖ’ deniyor.
Genetik bir hastalık olan HAÖ kuşaktan kuşağa aktarılıyor ve bu oran ortalama yüzde 50 civarında.
Popülasyon ortalaması 1 / 50.000 olarak kabul edilen HAÖ
tedavisi için çeşitli ilaçlar bulunsa da şimdilik kesin olarak bir çözümü yok.
Tavsiye edilen
ilaçlar daha çok atak esnasında ve atağın gelişmesini önlemek için
tedbir amaçlı olarak kullanılıyor.
Vücudun çeşitli yerlerinde kendini gösteren HAÖ, ortalama 24
- 72 saat sürüyor ve zaman zaman ağrılı ve sancılı bir hal de alabiliyor.
Hafif ateş ve çoğu zaman bağırsakların ödem (şişme) yapması
nedeniyle kusmaya da neden olabiliyor.
Atakların ortaya çıkış sebepleri arasında ise; stres, hava
değişimi, yorgunluk, darp, enfeksiyon, cerrahi operasyon, hayvan sokmaları,
besin alerjileri gösterilmektedir.
HAÖ hastalığının ülkemizdeki tanınma yüzdesi son yıllarda
artmış olmasına karşın hala yeterli değildir.
Bir HAÖ hastasının yüzdeki şişmeler nedeniyle bir kliniğe
başvurması sonucu kendisine diş apsesi nedeniyle yüzünün şiştiği söylenmiş ve
dişinin çekilmesi ile bu sorundan kurtulacağı söylenmiştir.
Böyle bir hata bazı doktorların bile bu hastalığı
bilmediğini göstermekle birlikte hasta için de geri dönülemez bir durum
oluşturabilirdi.
Çünkü HAÖ hastalarının en önemli ölüm nedeni nefes borusunun
tıkanmasıdır.
Hızla kapanan nefes borusu zamanında önlem alınamazsa büyük
tehlikelere neden olabilmektedir.
Özetle;
HAÖ ülkemizde henüz yeterince tanınmamakta ve ciddi
sıkıntılar yaşanmaktadır.
HAÖ ve İş Hayatı...
HAÖ ataklarının ne zaman ve ne şekilde ortaya çıkacağı
kestirilemediği için bu hastaların düzenli olarak bir işte çalışmaları da çok
önemli sorundur.
İş yerinden izin almak, hastalık hakkında bilgi vermek,
anlayan bir doktor bulmak ve bugün adetleri 1,500 - 5,000 TL’yi bulabilen
ilaçları almak da oldukça büyük sorunlardır.
Ve bu hastalığın özürlülük oranı yaklaşık yüzde 20-30
civarındadır. ,
Malulelen emekli olabilmek içinse, Ortalama hastalık
yüzdesinin % 60 gibi olması gerekmektedir.
O halde HAÖ’lü
hastaların sorunları nasıl çözülecektir?
SGK Güvencesi altındaki hastalara tahlil ve ilaç konusunda büyük imkanlar sunan Sağlık Bakanlığı görevini büyük bir özveri ile yerine getirirken
Çalışma Bakanlığı konu hakkında yeterli bilgi ve desteğe sahip değildir.
SGK Güvencesi altındaki hastalara tahlil ve ilaç konusunda büyük imkanlar sunan Sağlık Bakanlığı görevini büyük bir özveri ile yerine getirirken
Çalışma Bakanlığı konu hakkında yeterli bilgi ve desteğe sahip değildir.
Bu nedenle;
HAÖ’lü hastaların iş ve emeklilik hakları hastalar aleyhine sürmekte olup,
HAÖ’lü hastaların iş ve emeklilik hakları hastalar aleyhine sürmekte olup,
Konuyla ilgili olarak yetkililerin atacağı adımlar dikkatle izlenmektedir.
ve bu adımlar HAÖ’lü hastalar tarafından önemle beklenmektedir.
ve bu adımlar HAÖ’lü hastalar tarafından önemle beklenmektedir.
Doktorlar...
Öte yandan konuya hakim doktorlar da mevcuttur.
Öte yandan konuya hakim doktorlar da mevcuttur.
Özellikle SSK Samatya Hastanesi Hekimlerinden Dr. Füsun
Erdenen,
Bakırköy Devlet Hastanesi Hekimlerinden Dr. Nazan Altınel,
Gata Hekimlerinden Doç. Dr. A. Zafer Çalışkaner,
İstanbul Tıp Fakültesi Çapa Hastanesi Prof. Dr. Suna Büyüköztürk,
Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Alerji ve Klinik İmmünoloji Bilim
Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Okan Gülbahar ve Alerji ve Klinik İmmünoloji Bilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihal Mete Gökmen vb...hastaların bildikleri hekimlerdir.
Sosyal medyada HAÖ...
İnternet teknolojileri ve kullanımının gelişmesi sonucu
HAÖ hastalığı da büyük oranda tanınmaya başlamıştır.
HAÖ’lü hastalarda özellikle Facebook üzerinden iletişim
kurmakta ve küçük ölçekte örgütlenmeye başlamaktadırlar.
Dileyenler;
facebook/herediteranjiyoodem sayfasından bu bilgilere ve kişilere ulaşabilirler.
facebook/herediteranjiyoodem sayfasından bu bilgilere ve kişilere ulaşabilirler.
Sonuç olarak...
HAÖ son derece tehlikeli bir hastalıktır.
Bireyi; toplum ve iş hayatından soyutlayabilen bir
hastalıktır.
Hastalar iş ve sosyal yaşamlarında ciddi sıkıntılar
yaşamaktadırlar.
Yetkililerin bu sorunlara bir an önce eğilmesi gerekmektedir.
2 Temmuz 2013 Salı
GEZİ PARKI'NIN ARDINDAN...
MAYIS 2013;
İstanbul'da bahar yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlayınca,
Uzun ve zorlu bir kışın ardından insanlar parklara, bahçelere çıkmaya başladı.
Çünkü;
Mayıs ayların gülüdür, mayıs yaşama yeniden merhaba demenin öteki adıdır.
Çünkü;
Mayıs, umuttur.
28 MAYIS 2013...
İstanbul Taksim'de sayıları üçü - beşi bulmayan çevreci insanlar parkın korunması için toplanmaya başladı.
Amaçları;
İstanbul'un son nefes alınacak alanlarından bir tanesini daha kaybetmemek doğaya, tarihe ve şehre sahip çıkmaktı.
Çünkü;
Tarih boyunca yağmalanan İstanbul, 'İstanbul sevdamız' diyenler tarafından adeta cehenneme çevrilmiş,
Her metrekaresine ev, yol, avm, bilmem ney country, bilmem ney city yapılarak resmen ölüme sürüklenmişti.
31 MAYIS 2013...
Gezi Parkı'nda toplananların sayısı gittikçe artmaya başladı.
Kalabalık an be an artıyor, sosyal medya üzerinden haberleşen insanlar Taksim'de adım atacak yer bırakmıyordu.
Artık tepki İstanbul'da korunacak bir parkı, kesilen bir kaç ağacı çoktan aşmıştı.
03 HAZİRAN 2013...
Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, Şişli, Beşiktaş...Milyonların eylem alanına döndü.
Tomalar, gaz maskeleri, ilaçlı su sıkmalar, yaralanmalar, ölümler sıradan hale geldi.
90 KUŞAĞI...
Gezi Parkı'nda yeni bir kuşak, yeni bir kültür tarihe adını yazdırdı;
'90 Kuşağı' dediler adına.
İhtilallerle savrulan 80 Kuşağı'nın çocukları büyümüş anne - baba olmuştu.
İşte bu anne - babaların çocukları adeta ana - babasını harcayan sistemden intikam alıyordu.
SIK BAKALIM, SIK BAKALIM...
90 Kuşağı farklı eğitim ve kültürel kimliğini sanatına da yansıttı.
İnanılmaz bir mizah ve ironi ile kendi gezi sanatını da yarattı.
Profesyonel reklamcıları kıskandıracak düzeyde duvar yazıları, resimler, karikatürler, şarkılar, türküler yaptılar.
Ve İstanbul'un tüm spor kulüplerini bir noktada buluşturdular.
VE MEDYA...
Yüzlerce tv kanalı, radyo, gazeteci, yorumcu aslında halka nasıl ihanet ettiğini ortaya koydu.
Kimi yemek tarifi verdi, kimi oynadı, kimi evlendirdi, kimi küfretti...
Ama asıl bombayı cnn türk patlattı.
Ve penguen belgeseli yayınlayarak bir fenomen oldu.
VE SİYASET...
Tarihin tüm dönemlerinde olduğu gibi; yönetenler kızdı, sert davrandı ve puan kaybetti.
Muhalefet ise; destekledi ve puan kazanmaya çalıştı.
En büyük yarayı ise;
İstanbul B.Şehir Belediye Başkanı aldı.
Çünkü;
Hiç bir konuda hiç bir açıklama yapmadı - yapamadı./ yok sayıldı.
SONUÇ;
Gezi Parkı olayları siyasi tarihimizde daha çok tartışılacak.
Ama artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Ve bu olayları herkes baktığı açıdan görecek.
baktığı açıdan 'iyi' yada 'kötü' diyecek.
Kararı ise tarih verecek.
SON SÖZ;
Gezi olayları gibi toplumsal tepkiler;
Kırmadan , dökmeden, ölmeden, öldürmeden, bayağılaşmadan yapılırsa bir anlam kazanır.
Bu tür olayları bölücü, ülkenin milli birlik ve beraberliğine, maddi - manevi değerlerine zarar verici noktalara taşımak kimseye bir şey kazandırmaz.
Öte yandan;
Toplumsal muhalefet yapanları dövmek, sövmek de bir işe yaramaz.
sorun demokratik kurallar içerisinde çözülmelidir.
Çözüm;
Seçim sisteminin güncellenmesi, vekilleri liderlerin değil halkın seçmesi, barajın kaldırılması, seçim sayım ve sonuçlarının şeffaf bir şekilde yapılması gibi gözükmektedir.
Ve en doğru kararı elbette yüce milletimiz sandıkta verecektir.
Ne diyelim o zaman;
İyi olan kazansın.
İstanbul'da bahar yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlayınca,
Uzun ve zorlu bir kışın ardından insanlar parklara, bahçelere çıkmaya başladı.
Çünkü;
Mayıs ayların gülüdür, mayıs yaşama yeniden merhaba demenin öteki adıdır.
Çünkü;
Mayıs, umuttur.
28 MAYIS 2013...
İstanbul Taksim'de sayıları üçü - beşi bulmayan çevreci insanlar parkın korunması için toplanmaya başladı.
Amaçları;
İstanbul'un son nefes alınacak alanlarından bir tanesini daha kaybetmemek doğaya, tarihe ve şehre sahip çıkmaktı.
Çünkü;
Tarih boyunca yağmalanan İstanbul, 'İstanbul sevdamız' diyenler tarafından adeta cehenneme çevrilmiş,
Her metrekaresine ev, yol, avm, bilmem ney country, bilmem ney city yapılarak resmen ölüme sürüklenmişti.
31 MAYIS 2013...
Gezi Parkı'nda toplananların sayısı gittikçe artmaya başladı.
Kalabalık an be an artıyor, sosyal medya üzerinden haberleşen insanlar Taksim'de adım atacak yer bırakmıyordu.
Artık tepki İstanbul'da korunacak bir parkı, kesilen bir kaç ağacı çoktan aşmıştı.
03 HAZİRAN 2013...
Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, Şişli, Beşiktaş...Milyonların eylem alanına döndü.
Tomalar, gaz maskeleri, ilaçlı su sıkmalar, yaralanmalar, ölümler sıradan hale geldi.
90 KUŞAĞI...
Gezi Parkı'nda yeni bir kuşak, yeni bir kültür tarihe adını yazdırdı;
'90 Kuşağı' dediler adına.
İhtilallerle savrulan 80 Kuşağı'nın çocukları büyümüş anne - baba olmuştu.
İşte bu anne - babaların çocukları adeta ana - babasını harcayan sistemden intikam alıyordu.
SIK BAKALIM, SIK BAKALIM...
90 Kuşağı farklı eğitim ve kültürel kimliğini sanatına da yansıttı.
İnanılmaz bir mizah ve ironi ile kendi gezi sanatını da yarattı.
Profesyonel reklamcıları kıskandıracak düzeyde duvar yazıları, resimler, karikatürler, şarkılar, türküler yaptılar.
Ve İstanbul'un tüm spor kulüplerini bir noktada buluşturdular.
VE MEDYA...
Yüzlerce tv kanalı, radyo, gazeteci, yorumcu aslında halka nasıl ihanet ettiğini ortaya koydu.
Kimi yemek tarifi verdi, kimi oynadı, kimi evlendirdi, kimi küfretti...
Ama asıl bombayı cnn türk patlattı.
Ve penguen belgeseli yayınlayarak bir fenomen oldu.
VE SİYASET...
Tarihin tüm dönemlerinde olduğu gibi; yönetenler kızdı, sert davrandı ve puan kaybetti.
Muhalefet ise; destekledi ve puan kazanmaya çalıştı.
En büyük yarayı ise;
İstanbul B.Şehir Belediye Başkanı aldı.
Çünkü;
Hiç bir konuda hiç bir açıklama yapmadı - yapamadı./ yok sayıldı.
SONUÇ;
Gezi Parkı olayları siyasi tarihimizde daha çok tartışılacak.
Ama artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Ve bu olayları herkes baktığı açıdan görecek.
baktığı açıdan 'iyi' yada 'kötü' diyecek.
Kararı ise tarih verecek.
SON SÖZ;
Gezi olayları gibi toplumsal tepkiler;
Kırmadan , dökmeden, ölmeden, öldürmeden, bayağılaşmadan yapılırsa bir anlam kazanır.
Bu tür olayları bölücü, ülkenin milli birlik ve beraberliğine, maddi - manevi değerlerine zarar verici noktalara taşımak kimseye bir şey kazandırmaz.
Öte yandan;
Toplumsal muhalefet yapanları dövmek, sövmek de bir işe yaramaz.
sorun demokratik kurallar içerisinde çözülmelidir.
Çözüm;
Seçim sisteminin güncellenmesi, vekilleri liderlerin değil halkın seçmesi, barajın kaldırılması, seçim sayım ve sonuçlarının şeffaf bir şekilde yapılması gibi gözükmektedir.
Ve en doğru kararı elbette yüce milletimiz sandıkta verecektir.
Ne diyelim o zaman;
İyi olan kazansın.
6 Şubat 2013 Çarşamba
Azer Bülbül…Bir dostun ardından
Sene: 1993
Mevsimlerden sonbahar…
İstanbul’da hava soğuk, geceler ise zorlu.
Osmanlı’ya inat Bizans oyunları mıdır oynanan?
Yoksa parçalanmış sevdaların bedeli mi?
Ekmek, sigara, çay ve rakıdır umutsuzluklarda yaşanan.
Bir akşam…
Bir akşam çıkageldi kaldığımız eve.
O gelmeden önce biliyordum adını.
Pekte hoşuma giden şarkılar değildi söyledikleri…
Ama dinledikçe insanı saran, garip, içten, samimi bir sesi ve duygusu vardı.
- Yeni kasetim çıkacak dedi.
- Hayırlısı olsun dedim. Ben Mustafa…
- Ben Azer dedi. (asıl adını burada yazmak istemem)
Gündüzleri öğlene doğru dışarı çıkıyor, akşamları eve eli-kolu dolu olarak geliyordu.
Almanya’dan birisi ile sürekli Almanca konuşuyordu.
- Usta istersen bu konuşmaları benim yanımda yapma, ne dediğini anlıyorum dediğimde, Biraz utandı biraz güldü…
Ben babayım…
- Yeni kasetinin adı ne olacak dedim.
- Ben Babayım dedi.
Azer Bülbül’ü o güne kadar fanatik derecesinde ama az sayıda insan tanıyordu.
1996 yılındaki İşte o kasetinden sonra tanıdınız sizler…
Kasetin tanıtım günlerinde B.Çekmece’de bir radyo programına götürdüm onu,
İnanmazsınız ama sadece 1 kişi telefonla aradı. B.Çekmece bayırından çıkarken;
- Çok moralim bozuldu dedi, kimse aramadı…
- Olsun usta bu bir başlangıç dedim. Arabayı Beyoğlu’nun alt tarafına doğru sürdük…
Meşhurluk…
Özellikle İbo Show’a çıktıktan sonra hemen her kanalda programlara çıkmaya başladı. Tırnaklarıyla kazıyarak sonunda başarmıştı…
Ardından gelen 'Zordayım' ve 'İlle de sen' ile deyim yerindeyse patladı.
Bir zaman sonra da; Sokaktan geçen arabalarda onun şarkıları çalıyordu,
Ama kendisini hiç bozmadı. Bizimle cafelere gelmeye, sıradan insanlar gibi yaşamaya devam etti….
Neden Üç Yıldızlı bir otelde öldü?
Gelen haberler göre Antalya'nın Şarampol semtinde 3. Yıldızlı bir otelde vefat etmiş…
Şarampol semti Antalya’nın girişinde yer alan orta düzeyli bir semttir.
Lüks otel ve zenginler daha aşağılarda sahile yakın yerlerde yer alırlar.
Kendisi o kadar kaset çıkarmış, o kadar tutulmuşken hiç düşündünüz mü neden sıradan bir otelde vefat etti? Öte yandan ölüm nedeni ilgili pek çok şey söylenecek, yazlıp-çizilecek.
Ne olursa olsun... Artık giden gitmiştir. O bütün olanaklara rağmen zor şartlar altında yaşıyordu.
Çünkü; O yardım olsun diye kendi kasetini bile el arabası ile kaset satanlardan para ile alıyor, İhtiyacı olanları yedirip içiriyordu.
Ekonomik olarak; Kendisi kazanamadı ama Azer Bülbül’ü taklit edenler bile çok para kazandılar sırtından. Hele hele etrafındaki bazı isimler inanılmaz paralar kazandılar…
İnsan olarak…
İnsan olarak, Son derece candan, samimi, insansever, iyiliksever, adam gibi adamdı… Söylediği hemen her şarkıyı ya yaşayan ya da ta yüreğinde hisseden bir sanatçıydı.
- Kurufasulye’yi, ev yemeklerini çok özledim yenge yapmaz mı demesini,
- Şiirlerini şarkı sözü olarak yaz, çok iyi demesini…
Hele hele;
- Sen bunlardan uzak dur kardeşim demesini hiç unutmayacağım.
Sesi ve derinliği…
Belki şarkılarında çok da siyasi sözler yoktu.
Ama; Dikkatli dinleyenler; Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Neşet Ertaş, Murat Çobanoğlu’nun izlerini sürdüğünü, Bir anlamda ‘bozlak’ söylediğini, nefesi yettiğince bağırarak adeta sisteme karşı direndiğini biliyorlardı…
Her zaman fakirin, yoksulun, gariplerin şarkılarını söyledi…
Bazı şarkılarında söylediği gibi: ‘Benim hiçbir şeyim yok’, ‘Zordayım’, ‘Ben de bir insanım’ gibi....
Sonuç olarak…
Şu fani dünyada herkes ve hepimiz gelip geçiciyiz. Allah O'nu o yetenekle aramıza yolladı, Allah O'nu genç yaşta aramızdan ayırdı. Önemli olan bir iz bırakabilmek ise; Azer Bülbül: Kendi tarzını, kendi çizgisini ortaya koymuş, model olmuş bir sanatçı olarak anılacaktır.
Kendisinin bizde, bizim onda selamımız vardı.
Hakkımı helal ediyorum, Hakkını helal etsin. -Senin kitabını ben yazacağım demiştim.
Olmadı.
Mevsimlerden sonbahar…
İstanbul’da hava soğuk, geceler ise zorlu.
Osmanlı’ya inat Bizans oyunları mıdır oynanan?
Yoksa parçalanmış sevdaların bedeli mi?
Ekmek, sigara, çay ve rakıdır umutsuzluklarda yaşanan.
Bir akşam…
Bir akşam çıkageldi kaldığımız eve.
O gelmeden önce biliyordum adını.
Pekte hoşuma giden şarkılar değildi söyledikleri…
Ama dinledikçe insanı saran, garip, içten, samimi bir sesi ve duygusu vardı.
- Yeni kasetim çıkacak dedi.
- Hayırlısı olsun dedim. Ben Mustafa…
- Ben Azer dedi. (asıl adını burada yazmak istemem)
Gündüzleri öğlene doğru dışarı çıkıyor, akşamları eve eli-kolu dolu olarak geliyordu.
Almanya’dan birisi ile sürekli Almanca konuşuyordu.
- Usta istersen bu konuşmaları benim yanımda yapma, ne dediğini anlıyorum dediğimde, Biraz utandı biraz güldü…
Ben babayım…
- Yeni kasetinin adı ne olacak dedim.
- Ben Babayım dedi.
Azer Bülbül’ü o güne kadar fanatik derecesinde ama az sayıda insan tanıyordu.
1996 yılındaki İşte o kasetinden sonra tanıdınız sizler…
Kasetin tanıtım günlerinde B.Çekmece’de bir radyo programına götürdüm onu,
İnanmazsınız ama sadece 1 kişi telefonla aradı. B.Çekmece bayırından çıkarken;
- Çok moralim bozuldu dedi, kimse aramadı…
- Olsun usta bu bir başlangıç dedim. Arabayı Beyoğlu’nun alt tarafına doğru sürdük…
Meşhurluk…
Özellikle İbo Show’a çıktıktan sonra hemen her kanalda programlara çıkmaya başladı. Tırnaklarıyla kazıyarak sonunda başarmıştı…
Ardından gelen 'Zordayım' ve 'İlle de sen' ile deyim yerindeyse patladı.
Bir zaman sonra da; Sokaktan geçen arabalarda onun şarkıları çalıyordu,
Ama kendisini hiç bozmadı. Bizimle cafelere gelmeye, sıradan insanlar gibi yaşamaya devam etti….
Neden Üç Yıldızlı bir otelde öldü?
Gelen haberler göre Antalya'nın Şarampol semtinde 3. Yıldızlı bir otelde vefat etmiş…
Şarampol semti Antalya’nın girişinde yer alan orta düzeyli bir semttir.
Lüks otel ve zenginler daha aşağılarda sahile yakın yerlerde yer alırlar.
Kendisi o kadar kaset çıkarmış, o kadar tutulmuşken hiç düşündünüz mü neden sıradan bir otelde vefat etti? Öte yandan ölüm nedeni ilgili pek çok şey söylenecek, yazlıp-çizilecek.
Ne olursa olsun... Artık giden gitmiştir. O bütün olanaklara rağmen zor şartlar altında yaşıyordu.
Çünkü; O yardım olsun diye kendi kasetini bile el arabası ile kaset satanlardan para ile alıyor, İhtiyacı olanları yedirip içiriyordu.
Ekonomik olarak; Kendisi kazanamadı ama Azer Bülbül’ü taklit edenler bile çok para kazandılar sırtından. Hele hele etrafındaki bazı isimler inanılmaz paralar kazandılar…
İnsan olarak…
İnsan olarak, Son derece candan, samimi, insansever, iyiliksever, adam gibi adamdı… Söylediği hemen her şarkıyı ya yaşayan ya da ta yüreğinde hisseden bir sanatçıydı.
- Kurufasulye’yi, ev yemeklerini çok özledim yenge yapmaz mı demesini,
- Şiirlerini şarkı sözü olarak yaz, çok iyi demesini…
Hele hele;
- Sen bunlardan uzak dur kardeşim demesini hiç unutmayacağım.
Sesi ve derinliği…
Belki şarkılarında çok da siyasi sözler yoktu.
Ama; Dikkatli dinleyenler; Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Neşet Ertaş, Murat Çobanoğlu’nun izlerini sürdüğünü, Bir anlamda ‘bozlak’ söylediğini, nefesi yettiğince bağırarak adeta sisteme karşı direndiğini biliyorlardı…
Her zaman fakirin, yoksulun, gariplerin şarkılarını söyledi…
Bazı şarkılarında söylediği gibi: ‘Benim hiçbir şeyim yok’, ‘Zordayım’, ‘Ben de bir insanım’ gibi....
Sonuç olarak…
Şu fani dünyada herkes ve hepimiz gelip geçiciyiz. Allah O'nu o yetenekle aramıza yolladı, Allah O'nu genç yaşta aramızdan ayırdı. Önemli olan bir iz bırakabilmek ise; Azer Bülbül: Kendi tarzını, kendi çizgisini ortaya koymuş, model olmuş bir sanatçı olarak anılacaktır.
Kendisinin bizde, bizim onda selamımız vardı.
Hakkımı helal ediyorum, Hakkını helal etsin. -Senin kitabını ben yazacağım demiştim.
Olmadı.
31 Ocak 2013 Perşembe
ŞİİR ÜSTÜNE
Nasıl ki,
şiir’in özel ve kesin bir tanımı yapılamıyor ise, şiir’in nasıl yazılacağı
konusunda da özel ve kesin bir tanım yoktur.
Fakat,
“edebi” anlamda bazı tanımlar, bazı ipuçları ve bir takım ögeler vardır.
Bunlar; imge, üslup, dil, düşünce, duygu, öz, ölçü, ritm, ses, yetenek akım
olarak karşımıza çıkar.
Buna karşın
her topluluğun ve hatta her kişinin kendine has bir şiir görüşü vardır.
Tıpkı
her akım ve şair gibi…
Bu görüşe
saygı duymak; insan’a saygı duymak, fikir’e saygı duymak, sanat’a saygı duymak,
sanatçıya saygı duymak anlamında kabul görür.
Şiir hangi
şartlarda ve hangi süreçten sonra ortaya çıkar?
Bu sorunun
üzerinde de önemle durulması gerektiğine inanıyorum.
Ayrıca bu soru üzerinde düşünmeye başlarken, ne bir usta tavrı ne de bir
otorite tavrı takınarak ukalalık etmek istemiyorum. Hatalarım, acemiliklerim
olursa affedin.
Öncelikle,
“şiir’in yaratım süreci” vardır. Bu süreçte çeşitli duyumlar, duyumsamalar, tavırlar,
tepkiler, heyecanlar, etkilenmeler, görüntüler, sesler, çelişkiler yaşarsınız.
Bunlar zamanla yüreğinizde ve beyninizde bir tortu oluşturup, sizi rahatsız
etmeye başlar, sancılanırsınız…
Bu sancılanma
esnasında sizde oluşan gel-git’ler dayanılmaz hale gelince “yaratım süreci”
sona erer.
Ve şiiriniz,
ses’e ve yazı’ya dönüşür.
Bu dönüşüm
sizin yoğunluğunuza, bilgi birikiminize, felsefi görüşünüze, ait olduğunuz sınıfa,
benimsediğiniz şiir akımına, etkilendiğiniz ustalara, kişiliğinize ve
bilincinize göre şekil ve anlam kazanır.
O oranda
güçlüdür, gerçekçidir, kalıcıdır.
Ya da
değildir.
Şiiriniz ortaya
çıktığı andan itibaren ise, sizden bir parça olmasına rağmen, artık sizin
değildir.
Yine de karşınıza alır ve sorgularsınız.
Ne kadar
doğrudur, ne kadar amacına yöneliktir, ne kadar yeterlidir, ne kadar
sağlıklıdır gibi…
Başta
söylendiği gibi; doğal olarak her şair farklı bakacak, farklı söyleyecektir.
İstanbul / Eylül 1992
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
NEDEN ADAY OLUYORLAR
2024 yerel seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak, Seçimlerde; 61 Milyon 400 Bin kişi oy kullanacak. Ve bu seçimlerde 1393 belediye...
-
Mahallenin ‘en yakışıklı’ abilerinden biriydi. Hadi ‘en yakışıklı’sı olmasa da ‘en karizmatik’ abilerinden biri olduğu kesindi. Ö...
-
K.Çekmece daha önce Bakırköy Belediyesi'ne bağlıydı. Daha sonra Belediye olarak seçimlere gitti. Ve Ertuğrul Tığlay solcu ilk Belediye...
-
1999 yılında Flash TV'nin Taksim'deki stüdyosundayız. Arif Şentürk'ün programına konuk olacağız. Program konukları; Şair olara...